TÜKÜRDÜKLERİNİ YALAYANLAR
Şâir
Kemaleddin Kamu, Osmanlı Devleti’nin işgal edilip, sömürgeciler tarafından dört
bir taraftan kuşatıldığında Kâbe’ye yönelip şöyle yalvarıyordu.
“Her çehre bize yabancı
Bâri Sen bir parça acı
Süründürme altın tacı
Bize yardım et yâ
Rabbi!..”
Ama aynı Kemaleddin Kamu, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Cumhuriyet döneminde ise şöyle diyordu:
“Ne örümcek ne yosun
Ne mucize ne füsun
Kâbe Arab’ın olsun
Bize Çankaya yeter.”
İşte bu ifadeler, onun özünden ve kökünden ne kadar uzaklaşıp, tefessüh ederek irtidad raddesine hatta esfel-i sâfilin alçaklık çukuruna düştüğünü gösteriyor. Bu hususta Kemâleddin Kamu yalnız değil.
* * *
Falih Rıfkı Atay daha önce ifadelerinde: “Müslümanlar, Hıristiyanların iyisine, ‘makul kefere’ kötüsüne ‘gavur’, beterine ise ŞAPKALI GÂVUR derler” diyor… Aynı Falih Rıfkı Atay, Çankaya isimli kitabında ise 25 Kasım 1925 tarihinde ŞAPKA İNKILABI'NIN yapıldığını ve bu inkılaba karşı geldikleri için 57 kişinin idam edildiğini yazıyor. Sanki iftiharla anlatıyor.
* * *
1944’de Denizli Mahkemesinde Bediüzzaman Hazretleri, zorla giymesi için verilen KASKET’i alıp oturacağı sandalyesinin üzerine koyup, oturuyor. Savcı, “Said Nursi, işte görüyorsunuz şapkaya hakaret ediyor, şapka kanununa muhalefet edip suç işliyor!..” diye bağırdığı zaman, Üstad Hazretleri tahriklere kapılmadan gayet usulünce: “Ben zayıfım bu sandalye de çok kurudur, onun için altıma koydum.” diye mazeret beyan ediyor.
* * *
İrlandalı meşhur yazar Bernard Shaw, devrinin menfaatperest siyasilerine, onlardan çıkar koparma peşinde olanlara çok ağır biçimde şöyle hakaret ediyordu:
“Bunlar arasında hiçbir fark yoktur; hepsi köpektir. Yalnız şu fark var ki; muhalif olanlar havlar, muvafık olanlar (iktidarı destekleyenler) da kuyruk sallar.” diyordu.
* * *
Cumhuriyet devrinin meşhur yazarlarından Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, 1913 yılında yazıp, on yıl sonra neşrettiği KADINLIK VE KADINLARIMIZ adlı eserine de aldığı ÇARŞAFA VE PEÇEYE DAİR isimli yazısında bunlar hakkındaki fikirlerini “Bu çirkin asrın ve bu çirkin muhitin yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Yalnız bunlardır ki, gözlere hâlâ bakmak tahammülünü bakmak arzusuna veriyor. Niçin ondan şikayetçi gibisiniz? O mazrufa bu zarftan daha muvafık ne olabilir?
“Sizi böyle gördükçe bir kadının nasıl giyinebileceğini düşünüyorum ve çarşafsız, peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum.” diye başlayıp çok güzel bir yazı ile ifade ediyor.
Ama yine aynı Yakup Kadri Hâkimiyet-i Milliye gazetesine baş yazar olur.
Daha sonra da ULUS adını alarak Halk Partisinin yayın organı haline gelen bu gazetede yazılarına devam eden Yakup Kadri’nin, KIYAFET DEVRİMİ yapıldıktan sonra 180 derece çark ederek, ülkesi ve ülkesinin değerleri ile göbek bağını koparıp ‘Çarşaf ve peçenin Türk cemiyeti üzerinde bir kara leke olduğuna dair’ yazılar yazmaya başladı.
(İbrahim Refik, Tarih Şuuruna Doğru)
* * *
Bu süreçte de böylelerin binlercesine rastladık. Onlar o süreçte önce “Zulmetten Nur’a” derken, ardından aynı zulmete dalıp dindarlar aleyhine 163. Maddeleri çıkartırken, Cenab-ı Hak onların vesilesiyle Erek dağında inzivada olan ve aslında dünyayı aydınlatacak Risaleleri yazacak bir potansiyeli yine o zâlimlerin eliyle Barla’ya sürdürüp Nurları yazdırdı. Şimdi bu süreçte de önce Hizmeti alkışlayıp arkasından terörist ilan ederek Türkiye inzivasından zorla sürerek, onun mensuplarını bütün dünyaya birer tohum gibi saçılıp fidan olma, çiçek açma ve meyve verme bahtiyarlığına yücelmesine vesile oldular.
“Tohumun sırrını toprak çözer” diyerek birer tohum gibi cihana saçılmaları için kardeşlerine tavsiyelerde bulunan M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, bu güzel irşadını önceleri kendi iradeleriyle hayata geçiremeyenlere KADER CEBR-İ LÜTFÎ ile bir zalimin eline bir sopa verip dünyaya yayılmaya, dünyanın geçerli dillerini öğrenip özüne ve köküne bağlı şekilde entegre olmaya, her mozaiğin içinde kendi parlak renkleriyle çiçek açmaya mazhar etti. Binlerce şükür bu bütün nimetlere…