[Z. Hicran Yıldırım yazdı] Allâh bize yeter, O ne güzel vekildir!

Eğitimci-yazar Z. Hicran Yıldırım'ın kaleme aldığı 'Rehberlik Köşesinde' her yaştan insanımız için önemli bilgiler yar alıyor. Bugün yedinci bölümünü yayımladığımız yazı dizisinde Yıldırım , Hz. İbrahim (as)' kıssasını anlattı.
‘Bizim yolumuz Halîliyye yolu, Hz. İbrahim'in, hasbîlerin; yani maddî-mânevî füyûzat hislerinden fedakârlığa âmâde olanların yoludur. Bu sebeple bu yola baş koyanlar tek başlarına kalsalar bile yılmadan, darılmadan, dayanmasını bilmeli ve hep kapıyı dövmeye devam etmelidirler.’


Hz. İbrahim (as)

Hz. Nuh’un (as) evlatları Fırat nehrinin yakınına Babil şehrini kurmuş, burada bir medeniyet meydana getirmişlerdi. Bir kısmı da Musul şehrinin yakınında Ninova şehrini inşa etmişlerdi. 

Babilliler (Keldânî kavmi), zamanla Allah'a inanmayı bırakıp putlara ve yıldızlara tapmaya başladılar. "Sâbiîlik" adı verilen bu inançta putlar ve yıldızlar, ruhlarının sembolü olarak kabul ediliyordu. Yıldızlara, aya, güneşe ve bunlar adına yapılmış putlara tapmak için Babil'de puthaneler yapılmıştı. Hatta bu inançlarıyla ilgili devlet yönetiminde puthane bakanı bile bulunuyordu.

Tarihçilerin kaydettiğine göre kâhin ve müneccimlerin o sene bölgede doğacak İbrahim adlı bir çocuğun halkın dinini değiştireceğini, Nemrud'un saltanatına son vereceğini söylemeleri, diğer bir rivayete göre ise Nemrûd'un bizzat böyle bir rüya görüp bunu yorumlatması üzerine Nemrud hamile kadınları bir yere toplamış ve doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini, ayrıca erkeklerin eşlerinden uzaklaştırılmasını emretmişti.




Bunun üzerine Hz. İbrahim (as)’ın babası Âzer, İbrahim'e hamile kalan hanımını Kufe ile Basra arasındaki Ur şehrine veya Verkâ denilen yere götürüp bir mağaraya saklamış, Hz. İbrahim (as) bu mağarada doğmuştu. (Taberî, I, 234-235) Daha sonra kimsenin dikkatini çekmeyecek şekilde belli bir yaşa gelinceye kadar hep gizli olarak büyütülmüştü. 

Hz. İbrahim (as), babasına etrafında gördüğü şeylerin ne olduğunu ve bunların bir yaratıcısının bulunup bulunmadığını sormuş, onların bir rabbi olması gerektiğini düşünmüş; yıldızları, ayı ve güneşi görünce her biri için, "Rabbim budur" demiş; fakat gördükleri kısa süre sonra sönüp gidince: "Ben böyle sönüp batanları sevmem" diyerek bunların hiçbirinin ilâh olamayacağını ifade etmişti.

‘Biz Mûsâ'dan önce de İbrâhim'e hidâyet ve akl-ı selim verdik. Biz onun halini pek iyi biliyorduk.’ (Enbiya 21/51) mealindeki ayetin de işaret ettiği gibi İbrahim (as) peygamberlik öncesinde de doğru yolda idi. İbrahim Aleyhisselamın, yıldız, ay ve güneş için "Rabbim" demesi, kendisi onlara inandığı için değil, diğerlerinin anlayışına uygun olarak konuşmak ve akıllarını başlarına getirmelerini sağlamak içindi. 

Kur’an-ı Kerim bu hadiseyi şöyle anlatır:
‘Bir zaman İbrahim, atası Azer'e: "Ne! Sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de halkını da besbelli bir sapıklık içinde görüyorum!" demişti.

