Türk adaletinin karnesi açıklandı

10 Temmuz 1967’de Cenevre’de düzenlenen Hukuk Yoluyla Dünya Barışı Konferansı sonrası, Türkiye Cumhuriyeti’nin o dönemki Bakanlar Kurulu bu tarihi Dünya Hukuk Günü ilan etmişti. Ancak 10 Temmuz’u Dünya Hukuk Günü olarak anan tek ülke olan Türkiye’de, bugün hukukun adı var kendisi ise yok.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Onursal Üyesi, Avukat Fikret İlkiz’e göre hukuk devletinin tanımı, Türkiye’deki mevcut uygulamayla örtüşmüyor. İlkiz, “Bir ülkede gazetecilerin susturulması yönünde, akademisyenlerin susturulması yönünde ceza davaları açılıyorsa o ülkede hukuk devleti olduğunu iddia etmek çok zordur” tanımını yapıyor.

“Türkiye’de yargıya güvenenlerin oranı yüzde 38”

Deutsche Welle Türkçe’den Pelin Ünker’in haberine göre, Sosyal Demokrasi Vakfı SODEV’in Haziran 2019’da sonuçlarını açıkladığı “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven” anketine göre Türkiye’de yargıya güvenenlerin oranı yüzde 38’e kadar geriledi. Yargının bağımsız olmadığına inanların oranıysa yüzde 38.

Yargıya güvenin azaldığı hükümet tarafından da kabul edilirken, vatandaşın bu algısını değiştirmek için yeni bir strateji planı hazırlandı. Peki, bu noktaya nasıl gelindi?

1988 ile 2014 yılları arasında Cumhuriyet Savcılığı yapan Avukat Reşat Uğur Soysal’a göre, yargının bağımsızlığı konusunda esas kırılma noktası 2010 referandumu. Soysal, “2010 Referandumu’ndan sonra HSYK seçimleri de tüm hakim savcıların oylamasına dönüştü yani seçimle gelmeye başladı. Bu süreç de hakimlerin ve savcıların gruplaşmasına yol açtı” diyor.

Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesiyle Hakimler Savcılar Kurulu’nun 6 üyesini atama yetkisi Cumhurbaşkanı’na, kalan 7 üyesini atama yetkisi ise Meclis’e verildi. Yürütme ve yasamanın yargıyı bir araç olarak kullandığı kaygısı öne çıktı.

Yargının siyasallaşması konusunda hukukçular arasında görüş ayrılıkları var. Avukat Fikret İlkiz’e göre, eleştirilerde esas kıstas kişisel hak ve özgürlüklerin korunması olmalıyken, Avukat Mehmet Sarı’ya göre yasama üzerindeki baskı örnekleri başka ülkelerde de görülüyor.

“Yargı kararları birbirleriyle yarışmaz”

Fikret İlkiz’e göre ise, “Yargı kararları birbirleriyle yarışmaz. Yargının esas işi yargılama yapmaktır.

Bu yüzden herhangi bir mahkeme kararı Türkiye’de şöyleydi, Kıta Avrupası’nda böyleydi, Amerika’da şöyle bir karar vardı gibi bir tartışma bana göre abesle iştigaldir. […] O yüzden asıl mesele temel hak ve özgürlükleri koruyan insan haklarını koruyan yargı kararların kabulü, içimize sinmesi ve uygulanmasıdır.”

30 Mayıs 2019 tarihli yargı reformu stratejisinde yargıya güven problemine paralel uzun tutukluluk haliyle ilgili düzenleme dikkat çekiyor. Örneğin Gezi davası nedeniyle tutuklu olan Osman Kavala, 614 gün boyunca hakim karşısına çıkarılmadı. Benzer süreci yaşayan çok sayıda gazeteci de var.

Avukat İlkiz bu konuda da, “Tutuklulukla ilgili olan düzenleme 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. O halde bu yasanın yani temel ceza kanunlarının çıkmasını sağlayan herhangi bir yürütme organı, […] tutuklama müessesesinin kendisinin yeniden düzenleneceğini […] söylüyorsa demek ki yargı, tutuklama müessesesini Türkiye’de kötü kullanmıştır” ifadesini kullanıyor.

Yargının bağımsızlığı konusunda en önemli tartışmalardan biri de Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurular konusunda verdiği çelişkili kararlar.

“Anayasa Mahkemesi’nin farklı kararlar vermesi normal”

Avukat Mehmet Sarı, Anayasa Mahkemesi’nin her gazeteci hakkında farklı kararlar vermesinin normal olduğu görüşünde.

Sarı, “Bu aslında şu, yani bizim beklentilerimize cevap verirse kabul makbul, bizim beklentilerimize cevap vermezse efendim bu kurum işlemiyor, siyasal. Yani bu çok ön yargılı bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum” diyor.

Tutuklu Avukatlar İnisiyatifi’nin açıkladığı son rakamlara göre, 15 Temmuz'dan sonra bin 546 avukat hakkında soruşturma veya kovuşturma açıldı:

2017: 390 avukat tutuklandı

2018: Tutuklu avukat sayısı 600’ü geçti

2019: Şu anda 100 avukat cezaevinde

Darbe girişimi sonrası 3 bin 908 hâkim ve savcı ihraç edildi.

10 Temmuz 2019 19:55
DİĞER HABERLER