Tedricilik esastır!

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih yeni yazısında Muharrem Kalyoncu ile hatıralarını anlatmaya devam etti. Senih yazısında Hocaefendi'nin erkeklere eşleriyle ilgili bir tavsiyesini de aktardı.
         Muharrem Ağabey devam ediyor:

         “Biz şuurlandıkça evlerimizin ve eşlerimizin  tesettürsüzlüğünden rahatsız olmaya başladık. 17 arkadaş toplanıp Hocaefendiye gittik. Hanımlarımızın çoğunda namaz v.s. İslamî yaşayış tam değildi. ‘Kafamı kesseler başımı örtmem’ diyeler vardı. Gerekirse yüzükleri atıp çıkaracaktık. Boşanmak bize göre en kolay bir yoldu. Hocaefendi hepinizi teker teker dinledi. Sonra, ‘Bakalım Asr-ı Saadette Peygamberimiz (S.A.S.)  ve sahabeler ne yapmış’ deyip Kur’an ve Sünnetteki, tedricilik yolunu, sabırla tebliğ ve eğitim sistemlerini anlattı. Hanımlara daha kibar, daha nâzik davranmanın, ziynet meyyâl oldukları hesaba katılarak, alınacak hediyelerin tesirli olacağını; gönüllerini ala ala alıştırmamız gerektiğini, yaratılışlarının esasında Hz. Adem Aleyhisselamın eğe kemiğine işaret yapılarak hassas bir yapıya sahip bulunduklarını hadis-i şeriflerin bildirdiğini izah etti: ‘Gerekirse, önlükleri takıp mutfaklara girin, kendilerine her hususta yardımcı olun.’ tavsiyesinde bulundu  ve dualar etti.

         “Önlükler takıp mutfağa girdik, bu sefer hanımlar, ‘Bu da nereden çıktı?’ Dur, sen bilmezsin.’ gibi sözlerle müdahalede bulunuyorlardı. Fakat gördük ki, belli bir yumuşama da meydana geliyordu. Ama biz hemen her şeyin olup bitmesini istiyorduk. Yapmamız istenilen bazı şeyler de bilhassa benim gibi Arnavut bir aileden gelenlere çok zor geliyordu. Bir yanda bunlar vardı ve ‘Niye uzatalım ki, boşanırız olur biter!’ duygusu üzerimizdeydi. Öbür tarafta çok sevdiğimiz ve saydığımız zâtın tavsiyeleri vardı. Ama onun sözlerinin devamlı isabet kaydettiğini hakkalyakîn görüyorduk.

         “Hocaefendinin ‘Altın Nesil Konferansı’na hanımlarımızı da götürmüştük. Ama nasıl bir tesir icrâ ettiğini hanımlara soramıyorduk. Ters bir şey söylerlerse çok kötü olurdu. Arkadan merhum Necip Fazıl’ın da bir konferansı olacaktı. Arkadaşlarla anlaştık arabaları hazırladık yine çoluk çocuk gidecektik. Kapımızın önüne geldiler ama ben bir türlü bizim hanımı ikna edemiyordum. Çok alttan aldım ama kabul ettiremedim. Dışarı çıktım arkadaşlara, haydi siz gidin, dedim ama içim içime sığmıyordu. Telaşla ayakkabılarla eve girdim. Eğilmiş bir şeyler yapıyordu. Şeytan, ‘Git, boynundan yere çal’ diye içimden beni tahrik ediyordu. Doğrulup bana bakınca, ‘Neden gelmiyorsun?  Hiç olmazsa, sebebini söyle’ dedim. Bana ‘Baklavadan sonra turşu suyu içmek istemiyordum.’ dedi. Tam bir şey anladım ama heyecanla doğruca Hocaefendi’ye gittim. Tahta Kulübede idi yanında da Suat Yıldırım  Hoca vardı. Geliş şeklinden, Hocaefendi, durumu anladı ve bana ‘Muharrem Efendi bir şey mi var?’ dedi. Ben ‘Yok bir şey’ dedim ama  tavrımla, pek çok şeyin olduğunu da belki anlatmış oldum. Orada konuşmayacağımı anladı ve benim kolumdan tutup bir kenara çekti, ‘Söyle bakalım ne var?’ dedi. Ben ‘Baklava üzerine turşu yenmezmiş!’ dedim. Bana ‘Bunu  kim, için söyledi?’ dedi. Ben de anlattım. Sevinçle, ‘Tamam, bu iyiye alâmet!..  Sen sabret… İnşallah güzel olacak!’ dedi.

         “Bir gün elimde işimle ilgili alınacak eşyanın listesiyle dolaşırken, Hocaefendi’nin İzmir Kemalpaşa taraflarındaki Ören’e gideceğini öğrenince, ben de gelmek istedim. ‘Olmaz, sen işlerine bak’ dedi. Peşini bırakmadım. O otobüse bindi, ben de arkadan binip bir yere sindim. Ücret ödemek istedim. Muavin bana ‘Sizinki, önden ödendi’ dedi. ‘Demek arkasından geldiğime kızmıyor.’ deyip rahatladım. Ören’e vardık. Bir topluluk karşılamak üzere bize doğru hareket etti. Tam o sırada Belediye hoparlörü  ‘İzmir’in meşhur vaizlerinden Fethullah Gülen Hoca vaaz edecektir.’ diye övücü sözler söylemeye başladı. Bundan çok canı sıkılmış olacak ki, tam o sırada ‘İzmir’e!  İzmir’e!’ diye bağıran muavinin yanına doğru hızlıca gitti ve arabaya atladı. Ben de peşinden…

         Bir seferinde Bursa’da konferans veriyordu. Bir alkış koptu. Bunun doğru olmadığını, kesinlikle vaz geçmelerini söyledi. Arada bir daha oldu. Bu sefer ‘Eğer bir daha olursa burayı terk ederim’  diye ikaz etti. Üçüncü defa da ise, gerçekten konuşmasını keserek hemen orayı terk etti. Hocaefendi, alkıştan ve alâyişten son derece uzak durmaya çalışıyordu.
27 Kasım 2024 13:25
DİĞER HABERLER