17/25 Aralık tarihindeki yolsuzluk olayları, 15 Temmuz darbe fitnesi ve sonrasında gelişen hadiseler olumsuz manada sadece Hizmet Hareketini ve Hizmet insanını sarsmadı.
DR. NUMAN YILMAZ YİĞİT
17/25 Aralık tarihindeki yolsuzluk olayları, 15 Temmuz darbe fitnesi ve sonrasında gelişen hadiseler olumsuz manada sadece Hizmet Hareketini ve Hizmet insanını sarsmadı. Türkiye kamuoyunun dine, diyanet camiasına, cemaat ve tarikatlara yani dini ve dini hayatı temsil eden kişi veya gruplara olan itimat ve güveni de ciddi manada sarstı, hatta yıktı. Bu dönemin baş aktörü olan AKP ve şürekası zahiren galip gelmiş gibi görünseler de maksat ve hedeflerinin aksine, içte yaşadıkları başkalaşma ile onlarda bu sarsıntıyı yaşadı ve hala yaşamaktalar.
Öncelikle bu süreçte AKP'nin taban ve tavanı gitgide küstah bir tavra bürünerek gurur ve kibrin, aniden gelen zenginlik kaynaklı lüks, israf ve şımarıklığın temsilcileri olmakla dine ve dini hayatla bağdaştırılamayacak bir tarafa savruldular. İşledikleri aleni günah ve suçlar ise ayrı bir konu. Ülkücülük ve derin devlet algısından devşirildiği anlaşılan, dini bir izahı da olmayan ve kuru bir ideali ifade eden ‘tek Vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet’ lafı da gençliği motive etmeye yetmedi. Ferdi, samimi, etkisiz birkaç şahıs istisna edilecek olursa genel manada ortalama gençlik daha çok dünyayı kazanma ve devşirme peşinde görülüyor. Yüksek bir gaye-i hayal olarak telakki ettikleri tek şey sekülerleşmiş, dini paravan olarak kullanan bir menfaat grubunun iktidarına destek vermekten ibaret. Böyle bir iktidarı ayakta tutmak için, temel değerleri çiğnercesine bu uğurda kullanılmalarına, o gençlik adına, üzülmemek elde değil. AKP’nin İktidar olması, onlarda ve şürekasında dine hizmetten daha çok, ciddi manada bir servet, mevki makam, şan şöhret sarhoşluğu oluşturduğu, bunun da hala devam ettiği söylenebilir. Şu anda anlaşılamaz bir körlük ve sağırlık yaşadıkları muhakkak.
Dini temel naslar açısından içine düştükleri hata ve günahlara bakıldığında dünyayı önceleyen, ahireti önemsemeyen, dini dünyevi çıkarlara alet eden, hukuku ve adaleti hiçe sayan devamlılıklarını zulme korkutmaya, şantajlara, menfaat dağıtımına bağlayan bir noktada bulundukları görülmektedir. Temel bir felsefeden yoksun olan bu yapının, korku duvarı yıkıldığında, menfaat kaynakları bittiğinde dağılıp gideceği şüphesizdir.
Diğer ikinci kesim yani AKP dışında kalan ekseriyet açısından bakıldığında ise AKP zihniyetinin dindar söylemleri ile taban tabana zıt tavırları “siyasal İslamcı” iddiasını güdenlere karşı halkta bir nefret oluşturdu. Bunun yanında, salt olarak dinin, halkın bir kurumu olması gereken ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’nın AKP’nin bir parti bürosu gibi çalışması, halkta Diyanet’e ve Diyanet görevlilerine karşı bir antipati meydana getirdi. Bunun yanında ilahiyat çevrelerinin, yapılan onca hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve zulüm olayları karşısında bırakın tarafsız sessiz kalmayı birkaçı hariç, alenen AKP’nin yanında yer almaları insanların zaten zayıf olan, onlara olan güvenlerini yok etti. Üstüne üstlük bir kısım ilahiyat hocalarının AKP’nin hukuken suç, dinen günah sayılan fiillerine fetvalar yetiştirmeleri, işi, bütün bütün çığırından çıkardı.