Biz İbrahim'e (şirkin çirkinliğini gösterdiğimiz gibi) imanında yakine, kesinliğe ulaşması için göklerin ve yerin muhteşem hükümranlığını da öylece gösteriyorduk.
Gece bastırınca İbrahim bir yıldız gördü, "(İddianıza göre) Rabbim budur!" dedi. Yıldız sönünce de "Ben öyle sönüp batanları Tanrı diye sevmem!" dedi.
Sonra ayı, dolunay halinde doğmuş vaziyette görünce "(İddianıza göre) Rabbim budur!" dedi. Sonra o da batınca: "Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, mutlaka sapmışlardan olurdum!" dedi.
Daha sonra güneşi doğarken görünce (iddianıza göre) "Rabbim, herhâlde budur, bu hepsinden daha büyük!" Batıp kaybolunca da: "Ey halkım, ben sizin Allah'a şerik koştuğunuz şeylerden berîyim." "Ben batıl dinlerden uzaklaşarak, yüzümü, gökleri ve yeri yaratan Rabbülâlemin'e yönelttim, ben asla sizin gibi müşrik değilim!" dedi.
Halkı kendisi ile tartışmaya girişti: O dedi ki: "Allah, bana doğru yolu göstermişken, siz hâlâ benimle O'nun hakkında tartışıyor musunuz? Sizin O'na ortak saydığınız şeylerden ben hiçbir zaman korkmam. Rabbim ne dilerse o olur. Rabbimin ilmi her şeyi kapsar. Hâlâ kendinize gelip ders almayacak mısınız?"

"Hem siz, Allah'ın size tanrı oldukları hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak saymaktan korkmuyorsunuz da nasıl ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkarım? Şimdi biliyorsanız söyleyin, bu iki taraftan hangisi korkudan emin olmakta haklıdır?"
İman edip imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte korkudan emin olma onların hakkıdır, doğru yolda olanlar da onlardır.
İşte bunlar, kavmine karşı İbrâhim'e verdiğimiz delillerdi. Dilediğimiz kimselerin derecelerini kat kat yükseltiriz. Muhakkak ki senin Rabbin tam hüküm ve hikmet sahibidir ve O her şeyi hakkıyla bilir.’ (Enam Suresi, 74-83)

Ve bir gün ‘Rabbi ona: "Kendini canı gönülden Hakka teslim et!" deyince o derhal: "Âlemlerin Rabbine teslim oldum." demişti.’ (Bakara 2/131) 

Bundan sonra, Yüce Allah, şeytanın peşine düşerek kendilerine zulmeden Babil halkına (Keldânî kavmine) rahmetinin gereği Hz. İbrahim (as)'ı peygamber olarak gönderdi. 

Hz. İbrahim’in yolu “Hanif” olarak isimlendirilmiştir. Hanif ise şirkin en küçüğünden bile fersah fersah uzak durma demektir. Haniflikten anlaşılan ilk mana, insanın Allah’ın dışında hiçbir ilaha tapmaması, hiçbir varlığı Allah yerine koymaması ve bütün putlardan uzak durmasıdır. Bir ileri derecesi, insanın duygu ve düşüncelerini şirk ihtiva eden her şeyden uzak tutması ve bütünüyle tevhide yönelmesidir.

Bu işin daha ileri bir derecesi ise insanın, Hanif olma duygusunu bütün tabiatına mâl etmesi, onu tabiatının sesi soluğu hâline getirmesidir. Buna muvaffak olan, şirk sayılabilecek en küçük şeyler karşısında bile fıtrî olarak tepki vermeye başlar. Mesela birisi onun yanında, yapılan güzel amelleri sahiplenmeye kalkacak olsa o, bunu, Cenâb-ı Hakk’ın icraatına ortak çıkma olarak görür. Aynı şekilde, yapılan hayırlı işleri başkalarına duyurmaya ve göstermeye çalışma da onun nazarında şirktir; alkış ve takdir peşinde koşmak şirktir; salih amel adına yapılan güzel işlerin karşılığını dünyada beklemek şirktir. Hakikî bir mü’mine düşen, bütün bu şirklerden uzak durmaya çalışmaktır. ***

İbrahim (as) Babil halkına uzun süre dini, dünyayı, ahireti, hayatı, ölümü ve yeniden dirilişi anlattı. Babasına ise ayrıca ayrıntılı ve saygı çerçevesinde izah etti. 

