Berat Özipek hoca yazınca aklıma düştü. Hürriyet gazetesi (herhalde kuruluşunun 60. yılı şerefine) bir ‘insan hakları treni’ yapmış.
Bu güzel tren, herhalde güzel yurdumuzu dolaşıyor, herhalde istasyonlarda duruyor, herhalde insan haklarının ne mühim bir şey olduğunu hatırlatıyor.
Berat hoca ‘şaka gibi’ diye yazmış.
Hem de süper şaka.
Bu gazete, vaktiyle, Susurluk Komisyonu’na ifade vermeyi reddeden, dolayısıyla JİTEM’le bağlantılı suç örgütlerini gizleme cihetine giden Teoman Koman ve yandaşlarını, irade-i milliyeye karşı ‘gerekirse silah bile’ kullanabilecek ‘laik önderler’ olarak alkışlamıştı.
Buradan yola çıkarak, neden bir ‘darbe treni’ yahut ‘andıç treni’ yapmıyorlar?
Haa, Türkiye’yi irtica belasından kurtaran laik önderlerden biri, emekli olur olmaz Cavit Çağlar’ın sonradan içi boşaltılan ‘Interbank’ına kapağı atmış, diğeri ‘Türkbank yolsuzluğu’nun sanık isimlerinden Korkmaz Yiğit’in danışmanlığına atanmıştı.
Bu süreci ‘aklama’ misyona koşulmuş ve kendisini ‘kaptan’ olarak pazarlayan arkadaş da TÜSİAD’a üye yazılmıştı.
Gazeteciysen, gazeteciliğini bil.
TÜSİAD’a üye olmak da nereden çıktı?
Madem TÜSİAD’da kalma ısrarını sürdüreceksin, gazete köşelerini neden işgal ediyorsun?
Bu ‘insan hakları treni’ meselesini, bir de bu gazete marifetiyle teşhir edilmiş, mahremiyeti ayaklar altına alınmış, kamuoyu önünde küçük düşürülmüş, canı yakılmış, düpedüz suç örgütlerine hedef gösterilmiş ve hatta kurşunlanmış insanlara soralım.
Mesela, Cengiz Çandar’la Mehmet Ali Birand’a soralım. Andıç haberinden sonra kurşunlanan Akın Birdal’a soralım. ‘Testis haberi’nin mağduru hanım doktorlara soralım. Medine Bircan’ın yakınlarına soralım.
Eski bir olaydır ama hatırlatmakta yarar var:
Medine Bircan adlı 71 yaşındaki hasta, böbrek rahatsızlığı nedeniyle hastaneye müracaat ediyor. Diyaliz makinasına bağlanması gerekmektedir. Ama hastane yetkilileri, sağlık karnesindeki fotoğrafın ‘başörtülü’ olduğunu gerekçe göstererek, hastanın tedavi talebine cevap vermiyor. Ve tedavisi yapılmayan Medine Bircan bir süre sonra hayatını kaybediyor.
Olay, o sırada, medyanın küçük kesimine intikal etmiş, tartışma haftalarca sürmüştü.
Tedavi, gerçekten de ‘başörtülü fotoğraf’ engeline takılmıştı ve yanlış hatırlamıyorsam, sorumlular hakkında inceleme de başlatılmıştı.
Sonuç ne oldu, hatırlamıyorum.
Peki, ‘insan hakları treni’yle gönüllerde taht kuran gazete ne yaptı dersiniz?
Ne yapacak, Medine Bircan haberlerini çürütmeye, ölüme sebebiyet veren sorumluları aklamaya koyuldu.
Bitirmeden önce bir de küçük ‘hikaye’ anlatayım:
Medyanın en büyük patronu, günün birinde, elindeki tapon gazetelerinden birini satışa çıkarıyor.
Bir inşaat büyüğü talip oluyor gazeteye. Anlaşıyorlar.
Medya büyüğü, inşaat büyüğünden 6 milyon dolar kaparo alıyor. Sonra iş bozuluyor. Medya büyüğü kaparoyu iade etmeye yanaşmıyor. ‘Hiç değilse 1 milyon doların üzerine yatayım’ diyor.
Damadını görevlendiriyor.
Damat telefonla adamlarına şu talimatı veriyor: ‘İnşaat büyüğüne, reklam almış gibi 1 milyon dolarlık sahte fatura yazın, para bizde kalsın. Çamur yapcaz yani, tamam mı?’
İşte böyle...