"Hediye ve ulufenin büyüğü küçüğü olmaz ama, patates çuvalını sırtlayıp, vatandaş ile selfie vermek pek köylü düşmüş. Belediyeciliği huy haline getirmiş hükümetlerin alışılmış numaraları. "
Kadir Gürcan | samanyoluhaber.com
Tıynet
Saray ve iktidarın çaresizlikten olmadık kapıları yokladığı aşikar. İhraç fazlası soğan ve patates dağıtımı da nedir yahu? Hadi soğan ne ise de, Bahar'ın iyiden iyiye kendini gösterdiği şu günlerde, Türkiye'nin marksist yıllarının sembolü olan patates gibi kış çeşnisine mecbur kalmış olmak insanı ürkütüyor. Rahmetli Kemalettin Tuğcu'nun iç karartan, pesimist çocuk romanları ile büyüyenler ne demek istediğimi çok iyi anlarlar. Yazarınız, Soğuk Savaş yıllarının penceresini dövdüğü yılları iyi bilir. Buraya bir mim koyup, detayları oruç olmadığımız bir zamana bırakalım.
İktidar, “Aşıyı alamadık, patates ile idare edelim!” yollu imalar ile zaman kazanmayı düşünüyor olabilir ama, Allah eksikliğini göstermesin, mübarek patatesin Covid-19'a karşı koruyucu yönüne dair bir araştırma okumadık. Diyet duayanemiz, Karatay Hanım bile patates konusunda görüş beyan etmedi. O da, alternatif tıbba kafayı kaptıranlar gibi, aşı konusunda ikna olmadı, paça çorbasında ısrarlı.
Ramazan'ın hala başındayız, Halife ve Emir-i Hacc rolleri oynamaya bayılan Saray jest yapmayı düşünüyorsa vakit fevt edilmiş sayılmaz. Mesela her eve istisnasız 20'şer kiloluk taze Medine Hurması, Ezine Peyniri ya da Erzurum Balı sürprizleri için hala bir şansı var. Ya da, baklava tepsilerinin içine, her aile için beşer Cumhuriyet Altını, Covid'den hem zihni hem de ekonomik olarak bunalan zavallı Türk Halkına iyi bir moral olurdu.
Hediye ve ulufenin büyüğü küçüğü olmaz ama, patates çuvalını sırtlayıp, vatandaş ile selfie vermek pek köylü düşmüş. Belediyeciliği huy haline getirmiş hükümetlerin alışılmış numaraları. Hele o, orta ve işaret parmağı ile verilen 'peace' işaretinin, dünya barışına katkısını ifadeye kelimeler yetmez. Millet olarak, kameralar karşısındaki rahatlık ve kendine güven had safhada. Yahu altı-üstü bir çuval ihraç fazlası ki, muhtemelen Rusya'nın iade ettiklerindendir, Nobel Barış Ödülü'ne göz kırpmak biraz fazla olmuyor mu?
Umumi felaketlerde devletin, vatandaşın yanında olduğunu hissettirmesi devlet aygıtının varlık sebeplerinden biridir. Bu icraatı pratiğe dökmenin metotları bile, devletli dediğimiz kesimin görgü, nezaket ve inceliğini yansıtması açısından önemli. İşi, Salı Pazarı'nda ortalığı velveleye veren turşu satıcısı seviyesine düşürmek şık düşmedi.
Zamanın hükümdarı, at koleksiyonunu gezerken, at bakıcısının becerisini ödüllendirmek için yanındaki hizmetçisine “Seyis Efendi'nin yemek istihkakını artırın! Atlara iyi bakıyor!” diyerek memnuniyetini ihsas ettirir. Güngörmüş Seyis hafif bir tebessümle veliyyünimete karşılık vermekle birlikte, hizmetçinin de duyabileceği bir sesle “Huyundan, suyundan, tıynetinden...” diye mırıldanır. Hükümdarın, daha sonraki ziyaretlerinde de memnuniyeti devam eder ve haliyle Seyis Efendi'ye takdir edilen, yemek istihkakındaki artışta. Ancak Seyis'in her seferinde tekrarladığı kelimeler hizmetçinin dikkatini çeker ve laf arasında bunu Hükümdar'a çıtlatır.
Hükümdar bir sonraki atları keşif ziyaretinde, her zaman olduğu gibi Seyis Efendi'yi taltif eder ve mutad, yemek istihkakına ilaveyi ihmal etmez. Sonra Seyis Efendi'ye,“Sen her seferinde, “Huyundan, suyundan, tıynetinden...” diye mırıldanıyormuşsun, öyle mi?” şaka yollu takılır. Seyis'in beti-benzi atar ama, Hünkarın neşesi ile yumuşattığı havanın tesiri ile “Efendim, sorması ayıp ama, dedeleriniz arasında hiç aşçı var mı?” diye sorar. Devletli beklemediği bu soru karşısında biraz afallar ve yarı meraktan yarı neşeden “Neden sordun?” diye karşılık verir. Güngörmüş Seyis, “Ben daha önce başka devletli ve hükümdarlar için de çalıştım. Onlar sevdikleri hizmetkarlarını altın, gümüş gibi yükte hafif bahada ağır şeylerle taltif eder, ödüllendirirler! Aşçı dostlarım var. Onlar da aşçı yamaklarını öğün istihkaklarını artırarak ödüllendirirler de!” der.
Hikayenin sonunda kimin güldüğüne dair bir ayrıntı yok!
Dört çocuğu ile Amerika'da yaşayan bir dostum, pandemi döneminde ABD hükümetinin kendisi gibi ailelere yaklaşık yirmi bin dolar para yardımında bulunduğunu söyledi. Bu haftaki kur hesabı ile yaklaşık, yüzaltmış bin Türk Lirası ediyor. Gelişmiş iktidarlar, ne yiyip, ne giyeceğinize değil, bunları nasıl temin edeceğiniz ile ilgileniyorlar. Öyle ya, siz parayı verin gerisine karışmayın! İhtiyaç listesinde patatese sıra gelir mi, bakarız!
Eski Başkan Trump, insanların temizlik malzemesi konusunda panik yaşadığı pandeminin ilk günlerinde, miting için kendisini dinlemeye gelenlere, havlu peçete atarak başkanlığa uygun olmadığını fiili olarak göstermişti. Pandemiye karşı tavsiye ettiği tedbir ise “Lavabolarda suyu fazla kullanmayın. Sifonu bir kez çekin yeter!” şeklinde oldu. Bu görgüsüzlüğünü Biden'a karşı aldığı utanç verici mağlubiyet ile ödedi. Üşenmedim, sizin için araştırdım. Trump'ın büyük dedesi, ABD tarihinde "Altın'a Hücum" diye bilinen göç döneminde, altın madencilerine otel, motel ve pansiyon hizmetleri veriyormuş. Trump belli ki aslına çekmiş! Vatandaşın, tuvalet ya da havlu peçeteye olan ihtiyacını çok iyi anlamış(!)
Önümüzdeki günlerde, patatesin sahip olduğu vitamin zenginliği konusunda yoğun bir kampanya ile karşılaşabilirsiniz. Tabii ki, Almanya'dan aşı alamayan Sarayın, Alman Mühendislik harikası Mercedes'ler ile gününü gün ettiğini tartışmak, yazarınız dışında kimsenin aklına gelmeyecek.