Gazeteci-Yazar Aydın Engin Türkiye’de yaşanan korku iklimini ve kendine gelen mağdur mektuplarını yazdı.
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Gazeteci-Yazar Engin, bugünkü köşesinde Türkiye’nin dört bir yanından kendisine gelen mağdur mektupları olduğunu vurgulayarak onlar üzerinde durdu. Ülkenin en doğusundan en batısına, mağdur olan askerden, öğretmene kadar yüzlerce kişiden mektup alan Engin, maalesef diyerek ülkede en az okunan yazı ve haberlerin bu hak ihlalleri olduğunu söyleyerek bu durama sitem etti.
Engin’in ‘Korku kol gezerken’ başlıklı köşe yazısı şöyle:
Başlığa bakıp korkanın ben olduğumu düşünmediniz umarım... Ama bu cümleye bakıp benim pek korkusuz bir yiğit olduğumu da düşünmeyin e mi? Benimki “Acı patlıcanı kırağı çalmaz” halk deyişine yaslanan, bir de bu yaşa gelince “Kurttan olmaz korkusu böyle yaşlı gazetecinin” diye benim uydurduğum bir sözden güç alan bir cesaretten ibaret...
Geçelim...
Masamın üstünde bir tomar mektup var. Masamın çekmecesi atmayı kendime yakıştıramadığım, ama fırsat bulup Tırmık’a da taşıyamadığım mektuplarla tıka basa dolu.
Yurdumun dört bir (on dört, yüz on dört) köşesindeki hapishanelerden gelen mektuplar. Silivri’den, Bolu’dan, Kocaeli Kandıra’dan, Tekirdağ’dan, Ağrı’dan, Van’dan, Kayseri’den, İzmir Şakran’dan, Diyarbakır’dan... Yok tek tek sayarak baş edilmez. Gerisini siz tamamlayın...
Bitmedi.
Anne mektupları. Annelerin, askeri okul öğrencisi ya da er olarak askerlik yapan oğulcuğunun sorgusuz sualsiz, iddianamesiz, duruşmasız, yargısız, hukuksuz dört duvar ardına atılmasını acılı çığlıklarla gazeteciden dile getirmesini istediği mektuplar.
Suçu mesleğinin ilkelerine bağlı kalmaktan, iktidarın emir kulu olmayı reddetmekten ibaret yargıçlar ve savcılardan gelen can acıtıcı mektuplar...
Hapishane yönetimlerinin, infaz savcılarının ille bir sebep arayıp, bulup görüş yasağı, mektup yasağı getirdikleri, ömür boyu ağırlaştırılmış ya da hafifletilmiş(!) hapis cezalarıyla yargılanan gencecik erkek ve kadınların mektupları...
“İşkence timleri”ne dönüştürülmüş birtakım heriflerin cezaevlerinde ava çıkıp, bedensel ve ruhsal acının her türünü üstlerinde uyguladığı tutukluların, hükümlülerin mektupları...
Daha sayayım mı?
***
Şimdi bu yazının başlığına gelelim: Korku kol gezerken...
“Kol gezen korku” hapishanelerde değil, ülkede, toplumun kılcal damarlarında, bilinç altlarında ve üstlerinde...
Google hazretleri çok hassas ölçümlerle, hangi yazı, hangi haber kaç kişi tarafından okundu sorularına sağlam bilgiler verecek güçte. Google’da o medya kurumunun şifresini kullanabilenler sıradan okurlardan farklı ve ayrıntılı bilgilere ulaşabiliyorlar.
Açıkça görünüyor, gözleniyor: Cezaevlerindeki koşullar, cezaevlerinde sürüp giden hukuksuzluklar, yargı erkinin hemen her kademesinde “hukukun guguk edildiği” duruşmalar, deli saçmasını bile gölgede bırakan iddianameler üstüne yayımlanan haberler, bu medya kanallarının en az okunan haberleri. Buna rahatlıkla köşe yazılarını da eklemelisiniz...
Bir kez daha: En az okunan haberler, yazılar...
***
Biliyorum, yazıya döktüğüm bu saptama pek çok kişinin hoşuna gitmeyecek.
Biliyorum, kendisi bu konulara ve sorunlara duyarlı olan, elinden geleni yapanlar, dolaylı olarak kendilerinin az olduğunu ileri süren bu cümlelere öfkelenecekler.
Ama gerçek bu.
Dahası var.
15 Temmuz darbe girişiminde komutan emri ile katılmak zorunda kalmış askeri okul öğrencilerinin ve erlerin duruşmalarına ana babalar dışında, akrabalar, yakın dostlar, komşular bile duruşma salonuna gelmemek için sürekli mazeret üretmekte, kimileri yalan söylemektense “Başım belaya girer arkadaş. Mimlenirim. Kusura bakma” demekte...
Dahası var.
Oğlu, kızı, kocası, karısı herhangi bir davada sanık olarak yargılananların aileleri ile komşuluk, arkadaşlık hatta akrabalık ilişkileri askıya alınmakta, onlar acıları ve kaderleri ile baş başa bırakılmakta.
***
Bu duyarsızları, korkanları, ayak sürüyenleri suçlamak doğrusu konuyu ve sorunu çok ucuzlatmak olur.
Korku iklimi yaratanlara karşı çıkmak yerine, bu korkuya kapılanlara sövüp sayarak kendini rahatlatmak, kendi yüreğini serinletmek olur.
Şu günlerde mutluluk değil, keyif hiç değil, sadece öfkeler biriktiren mesleğim, yukarıda sayıp döktüklerimi dolaysız gözlemeyi, defalarca gerçekliğine tanık olmayı sağlıyor.
“Keşki sağlamasaydı” dememek için zorlanmaktayım, zorlanmaktayız...
Bu yazı sadece bu gerçekleri sizlerle bir kez daha paylaşmak için yazıldı.
O kadar...