Samanyoluhaber.com yazarı Prof. Dr. Osman Şahin 'Takdire rıza bahtiyarlık, isyan ise bedbahtlık sebebidir' yazısını kaleme aldı
PROF. DR. OSMAN ŞAHİN
Hz. Peygamber (SAV) “Allah’ın takdir buyurduğu şeylere razı olması insanoğlu için bahtiyarlık sebebi olduğu gibi, O’nun takdir buyurduğu şeyleri hoşnutsuzlukla karşılaması da onun adına bedbahtlık sebebidir.” buyurmaktadırlar. Nasıl ki nimetler insanları şımartıp yoldan çıkarabilmektedirler, başa gelen bela ve musibetler de insanları isyana sürükleyebilmektedirler. Buna binaen bela ve musibet zamanlarında, Efendimizin (SAV) “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak da Hz. Muhammed’den (ASV) razıyız.” beyanına sığınmak gerekir.
Fethullah Gülen Hocaefendi, böyle davranmayıp da “Ne yaptım ki bu sıkıntılar başıma geldi! Neden bütün belâlar gelip beni buluyor?” şeklinde sözleri sarfetmenin mü’mince sözler olmadığına ve ona yakışmadığını ifade ederek ifritten süreci yaşayan Hizmet insanlarına mü’mince duruşun nasıl olması gerektiğini şöyle açıklamaktadırlar:
“İnsanın, yaşanan olumsuz hâdiseleri Cenâb-ı Hakk’ın takdiri olarak görmesi ve bu takdirin de kendi hata ve günahlarına bağlı olabileceğini düşünmesi, onu, rızaya muhalif duygu ve düşüncelerden, -haşa- Rabbiyle iç cedelleşmelere girmekten kurtaracaktır. Kur’ânî mantık da bunu gerektirir. Zira pek çok âyet-i kerimede, maruz kalınan sıkıntıların sebebi olarak insanların işlediği hata ve günahlar gösterilmiştir. Bu açıdan bir mü’minin ağzından çıkacak sözler şunlar olmalıdır: Demek ki bir kısım günahlarımız varmış ki Allah bize bazı güveleri musallat etti. Onlar bizim asıl günahlarımızı bilemediklerinden ötürü sevaplarımıza iliştiler. Hz. Pir’in dediği gibi, bizim hiç yapmadığımız, yapamayacağımız, hatta düşünemeyeceğimiz şeylerden dolayı bize hücum ettiler.
Eğer yaşanan sıkıntılara bu şekilde yaklaşılırsa içte kabaran hafakanların üzerine rıza iksiri dökülerek eritilebilir. Bu iksir sayesinde, kafa karıştıran, beyin guddelerinde dolaşıp duran, kortekse girip oradaki dosyaları kirleten bütün olumsuz düşüncelerin üstesinden gelmek mümkün olur. Allah’ın rızasını kazanmaktan başka maksatları olmayan samimi ve fedakâr gönüllere reva görülen kötülükler, düşmanca muameleler, zulüm ve gadirler karşısında zaman zaman bazı olumsuz mülâhazalar akla gelebilir. Hatta bunlar insanın uykusunu alıp götürecek, ona cinnet geçirtecek ölçüde ağır da olabilir. Nereden biliyorum bunları? Çünkü çok defa kendim yaşıyorum. İşte bu tür durumlarda, müstakim bir kısım düşüncelerle zihindeki bu tür olumsuzlukları izale etmeyi bilmelidir.”
