Tiananmen Meydanı ve Çin Seddi

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih bugünkü köşesinde 'Tiananmen Meydanı ve Çin Seddi' yazısını kaleme aldı.
        Sadettin  Başer  Ağabeyin hatırlarına  devam  ediyoruz:

         Bir gün otelden ayrılırken, yanımıza otelin adres kartını almayı unutmuştuk. O gün de Mehmet Bey’i üniversiteye gelen yabancı misafirlere tercümanlık yapması için istemişler. Bizi Pekin’in Tiananmen Meydanı’nda bıraktı ve buralardan ayrılmamamızı tenbihleyerek gitti. Mehmet bir iki saatte geleceğini söylediği halde hala gelmemişti, aradan dört saat gibi bir zaman geçti. Acaba uzun bir zaman burada Tiananmen Meydanı’nda iki yabancı adam saatlerce burada niye bekliyor diye birilerinin dikkatini çekersek ne yaparız, diye endişelenmiştik. Bu arada biz de meydanda halkın arasına karışarak ziyarete yeni açılmış olan Mao’nun mozolesini ziyaret ederek vakit geçirmeye çalışmıştık. Mehmet biraz gecikmiş olmakla beraber nihayet geldi ve kendisinden bir daha bizi böyle uzun müddet yalnız bıraktığı için hafifçe sitemde bulunduk.

 

Pekin’de Mehmet’in bize mihmandarlık yapması vesilesiyle tanıştığımız bir çok insana kendimizi anlatma fırsatı bulduk hatta evlerinde misafirde olduk.  Merak ettikleri  meseleler üzerinde sohbetler ettik. Çin’e kadar gelmişken, Çin Seddi’ni göremeden Pekin’den ayrılmayı hiç kimse istemez. Mehmet’ten bizi oraya götürmesini istedik, sağ olsun bir gün Çin Seddi’ne giden otobüslere binerek gitmiştik.

 

       Dünyanın yedi harikasından biri olan ve gözünüzle gördüğünüz halde bile kendinizi rüyada gibi zannettiğiniz bu muhteşem eser karşısında hayretler içinde kalmamanız mümkün değil. Pekin’e yüz yirmi kilometrelik bir mesafede bulunan Çin Seddi’ni görmeye giderken, yol üzerindeki tarihi Çin saraylarını da gezdiriyorlardı. O tarihi yapıların büyüleyici görüntülerine hayran kalmamak da mümkün değildi. Çin Seddine vardığımız zaman, müthiş bir sıcak ortalığı kasıp kavuruyordu. Sinema salonuna benzer bir yerde Çin Seddi’yle ilgili bir belgesel gösteriyorlardı. Ücretini ödeyerek salona girdik. Cidden çok güzel hazırlamışlar,  program başlamış, atlar oraya buraya koşuştururken sahneden seyircilerin üzerine gelecekmiş gibi oluyor, herkes çığlıklar atarak heyecanlanıyorlardı. Doğrusu müthiş bir  görüntüydü. Yorgun argın akşam vakti tekrar Pekin’e otele döndük.

 

En çok merak ettiğimiz, Pekin Mescidini ziyaret ettiğimizde orada tanıştığımız insanlar atalarının  Arap asıllı olduklarını söylemişlerdi. Kendilerinin melez bir ırk olduklarını ve “Tunganlar” diye anıldıklarını söyleyen bu insanlarla tanıştık. Hafif çekik gözlü olmalarına rağmen burunlarının sivriliği renklerinin esmere yakın biraz da sarı gibi oluşu melez bir ırk olduklarını açıkça belli ediyordu. Kendileriyle sohbetlerimiz oldu, en çok merak ettikleri şey ülkemizdi.

Pekin’de mescitte Nazım Hikmet’in kitabı var

 

Bize aşırı derecede samimi ve sıcak ilgi gösterdiler. Mescidi gezerken hemen yakınında bulunan çay içilen bir bölüm vardı, pencerenin kenarında durmakta olan bir kitabın üzerinde Nazım Hikmet’in resmini görünce merakla elime aldım kapağını çevirdim. Nazım Hikmet kendi el yazısıyla kitabı Çinli bir dostuna  imzalamış. Kitapla biraz ilgilenince mescidin genç imamı Davut Hoca, “Bu kitap Nazım Hikmet adında bir Türk şairinin yazdığı bir kitap. Biz Türkleri çok sevdiğimiz için bu kitabı burada muhafaza ediyoruz” deyince, bana bu kitabı hediye eder misiniz, demeye utandım. Bir hatıra olması için almayı çok arzulamıştım. Tunganlar atalarının bundan yedi 800 yıl önce ticaret yapmak maksadıyla Çin’e gelen Arap tacirleri olduğunu söylemişlerdi.

 

Pekin mescidinin bahçesinde bu ifadeleri doğrulayan iki de mezar vardı, mezar taşlarında söyledikleri gibi 700 küsür sene önce geldiklerine dair mermere kazınmış tarihler ve Kur’an-ı Kerim’den ayetlerle Abdullah, Abdurrahman gibi isimler vardı. Davut Hocanın bize anlattıklarına göre Tunganların İslamiyet’le  irtibatları oldukça köklü imiş ve yine onun ifadesine göre Tunganların sayısı elli milyon civarındaymış. İslamiyeti daha iyi yaşayabilmek için Arapçaya aşırı ilgi duyduklarını söyledi. Hatta  Suudi Arabistan devletinin yardımıyla Pekin’de Arap dili filolojisi açılmış. Bin kişinin üzerinde öğrenci buraya devam ediyormuş. Ama son iki senedir yardımı kestikleri için şimdi kapalı olduğunu ve talebelerin ortada kaldığını söylemişti. Pekin’den ayrılmazdan bir gün öncesinin akşam üzeriydi. Tekrar Davut Hoca’nın ve orada tanıştığımız Çinli Müslümanların yanlarına vardık. Bu arada bizim Mehmet  Bey havaalanından kardeşini karşılaması gerektiği için gitmesi gerektiğini ve üç saate kadar geleceğini söyleyerek gitmişti.

 

Biz Davut Hocalarla mescit de kaldık, üç dört saat sonra Mehmet  yanında pırıl pırıl bir gençle çıktı geldi. Daha görür görmez insanın içini ısıtan tertemiz bir siması olan Abdullah, meğer  Medine-i Münevvere’de okuyormuş. Abdullah`a H. Avni Hocayı sordum, tanıdığını söyledi ve hemen kaynaştık. Bizim Davut Hocayı, Mehmet ve Abdullah da sevmişlerdi. Bu samimi ve sıcak insanlarla çabuk kaynaşmıştık. O gece sırf Abdullah’la bir gece de olsa beraber olmak için otelden ayrılıp Mehmet’in kaldığı yurt odasında geceledik. Bir gece beraber kaldıktan sonra yola gideceğimiz için yanlarından ayrılmak zorundaydık. Bu bizim için de onlar için de bir hayli zor olmuştu. Onlar da biz de duygulandık ama başka çare yok gitmemiz gerekiyordu.

 

       (Son gün akşam mescitten ayrılırken Davut hocayla vedalaşırken onun da gözlerinden yaşlar süzülüyordu.)

      

Sabah oldu, artık bizim de Pekin’den ayrılma günümüzdü, iki kardeş bizi havaalanına kadar getirdiler, yeniden görüşebilmeyi umut ederek vedalaştık.
29 Ağustos 2024 10:26
DİĞER HABERLER