Tarikat ve cemaatlerin AKP ye kayıtsız şartsız biat etmeleri, haksızlık ve zulüm karşısında susmaları, bir kısım -taciz olayları gibi-olumsuzluklarla anılır hale gelmeleri, çağın anlayışına hitap etmeyen, klasik usul ve metotları takip etmeleri de kamuoyunda adeta bir nefret objesi haline gelmelerine neden oldu. Bütün bu kesimler, itibarlarını, kendilerine olan güveni, adeta kendi elleriyle yok ettiler. Keşke konu sadece kendileri ile sınırlı kalsaydı. Fakat maalesef öyle olmadı. Dindarların hatalarından dolayı din realitesi sorgulanır hale geldi.
Dindarların hataları yüzünden dinden ve dini hayattan uzaklaşan bilhassa gençler şimdiler de ya ‘Deizm ’in kucağında ya da dini hayattan uzak bir yaşam tarzını tercih etmekteler. Eskiden dine gelen tahribat hariçten gelmekte iken maalesef bu dönemde içten, Müslümanlığı temsil ettiğini iddia eden kişi veya kurumlardan geldi. Maksat ve hedefleri bu olmamasına rağmen, olaylar karşısında verdikleri tepki, takip ettikleri yol, maalesef böyle bir neticeyi sebebiyet verdi.
Hizmet insanı da bu süreçten farklı açılardan etkilendi. Onca iyi niyete rağmen, ülke ve insanlık için yapılan hayırlı çalışmaların takdir edilmemesi bir yana, bir de üstüne üstlük bu samimi çalışmalara ‘terör ’yaftasının asılmaya çalışılması onlarda bir şok tesiri meydana getirdi. Ülkesine, milletine karşı -istenmese de -fıtrat gereği, içlerinde bir kırgınlık hissi oluştu. Vatanından, malından, sevdiklerinden hatta bazılarının canından olması onları daha bir derinden üzdü.
Bu tür sıkıntılar esnasında her sosyal yapıda olduğu gibi Hizmet içinde de bir kısım sorgulamalar yaşandı. Bu sorgulamaların bir kısmı içe ve kişilere yönelik diğer bir kısmı da gönülden sahip çıktıkları Hizmet Hareketi’nin akıbeti ve geleceğine yönelik sorgulamalardı. Bu sorgulama, az bir kesimde de, Hizmet içindeki bazı kişilerin hata yaptıkları düşüncesine dayalı olarak, cemaate karşı mesafeli durmayı tercih etme şeklinde tezahür etti. Bütün bunların içinde belki de en üzücü olanı yine az bir kesimde de olsa cemaat üzerinden itikadi manada içine düşülen sorgulama idi. Bu süreç de, herkes gibi, Hizmet gemisi de yara almış, hızı yavaşlamış olsa da bütün bunlara rağmen durmamış, elden geldiğince yaralarını sara sara -Allah’ın inayeti ile- batmadan yoluna devam etmeyi başarabilmiştir.
15 Temmuz darbe fitnesi sürecinde yaşanan sıkıntılar onların karşılaştığı geniş çaplı ilk ciddi imtihanları oldu denilebilir. Gerçi Hizmet insanının gerek Kuran’daki kıssalardan gerek Efendimiz (as) tavsiyelerinden gerek İslam tarihinde yaşanmış üzücü olaylardan gerekse de bunlardan esinlenerek Risale ve Fethullah Gülen Hocaefendinin eserlerinde yazılanlardan dolayı bu türden imtihanlarla ilgili zihni bir hazırlıkları vardı. Fakat bu anlatılanları fiili olarak ilk defa yaşadılar. Bazıları bu acı tecrübeyi latife yollu ‘sorular çalışmadığımız yerden çıktı’ esprisiyle karşılamış olsalar da, -Allah’ın inayetiyle – ekseriyetle de, sarsıntıyı, devrilmeden atlatma noktasında epey bir mesafe aldıkları, yeniden derlenip toplandıkları görülmektedir.
Başa gelen bu musibetler, İnanmış bir insanın bakış açısıyla, Kur’an ve Asr-ı Saadet’te yaşananlar ve Nebevi beyanlarla beraber ele alındığı zaman aslında hiç de yadırganacak şeyler değildir. Yaşanan sıkıntılar her ne kadar üzücü de olsa, Kur’an’daki kıssalarda bahsedilen, peygamberlerin yaşadıkları sıkıntıları yaşamak, Asr-ı Saadet’te ashab-ı kiram (ra) başına gelen musibetlere benzer hadiselere maruz kalmak, aslında ‘Hakkaniyet’ adına önemli işaretler olduğu gibi aynı zamanda, gerçekten inanmış bir müminin içini rahatlatacak, acılarını hafifletecek hususlardır. Mesela,’ Allah bir topluluğu sevdiği zaman onları imtihan eder’(Tirmizi, zühd, 57)beyanı bunlardan sadece bir tanesidir.