(Bolluk ve Darlıkta Mü’mince Duruş)
Özellikle sıkıntılı, hoşumuza gitmeyen hadiselerin cereyan ettiği zamanlarda dar bakışlarımız ve düşüncelerimizdeki darlık sebebiyle olan bitenleri kötüye yorumlayabilir ve neticede meydana gelecek güzellikleri göremeyebiliriz. Dolayısıyla, yaşananların arkasındaki güzellikler ortaya çıkıp anlaşılıncaya kadar hüküm vermekte acele edilmemeli ve asla Allah (CC) hakkında su-i zanna girilmemelidir. Hocaefendi, bu hususu şöyle nazara vermektedirler: “Bu sebeple insan, daha sonra Allah karşısında mahcubiyet yaşamak ve ızdırapla iki büklüm olmak istemiyorsa, yaşadığı hâdiseler hakkında hüküm vermede acele etmemeli ve asla rızadan ayrılmamalıdır. Allah, bazen vereceği nimetleri zor ve çileli bir yolun sonunda verir. Bazen sizi öyle bir güzergâha iter ki orada inişler, çıkışlar, virajlar vardır. Bazen yokuşları çıkmanız bazen de kandan irinden deryaları geçmeniz icap eder.
Bu tür zorluklarla mücadele ettiğiniz esnada bütün bunlara maruz kalmanızın ardındaki sırları anlayamayabilirsiniz. Cereyan eden hâdiselerin nereye varacağını bilemeyebilirsiniz. Fakat tepeye çıktıktan sonra dönüp geriye baktığınızda, daha önceki telâkki ve mülâhazalarınızın yanlış olduğunun farkına varır, “Ne kadar da isabetli bir yolda yürümüşüz.” dersiniz. Cenâb-ı Hakk’ın sevkinin ne kadar yerinde olduğunu görürsünüz. Bu açıdan, şimdiden neticenin hayır olacağı mülâhazasıyla, yürüdüğümüz güzergâhta takıldığımız şeyleri aşmaya çalışmalı ve Rabbimiz’in bize olan lütuflarını düşünerek şükretmeliyiz…”
(Aynı Yazı) Hocaefendi, takdire rıza göstermemenin diğer şekillerinden olan kıskançlık, haset ve hazımsızlık gibi hastalıklar sebebiyle birçoklarının dalâlete ve küfre düştüklerine dikkat çekmektedirler:
“O günün müşriklerinin birçoğu Allah’ın takdirine rıza gösteremediğinden -haşa- peygamberliği Hz. Muhammed’e layık görmemiş ve kaybetmişlerdir. Daha sonraki dönemlerde Hz. Ebu Bekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı ve Hz. Ali’yi hazmedemeyen insanlar da olmuştur… İşte bu hazımsızlık duygusudur ki İslâm dünyasında pek çok fitnenin ortaya çıkmasına kapı aralamıştır… Evet, hazımsızlık, dünyada-ahirette kayıp sebebidir.
Günümüzde de hasetlerine ve hazımsızlıklarına yenik düşmüş bazı kimseler, Allah yolunda koşturan fedakâr gönülleri çekemeyebilirler. Onları yürüdükleri yoldan döndürebilmek için ellerinden gelen her şeyi yapabilirler. Kendilerine göre bir kısım tabyalar oluşturarak onların projelerini bozmaya matuf bir kısım olumsuz hamleler gerçekleştirebilirler. Hatta bu yolda hile ve entrikalarla onları kandırmaya çalışabilir, bunu başaramadıklarında da zulüm ve baskıyla onları sindirmek isteyebilirler.
Adanmış ruhları veya onların yapmış oldukları hayırlı hizmetleri çekemeyen bu hazımsızlar kötülük adına her ne yaparlarsa yapsınlar, adanmış gönüller asla yürüdükleri yoldan dönmemeli ve benimsedikleri ilkelerden taviz vermemelidirler. Kendilerine yapılan kötülükler onları yanlış yapmaya sevk etmemelidir… Müslüman, tavır ve davranışları itibarıyla hep güzel ahlâkın temsilcisi olmalıdır. Öyle ki ona bakanlar yaptıkları kötülüklerden tiksinmelidirler.” Bolluk ve Darlıkta Mü’mince Duruş (2)
HER ZAMAN İNSANCA VE MÜSLÜMANCA DAVRANMAK
Hocaefendi, başkalarının kullandıkları şeytanî yol ve yöntemlerin bizi bir kısım yanlışlıklara sevk etmemesi adına fevkalâde dikkatli ve temkinli olmamız gerektiğini ifade ettikten sonra kıskanç ve hasetçi insanlar ve yaptıkları olumsuzluklar karşısında hazım sisteminin daha da güçlendirilmesi, sabrımıza sabır katılması ve “Gelse celâlinden cefa, yahut cemalinden vefa, ikisi de cana sefa, lütfun da hoş kahrın da hoş.” deyip olup bitenleri derin bir tevekkül ve engin bir sine ile karşılanması gerektiği üzerinde durmaktadırlar.