Babacığım! İşitemeyen, göremeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım! Bana, sana verilmeyen bir ilim verildi. Bana tâbî ol; seni sırat-ı müstakîme ulaştırayım. Babacığım, şeytana tapma! Çünkü şeytan, Rahmân’a isyân etmiştir. Ey babacığım! Doğrusu ben sana Rahmân’dan bir azap dokunup da şeytana dost olmandan korkuyorum!’ (Meryem, 42-45)

Âzer ise kızarak:

‘Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (onlara dil uzatmaktan) vazgeçmezsen, and olsun seni taşlarım. Uzun süre benden ayrıl; git!’ dedi.’ (Meryem, 46)

Fakat İbrahim Aleyhisselâm, Âzer’e yine yumuşak bir üslupla mukabele etti:
"Sana selâm olsun! Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı lütufkârdır." (Meryem, 19/47)

İbrahim Aleyhisselâm, bu sözü üzerine babasının affı için duâ etti. Ancak duâsı kabûl edilmedi. Çünkü babası Allâh düşmanıydı. Kur’ân-ı Kerîm bu husûsu şöyle bildirir:

“Cehennem ehli oldukları açıkça belli olduktan sonra, akrabâ dahî olsalar, (Allâh’a) ortak koşanlar için af dilemek, ne peygambere yaraşır, ne de mü’minlere! İbrâhîm’in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Onun Allâh düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan (hemen) uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrâhîm, çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi. (Tevbe, 113-114)

İbrahim Aleyhisselâm, Babil halkının kendisine inanmadığını görünce Nemrud'a gitti. Nemrud, sahip olduğu servet ve saltanatıyla kendini ilâh sanmaktaydı.

İbrahim (as), Nemrud'a Allah inancından bahsetti. Fakat o reddetti. İbrahim (as) ile Rabbi hakkında münakaşaya girişti. İbrahim (as) Allah Teâlâ'nın hem dirilttiğini hem de öldürdüğünü söyleyince Nemrud, kendisinin de bunu yapmağa gücü yettiğini ifade etti. Bunu ispat için de iki adam getirtti ve birini öldürüp, diğerini serbest bıraktı. Böylece öldürmeğe ve diriltmeğe kadir olduğunu göstermişti. Bu defa İbrahim (as): 
Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene!’ deyince Nemrud şaşırıp kalmıştı.

‘Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışan kişinin haline bir baksana! İbrâhim ona: "Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı alandır." deyince O: "Ben de yaşatır ve öldürürüm." dedi. Bunun üzerine İbrâhim: "İşte Allah güneşi doğudan doğduruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım!" der demez kâfir donakaldı. Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz.’ (Bakara, 2/258) 
Allah inancını kabule yanaşmayan Babil halkı, bir gün adetleri üzere puthaneye yemek getirmiş, putlarının önüne koymuş, daha sonra da eğlenme yerlerine gidiyordu ki İbrahim (as) ‘O vakit babasına ve halkına: "Nedir bu karşısında durup taptığınız heykeller?" dedi. "Biz, dediler, atalarımızı bunlara tapar bulduk, biz de onların yaptıklarını yapıyoruz."
‘Yemin ederim ki’ dedi, ‘siz de atalarınız da besbelli bir sapıklık içindesiniz.’
Onlar: ‘Sen ciddi misin, yoksa şakacı insanların yaptığı gibi bizimle eğleniyor musun?’ dediler.
‘Yoo! Şaka ne demek!’ dedi İbrâhim. ‘Doğrusu sizin Rabbiniz, ancak gökleri ve yeri yarattığı gibi bütün onların da Rabbi olan Zattır. Ben de bu gerçeğe şahitlik edenlerdenim.’
Ve içinden: ‘Allah'a yemin ederim ki, siz dönüp gittikten sonra mutlaka bu putlarınızın başına bir çorap öreceğim!’ diye ekledi.’ (Enbiya Suresi, 52-57)

İbrahim (as)'ı de eğlence yerine götürmek istediler, ancak o, rahatsız olduğu gerekçesiyle gitmedi. Onlar gidince, “O (İbrâhîm), gizlice onların tanrılarına sokuldu:
‘Yemez misiniz?’ dedi. (Cevap gelmeyince) ‘Neyiniz var ki konuşmuyorsunuz?’ dedi ve gizlice üzerlerine yürüyüp sağ eliyle onlara kuvvetli bir darbe indirdi.” (Saffat, 91-93) 
İbrahim Aleyhisselâm, büyük putun dışındaki putların hepsini balta ile kırdı. ‘Onların bütün putlarını paramparça etti, yalnız, halk, belki de olup biten olay hakkında kendisine sorarlar düşüncesiyle, onların büyüklerine dokunmadı.’ (Enbiya, 21/58) Sonra da baltayı büyük putun boynuna astı.