Şu muhakkak ki hiçbir musibet daimî değildir. ’Her zorluktan sonra bir kolaylık’ (İnşirah, 94/5-6) lütfetmek Allah’ın adetinden ve sünnetullahtandır. Her ne kadar bazı kayıpların dünyevi olarak telafisi mümkün olmasa da "Eğer size bir yara dokunduysa o topluluğa da benzeri bir yara dokunmuştu. O günler ... Onları biz insanlar arasında çevirip dururuz. (Bazen bir topluma iyi veya kötü günler gösteririz, bazen ötekine.) Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için bu günleri bazen lehe bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz’ (Al-i lmran, 3/140) ayetinin ifade ettiği gibi musibet ve sıkıntı günleri geçecek, mazlum ve mağdurlarında sevineceği günler olacaktır.
Şimdilerde herkesin kalben ve ruhen beslenme, yeniden kaynaşma adına çoluk çocuk yılbaşı tatilini değerlendirmek için yapılan manevi kamplara akın etmesi, cemaatle namaza ve tesbihatlara ders ve sohbetlere iştirakleri, her namaz ve dua da Türkiye ve Türkiye’deki mağdurlar için kavli ve fiili dualar edilmesi hadisenin şokunun büyük ölçü de atlatılmış olduğunu göstermektedir. Tabi ki bu bütün problemlerin bittiği anlamına gelmiyor. Fakat bir ve beraber olmadan da problemlerin üstesinden gelme, mağdur ve mazlumlara el uzatma imkânı yok. Dağılma ve çözülme dostların üzüleceği, kendini düşman olarak konumlayanlarında sevineceği bir husustur. Şu unutulmamalıdır ki Hizmet Hareketi yaptığı ve yapacağı hizmetlerle insanlığa yararlı olma yolunda istikbal vadeden bir harekettir. Bu yönüyle ağır, profesyonel bir düşmanlığa maruz kaldığı muhakkaktır.
Kaos ortamlarında, hadiselerin sıcaklığı henüz devam ettiği için olayları ve hadiseleri tam, net olarak görme, anlama ve anlatma imkânı olamayabiliyor. Mesela bir trafik kazasında çoğu zaman şoka giren taraflar olayları net olarak hatırlayamamaktalar. Fakat kaza yapan kişilerin , şok halini atlattıktan sonra hafızalarını toparladıkları, kaza ile ilgili detayları hatırlamaya başladıkları görülmektedir. Sosyal felaketlerde de hadiselerin anlaşılması hakikatin ortaya çıkması, netleşmesi, kaos ortamının dinmesine, olayların durulmasına bağlı olarak belli bir süreyi, zamanı alabilmektedir. Her ne kadar taraflar kendi açılarından olayları izah etmeye çalışsalarda kimin doğru, kimin yanlış olduğunun anlaşılması çoğunlukla zamana ve olayların gelişimine bağlı bir durum arz etmektedir. İmam-ı Rabbani (ra)in buna benzer olaylarla ilgili sık sık tekrar ettiği bir beytinde ifade buyurduğu gibi;
‘Toz duman yatıştığı zaman göreceksin,
At mı, yoksa eşek mi, üstüne bindiğin?
Evet bir fırtına veya hortumla ortalık toz dumana büründüğü zaman göz gözü görmez ve insan neyin ne olduğunu bilemez hale gelir. Fakat ne zaman ki toz duman kalkar, gider işte o zaman insan sağını solunu görür, içinde bulunduğu mekânı, nesneleri ve olan-biteni daha net fark eder hale gelir. İşte bunun gibi zaman geçtikçe olayların arka planı daha net görülmekte ve olayların gerçek failleri bir bir ortaya çıkmakta ve Hizmet insanının masumiyet ve mağduriyeti, sosyal hayattaki boşluğu daha yakından hissedilmektedir. Zor olsa da sabır çok şeyin ilacıdır. Aktif sabırla bekleyip görelim inşallah.