“KRİTİK” (!) MGK toplantısı başlamadan önce yazdığım dünkü makalede, Ankara’da hangi nihai bildiri yayınlanırsa yayınlansın, ülke rotasının değişmeyeceğini söylemiştim.
Sivil demokrasiye eksenli bir “geçiş dönemi” yaşayan Türkiye’nin “normalleşme” sürecinden artık ricâd edemeyeceğini; zaten de “Ergenekon” soruşturmasının, bu süreci aniden hızlandıran bir vites değişimi anlamına geldiğini kaydetmiştim.
Özet olarak, “ok yaydan çıktı, dönüşü yok” demiştim.
NİTEKİM, askeri yargının takipsizlik kararına ve Genelkurmay Başkanı’nın “kağıt parçası” yorumuna rağmen, “İrticayla Mücadele Belgesi” altında imzası bulunduğu iddia edilen albay önceki akşam sivil savcı tarafından tutuklandı.
Üstelik de tevkifat MGK toplantısı devam ederken gerçekleşti.
Bu, çok önemli bir gelişmedir! Yukarıdaki “normalleşme”nin yeni bir tezahürüdür.
Bildiğim kadarıyla da, içeriği farklı olsa bile, 33 Kürt masumu kurşuna dizdirdikten sonra kılına dokunulamayan ve ancak DP’nin iktidara gelmesinden sonra yargılanarak? O da apoletli mahkeme önünde idama mahkum edilen General Mustafa Muğlalı olayı dışında, sivil ve askeri otoritenin böylesine çeliştiği başka bir örnek cumhuriyet tarihinde yoktur.
O halde, yine otomobile ilişkin metaforik bir benzetmeyle, zanlı Albay Çiçek’i kısa süre de olsa tutuklamaya “cesaret etmek” (!), süreci zaten hızlandırmış olan “Ergenekon” vitesine ek olarak, şimdi bir de motordaki takviye manivelasını çekmek anlamına geliyor.
Dolayısıyla, kilometre saatindeki ibresinin gösterdiği yeni süratten sonra, ani bir frenlemenin ancak kazadan kaynaklanacağını baştan saptamak gerekiyor.
LÂFI evirip çevirmenin âlemi yok, buradaki “kaza” kelimesiyle, o da belki bir ihtimal olarak, tabii ki “cihet-i askeriye”nin yeni bir “girişimi”ni kastediyorum.
Ama dikkat, “darbe”, “müdahele” falan demeden, sırf “girişim” sözünü kullandım.
Zira, cahil cüretkarı “Ergenekon” guruhu hariç, için için isteyenler olsa dahi, Türkiye ‘de darbeye yeltenecek ne serüvenci bir güç; ne de bilhassa, sosyo-politik bir ortam vardır.
Böyle bir maceraperestliğin tükürükle boğulacağını aklı başında herkes bilmektedir.
Ve, buna tabii ki TSK’nın komuta kademesi de dahildir!
Pekçok noktada fikir ve tahlillerine katılmıyor olsam bile, Orgeneral İlker Bağbuğ hiç şüphesiz ki, le-ga-list; yani ka-nu-ni-yet-çi bir Genelkurmay Başkanıdır.
Vermiş olduğu “asker sözü” burada senettir ve bana sorarsanız, kendi emir-komuta zinciri altındaki ordunun değil darbeye, “e-muhtıra”ya bile yönlenmesine izin vermeyecektir.
Ancaak!
ANCAĞI şu ki, gerek TSK, gerekse Başbuğ, daima mesleki lonca dokunulmazlık ve ayrıcalıklarla donatılmış ve misyon vehmedilmiş bir kurumun gelenekleriyle yoğrulmuşlardır.
Adına ne derseniz deyin, bu, bir “hal ve oluş tarzı” ve bir “halet-i ruhiye” yaratır.
Dolayısıyla, militarist zihniyetinin değişimi de belirli bir evrimsel süreci gerektirir.
Oysa, askeri yargıya zıt sivil mahkemenin albayı tutuklaması, en azından yukarıdaki lonca dayanışmasını “rencide eden” ve “ruhiyatı sarsan” bir gelişme olarak algılanacaktır.
O halde, aslında tabii ki hiçbir yeni “girişim” falan istemeyiz ama, şayet bu ihtimal gerçekleşirse, formülün en fazla bir “alınganlık serzenişi”yle sınırlı kalacağını ümit ederiz.
Eh, baştaki faktörleri göz önüne alarak psikolog davranır ve de duymazdan geliriz.
Fakaaat, sivil demokrasi rotasında ilerleyen Türkiye’nin bundan daha üst perdesine ve daha yüksek dozuna tahammülü yoktur, çünkü artık “normalleşme”den geri dönüş yoktur.
Ve, ülkemizin “normalleşmeşi” kaçınılmaz olarak TSK’yı da “normalleştirecektir”.