Akşam olunca Keldani kabilesi, eğlence yerinden puthaneye döndüklerinde, gördükleri manzara karşısında büyük bir şaşkınlığa düştüler. Putları bu hale getirenin İbrahim (as) olabileceğini düşündüler:

‘Dönüp de olanları görünce dediler ki: ‘Kim acaba tanrılarımıza bunu reva gören? Her kimse o, muhakkak ki zalimin teki!’
İçlerinden bazıları: "Sahi! İbrahim adındaki bir delikanlının onları diline doladığını işitmiştik!"
‘Haydin, dediler, getirin onu halkın huzuruna ki çekeceği cezaya onlar da şahit olsunlar.’

İbrahim (as)'i çağırıp sorguya çektiler.

‘Söyle bakalım İbrahim!’ dediler, ‘Sen mi yaptın tanrılarımıza karşı bu işi?’
Belki de’ dedi, ‘Şu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşurlarsa sorun bakalım onlara!’ 
Bunun üzerine vicdanlarına dönüp içlerinden: ‘Asıl zalim İbrahim değil, bu aciz putlara ibadet edip bel bağlayan sizler, biz müşriklermişiz!’ dediler.
Fakat bunu dışa vurmayıp sonra yine önceki görüşlerine dönüp İbrâhim'e: ‘Bunların konuşmadıklarını sen de pek iyi bilirsin!’ dediler.
‘O halde,’ dedi, ‘Allah'tan başka, size ne fayda ne de zarar veremeyecek şeylere mi tapıyorsunuz! Yuh size de Allah'tan başka o taptıklarınıza da! Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?’ ‘Eğer yapacağınız bir şey varsa,’ dediler, ‘o da bunu (İbrahim’i) yakmaktır. Böyle yapın da tanrılarınıza sahip çıkın!’ (Enbiya, 21/62-68)

Aslında bu sözler, taptıkları taş parçalarının ne kadar aciz olduklarını açıkça ortaya koyuyordu. Bunu görüp Hakk’a yöneleceklerine, Hazret-i İbrâhîm’e ateş püskürdüler.

İbrahim (as)'ın bu savunması, onun suçlu bulunmasına yetmişti. Yoldan çıkmış bu halkın lideri Nemrud, İbrahim (as)'ın öldürülerek veya yakılarak cezalandırılmasını teklif etti. Nihayet ibret olsun diye ateşte yakılmasına karar verildi. Ateş için hazırlıklar başlatıldı. Bir ay odun taşındı. Câhil halk:

“Bu insan, bizim putlarımıza karşı çıkıyor!” diye odun taşıma işinde seferber oldular. Dağ gibi odun yığıldı. Yakılan ateşin alevleri semalara çıkıyordu. Hararetinden dolayı, kuşlar yakınından bile geçemiyordu.

Bütün hazırlıklar bitince halk, ateşin başına toplandı. İbrahim Aleyhisselâm elleri kelepçeli ve ayakları prangalı bir şekilde oraya getirildi. Ancak o büyük peygamber “Halîl” olduğu için çok zor bir durumda olmasına rağmen büyük bir teslimiyet ve tevekkül içinde idi. Gönlünde en ufak bir korku ve endişe yoktu. 

Nemrûd ve ona uyanlar, O’nun ateşe nasıl atılacağını müzâkere ettiler. Nihâyet, mancınıkla atılmasına karar verdiler.

Bu sırada, Cebrâil (aleyhisselam) gelip “Cenâb-ı Hakk’ın selamı var, ateşe atacaklar seni! Ben, ne yapayım!” deyince, Hazreti İbrahim:
 
“O (celle celâluhu), benim halimden haberdar ise, Allah, bana yeter; o ne güzel vekildir!” dedi.

Kur'ân-ı Kerim, Hz. İbrahim'e "Tek başına bir ümmetti." (Nahl sûresi, 16/120) demektedir. Haddizatında Hz. İbrahim tek bir fertti ama onun himmeti, bütün insanlığı içine alacak kadar genişti. O, bütün dünyayı kucaklama azm ü gayreti ve cehdi içindeydi. Ateşe atılırken tek başınaydı. Tek bir insan çıkıp da bu zulme "Dur!" dememişti. 