Diğer taraftan, bütün bunların, suç işleyenlerin hukukun sınırları içerisinde gereken cezayı almalarına ve gasp edilmiş hakların istirdat edilmesine mani olmadığının da özellikle altını çizmektedirler. Hocaefendi kötülükle yatıp kalkanlarla meşgul olmanın Hizmet insanlarının zamanlarını ve enerjilerini bitireceğine ve bu yüzden hizmetlerin yerine getirilemeyeceğine dikkat çekmektedirler:
“Ayrıca, kötülük yapanlarla uğraşırsanız zamanınızı israf eder ve yürüdüğünüz yolda mesafe katedemezsiniz. Bunun da hesabını Allah sorar. Onun yerine, hamle, hareket ve gayreti hiç durdurmadan, sürekli alternatif yol ve yöntemler oluşturarak yolunuza devam etmelisiniz. Yürüdüğünüz yolları yürünmez hâle getirseler bile, asla durmamalı, yeni yollar bularak yürüyüşünüzü devam ettirmelisiniz. Bu dünya darılma dünyası değil, dayanma dünyasıdır. Bu yüzden cevir ve zulümler karşısında küsmemeli, darılmamalı, kırılmamalısınız.” (Aynı Yazı)
Yeryüzünde zaten fazlasıyla sertlik, şiddet, vahşet, baskı ve zorbalıklar bulunmaktadır. Bütün bunlara karşı gelebilmek ve onları ıslah edebilmek için sevgi, hoşgörü ve diğer insani ve ahlâki değerlerle mukabelede bulunmaya şiddetle ihtiyaç vardır: “Zira insanların kurt gibi birbirini yemeye azmettiği bir dönemde eğer birileri insanlığa yeni bir adab u erkân öğretmezse, dünyanın akıbeti hiç de iç açıcı görünmüyor. Âdeta dünyanın geleceği sertlik ve şiddetle meselelerin üzerine giden vahşilere emanet edilmiş gibi. Bu açıdan mutlaka yeni bir akıntıya, farklı bir cereyana, değişik bir düşünceye ve orijinal bir oluşuma ihtiyaç var. Bu oluşumu inşa etmeye çalışmak ve insanlığa, “Bakın, böyle de oluyormuş.” dedirtmek lazım. İnsanların baskıyla, zorbalıkla, şiddetle, bombalarla değil, sevgi ve hoşgörüyle, insanî ve ahlâkî değerlere bağlılıkla da yönetilebileceğini göstermek lazım.
Bunun için de en başta sizin dövene karşı elsiz, sövene karşı dilsiz ve gönül koyana karşı da gönülsüz olmanız gerekir. Eğer vahşetle, gayzla, nefretle ve kinle üzerinize gelen insanlara siz de aynıyla mukabelede bulunursanız, kin ve nefretler fasit dairesi oluşturmuş ve size düşmanlık yapanları iyice canavarlığa sevk etmiş olursunuz. Eğer etrafın lalezara dönüşmesini arzu ediyorsanız öncelikle bu lalezarı gönlünüzde oluşturmalısınız. Zira bu takdirde tavır ve davranışlarınız da buna göre şekillenecek ve böylece gezdiğiniz her yer ıtriyat çarşısı gibi gül kokacaktır.” (Aynı Yazı)