Toplumsal uzlaşının yolu hukuktan geçer

Samanyoluhaber.com yazarlarından Ertuğrul İncekul yeni köşe yazısında toplumsal uzlaşı ve hukuk ilişkisi üzerine yazdı.
Türkiye, hukuk ve insan haklarında her geçen gün dünyadan kopmaya devam ediyor. Savrulmanın sınırı yok. Pasifik Okyanusu’ndaki, dünyanın en derin çukuru olan Mariana Çukuru’na kadar yolu var. Tek adam, otokratik rejime geçeli bir hayli zaman oldu. CHP gibi ekserisi laik kesimler uzun zamandır feryat ediyorlardı ama İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu Silivri’ye gönderilince daha bir aydınlandılar. Özgürlük yürüyüşleri, mitingler hukuk sınırlarında kalınca çok değerli tepkiler. Dış basında hukuksuzluklarla ilgili çıkan yazılar da bir o kadar kamuoyunu aydınlatma adına önemlidir. Yapılan boykotlar da oldukça akıllı ve yıldırıcı hamleler.

Cumhurbaşkanı veya siyasi bir otoritenin keyfî kararlar alamayacağı, Anayasa’nın 11. maddesinde de şu ifade yer alır: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar anayasaya aykırı olamaz.” Yani savcılar, hâkimler, valiler, polisler, askerler, anayasaya aykırı bir karar alamazlar, anayasaya aykırı bir talimat veremezler; ayrıca anayasaya aykırı bir kanun da çıkartılamaz.

Uluslararası insan hakları kuruluşları, son on yılda Hizmet Hareketi mensuplarına yönelik ağır hak ihlallerini defalarca raporlamıştır. Birleşmiş Milletler, Türkiye’de Hizmet’le bağlantılı kişilerin keyfî olarak tutuklandığını, işkence ve kötü muameleye maruz bırakıldığını tespit etmiş; BM Keyfî Gözaltı Çalışma Grubu birçok tutuklamayı hukuksuz ilan etmiştir. Amnesty International ve Human Rights Watch, darbe girişimi sonrası on binlerce kişinin işten atılması, mal varlıklarına el konulması, gözaltında işkence ve uzun tutukluluk gibi uygulamaları belgeleyerek kitlesel cezalandırmaya dikkat çekmiştir. Freedom House ise Türkiye’yi özgür olmayan ülkeler arasında göstererek, özellikle Hizmet mensuplarına yönelik yurt dışı kaçırmalar, pasaport iptalleri ve baskı politikalarını “uluslararası baskı” örnekleri olarak raporlamıştır. Tüm bu raporlar, yaşananların sadece iç hukuka değil, evrensel insan haklarına da aykırı olduğunu ortaya koymaktadır.

Leviathan, kendi evlatlarını yemeye ve ötekileştirmeye, nefret dilini yaymaya devam ediyor. İştahını kabartan herkese diş biliyor.
Muhalif olmana da gerek yok, eğer senden alacağı bir diş kirası varsa artık bahane uydurmak kolay. Hizipler, gruplar, cemaatler, cemiyetler, partiler arasında her gün nefreti, düşmanlığı yayarak akl-ı selim düşünmenin önüne setler çekiyorlar. Halkları birbirine düşman hâline getiriyorlar. Hizmet Hareketi’ne ve biat etmeyen cemaatlere yaptıkları nefret operasyonu ve cadı avını uzun zamandır Kürtler, Aleviler, Ermeniler’e yaptılar, yapıyorlar. Uğur Mumcu, Hrant Dink, Tahir Elçi gibi aydınların ölümlerindeki sis perdesi hâlâ kalkmış değil. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Hidayet Karaca, İlhan İşbilen, Ali Ünal, Mehmet Baransu gibi isimler neden on yıla yakın süredir hâlâ demir parmaklıklar arkasındalar?

Toplumsal uzlaşının mümkün olduğunu düşünenlerdenim. Önce hukuk geri gelmeli, bunun da şartı Hizmet Hareketi başta olmak üzere her kesimden namuslu, dürüst, liyakatli insanlara saldırmayı ve düşmanlığı bırakmaktan geçiyor. Algılarla sarhoş hâle gelen sözde aydınların yeniden kalbiyle akledebilir seviyeye gelmesimi umuyorum. İnsan onuru herşeyin üstündedir. Hukuk önündeki, insana insan olarak değer verme, düşünce ve kanaat hürriyetine saygı duymak, bir aydının olmazsa olmazı değil midir? Mağdura kimlik sormak yakışır mı? Aydınların ve kanaat önderlerinin kendinden farklı kesimlerin derdine sahip çıkması ile toplumsal uzlaşı olabilir. Kazım Güleçyüz geçenlerde “Kanaat Önderleri; artık zulme karşı bir ses verin!” diye bir video yayınladı.

Bu bağlamda tüm gayretler çok değerli. Toplumsal uzlaşı, yeniden ülkemizin önünü her alanda açacak yegâne yoldur. Susturulan ve susması istenen özgür medyanın, iradelerin ve ağızların konuşması ile ancak otokrasi ile mücadele edilebilir. Rejimin propaganda ve algı merkezlerine inat, özverili ve gerçek habercilik çalışmalarını, yurt dışında sürgünde olan gazeteciler sürdürüyorlar. 5 Nisan’da Almanya merkezli Uluslararası Gazeteciler Derneği (İJA)’da önemli bir etkinlik oldu.

İJA’nın vizyonu; medya çalışanları arasında uluslararası düzeyde diyalog, dayanışma ve mesleki gelişimi destekleyen faaliyetlerde bulunmak.

Misyonu ise; medya mensuplarını sektördeki gelişmelerden haberdar etmek, bilgi paylaşımını ve dayanışmayı artırmak, medya özgürlüğünü savunmak, etik ilkelere katkı sunmak, mağdur medya çalışanlarına destek olmak, eğitim ve maddi destek projeleri yürütmek ve tüm bu faaliyetleri küresel ölçekte, ayrım gözetmeden gerçekleştirmek.

Unutmayalım ve pes etmeyelim! “Barış, özgürlük ve huzur, uzun ve sabırlı bir anlama gayretinin, yol yorgunluğuna düşmemenin ve ötekileştirmemenin bir sonucudur.”
08 Nisan 2025 10:40
DİĞER HABERLER