Hz. İbrahim, mancınığa konup ateşin içine atılırken yanında hiç kimse yoktu; yoktu ki gökler harekete geçti. Cibril (aleyhisselâm) geldi ve:
 
"İstersen Rabbim sana yardım edecek." dedi. 
Hz. İbrahim ise buna karşı sadece "Hasbî, hasbî!" dedi. Bu, bir büyüklüğün, olabildiğine bir derinliğin, Rabbe karşı bir vefanın ve fevkalâdeden O'na itimadın ifadesidir.

İşte bizim yolumuz da Halîliyye yolu, Hz. İbrahim'in, hasbîlerin; yani maddî-mânevî füyûzat hislerinden fedakârlığa âmâde olanların yoludur. Bu sebeple bu yola baş koyanlar tek başlarına kalsalar bile yılmadan, darılmadan, dayanmasını bilmeli ve hep kapıyı dövmeye devam etmelidirler.

Hazırlanan ateşin alevi, en şiddetli ve hararetli duruma geldiğinde İbrahim (as)'ı mancınıkla ateşe fırlattılar. 

Mancınığa konup ateşe atılırken Abdullâh bin Abbâs’ın (ra) Peygamber Efendimiz’den rivâyet ettiğine göre İbrahim Aleyhisselâm:

“Hasbünallahu ve ni’mel vekil.” (Allâh bize yeter, O ne güzel vekildir) diyordu.

Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) de bu sözü, “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakınız!” denildiğinde söylemiştir. Bunun üzerine Müslümanların îmânları artmış ve hep birlikte: “Hasbünallahu ve ni’mel vekil.” Allâh bize yeter, O ne güzel vekîldir!” diyerek, Allâh’a karşı eşsiz bir teslîmiyet örneği sergilemişlerdir. (Buhârî, Tefsîr, 3/13)

Hz. İbrahim Aleyhisselâm’ın bu yüce teslimiyeti ve yalnız Hakk’a tevekkülü üzerine, O daha ateşin içine düşmeden Allâh Teâlâ, ateşe emretti:

"Yâ nâru künî berden ve selâmen alâ İbrahim!" "Ey ateş İbrahim’e soğuk ve selametli ol!" (Enbiyâ Suresi 69) Yani ne buz ne de ateş, ikisi ortasında ‘selam ol’ diyordu. ‘Selam’ bizzat Cenab-ı Hakk’ın ismiydi… ve ateş de İbrahim’e karşı ‘selam’ oluyor ve ‘selam’ duruyordu.  

Bu emirle birlikte İbrahim Aleyhisselâm’ın düştüğü yer bir anda gül bahçesine döndü. Bir rivâyete göre, Cennet’ten bir gömlek indirildi ve Hazreti İbrahim’e giydirildi. Bu gömlek, daha sonra İshâk Aleyhisselâma, O’ndan Yâkûb Aleyhisselâma, O’ndan da Yûsuf Aleyhisselâma intikâl etti. Yâkûb Aleyhisselâmın gözleri âmâ olduğu zaman, Yûsuf Aleyhisselâmın gönderip de gözlerinin açılmasına vesîle olan gömlek, işte bu gömlek idi.

'‘Hülasa onu tuzağa düşürmek istediler ama, Biz asıl onları hüsrana uğrattık. Asıl tuzağa düşenler kendileri oldular…Onu Lût ile beraber kurtarıp, bütün insanlar için kutlu ve feyizli kıldığımız diyara ulaştırdık.’ (Enbiyâ Suresi, 69-71)

İbrahim (as) Allah’ın lütfuyla ateşten kurtulmuştu. Ateşe atılma hadisesinden sonra îman edenlerle birlikte Nemrut ve Keldanî kavminin zulmünden kurtulmak için önce Babil’e uğradı. Oradan da kardeşinin oğlu Lût, hanımı Sare ve bir mü’min topluluğu ile birlikte Urfa’nın güneyinde bir kasaba olan Harran’a hicret etti.

Keldani kabilesi toz halinde sivrisinek sürülüleri ile cezalandırıldılar. Nemrut ise bir sineğin beynine girmesi ile helak oldu.

Devam edecek…  
21 Şubat 2020 13:00
DİĞER HABERLER