Tevazu ve mahfiyet

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, yeni köşe yazısını 'Tevazu ve mahfiyet' başlığı ile kaleme aldı.
         Hizmet-i imaniye ve Kur’aniye mensuplarına yakışan en güzel haslet tevazu ve mahviyettir. Bir soru üzerine Üstad Hazretleri “Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün şanı tevâzu ve mahviyettir. Tekebbür ve tahakküm değildir. Demek kibirlenip tekebbür eden, şeyhlik dava eden bir çocuktur. Siz de onu  büyük tanımayınız. (…)  Zira, her bir insan için, içinde görünecek ve onunla insanları temâşâ edecek bir haysiyet ve şöhret  mertebesi vardır. İşte, o mertebe eğer istidat ve kabiliyetinden boyundan daha yüksek ise, o, o seviyede görünmek için kibirlenecek o mertebeye uzanıp, boyunu uzun gösterme  gayretiyle tekebbür edecektir. Şayet boyu, kıymeti ve müstahak olduğu mertebe daha yüksek  ise, tevazu göstererek bükülüp eğilecektir.” (Münazarat)

         M. Fethullah Gülen  Hocaefendi de bu hususta şu tesbitlerde bulunuyor: “Mevlana Hazretlerinin ‘Mesnevisi’sinde de ‘Divan-ı Kebir’inde de aklı iknâ etmeye matuf ifadeler çok yoktur; fakat onda eşsiz bir HÂL  DERİNLİĞİ  VARDIR.  Mesela bir gün, Mevlânâ’nın şöhretini duyan bir rahip Konya’ya gidiyor. Mevlânâ’nın bulunduğu yere varıyor, talebeleri arasında onlara birşeyler anlatırken onu seyrediyor. Mevlânâ’nın oturup kalkması, yürüyüşü, adımlarındaki vakar ve o keskin bakışları yetiyor râhibe. Allah’la (c.c.) çok kavi irtibat içindeki bu insanın yüzüne ve tavırlarına aksetmiş gönlündeki imanı. Rahip hemen koşuyor ve elini öpmeye çalışıyor Mevlânâ’nın. Mevlânâ, rahipten hızlı davranıyor ve onun elini öpüyor. Görüntüsündeki  bu ihtişama bu TEVAZUU  da katılınca, Râhip daha fazla dayanamıyor, Mevlana Hazretlerinin ayaklarına kapanıyor ve ‘Senin dinin haktır’  diyor. Mevlânâ eve dönünce oğlu Sultan Veled’e ‘Oğlum, adama bak!  Benim tevâzumun önüne geçmeye çalışıyor; gerçek mânâsını dinimde bulan tevazuyu verir miyim ben başkasına?’ diyor. (Mümin, imansız birinin elini öper mi? Eğer o mümin Mevlânâ ise, dünya için edâniye (aşağılık kimselere)  baş eğmeyecek izzetli bir insan ise ve bu hareketinde sadece muhatabının hidayeti için her şeye katlanma duygusu varsa, evet öper.)

         “Cenab-ı Allah’ın, hakkım olmadığı, liyakatim  de bulunmadığı halde, tanıma lütfuyla serfiraz kıldığı çok kıymetli insanlardan birisi de Üstadın ilk talebelerinden Re’fet Ağabey idi. Bir ziyaret  esnasında şunu anlatmıştı: ‘İstanbul’da, mezardaki ölüler vaazını anlasalar, onları bile diriltecek gibi, çok etkili konuşan bir hoca vardı. Görkemli, heybetli ve halkın da çok itibar ettiği bir adamdı. ‘Bediüzzaman diye biri gelmiş, otelde kalıyormuş, nasıl bir adam olduğuna bir baksanıza’ demişlermiş kendisine. Üstadımızın yanında olduğum bir sırada geldi. İçeriye girerken, başı üst eşiğe değecek gibiydi. Üstad’a yaklaşınca Üstadımızın hemen kalktı, misafirin elini öptü. Vaiz efendi çok şaşırmıştı. Biraz sonra Üstad konuşmaya başlayınca, şaşkınlık ve hayret, iki kat arttı;  Bediüzzaman’ın ilmi, hâli, büyüklüğü ve gösterdiği bu tevazu  karşısında daha fazla  dayanamayıp kalktı ve Üstad’ın dizlerine kapandı. O uzun boylu, o edalı ve çalımlı vaiz iki büklüm  olmuştu.

         “İşte ölçüler, kaynaklar bu olunca ses ve görüntü de aynı oluyor. Farkları yok birbirlerinden. Mevlânâ, gönlü ummanlar gibi bir insandır ve almıştır herkesi sinesine; Bediüzzaman da bir bahr-ı bî-pâyâdır, o da açmıştır gönlünü herkese. Ve her ikisi de gönüllerinin dışa aksetmesiyle, bakanlara Allah’ı (c.c.)  hatırlatan canlı âyetler gibi yaşamışlardır.

         “Kim bilir, o koca  İmam Rabbanî Hazretleri de Hindu  bir dünyada, Brahmanist bir dünyada nice insanı karşısında dize getirmiş büyüklüğü ile, tevazuu ile, sîretinden suretine yayılan nurla ve mümin duruşuyla… Öyle tesirli olmuş ki, Ekber Şahın oğlu Âlemgir bile onun büyüsüne kapılmış. O devirde hükümdar. Sanskritce gibi bir DİN  teklif ediyor; yani biraz Hinduizmden, biraz Budizmden, biraz Yahudilikten, biraz Hıristiyanlıktan ve biraz da İslam’dan aldığı şeylerle bir BULAMAÇ yapmak istiyor. Müslümanlara zulmediyor. İşte böyle bir adamın oğlu, İmam Rabbaniye hayran kalıyor ve diyor ki; “Yâ İmam, babamla alâkamı kesmeme ne dersin? İsterseniz bir daha görüşmeyeyim onunla.’  O  günlerde, Ekber Şah, İmam Rabbani’yi hapse atmıştır; ki, bunun gibi şeylerden dolayı İslam dünyasında ona Ekfer (En kâfir)  Şah, derler. Hapiste olan Hz. İmam kendisine yöneltilen soru karşısında, ‘Hayır o, senin babandır. Kur’an, ne olursa olsunlar anne-babaya iyilikle muamelede bulunulmasını emrediyor.’ diyor. Ve kavî imanı, aşkın heyecanı, bir de mümince tavrıyla o çevreyi fethediyor.” (Sohbet-i  Canan, Perspektif)

         “Hal ile halledilmedik hiçbir problem yoktur.” diyen M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu tesbitlerine çok iyi kulak verelim ve gereğine göre hareket edelim…
02 Ekim 2025 16:09
DİĞER HABERLER