Türkçe Olimpiyatları ve Hüzün yılları

Her yıl yapılan Uluslararası Dil ve Kültür Festivali bu sene de icra edilecek. Bu kadar zulüm varken 'bu gerekli mi?' sorusuna muhatap olanlar için Gazeteci Veysel Ayhan bir yazı kaleme aldı

TÜRKÇE OLİMPİYATLARI VE HÜZÜN YILLARI

“Bu yazı Türkçe olimpiyatlarını şarkılar söylenen, gönül eğlendirilen bir etkinlik sanan ve oraya keyif almak için gelenlere hitap etmemektedir.”

Türkçe olimpiyatları veya yeni adıyla Dil ve Kültür festivali “Hizmet”in en evrensel barış etkinliğidir. Bir barış çağrısıdır. Birbirine düşmanlık besleyenlerin arasına kurulmuş bir dostluk köprüsüdür.

O, ne bir Eurovision şarkı yarışmasıdır ne de Oscar töreni.

Diller ve gönüller arasına dokunmuş bir gök kuşağıdır. Irk, dil ve kültür farklılıklarının bir kenara bırakılıp “insanlık” ortak paydasında bir araya gelebilmenin adıdır.

Kin, nefret ve intikamla örgülenmiş bir dünyada düşmanlığa, savaşlara ve çatışmalara karşı sunulmuş bir reçetedir. Bir mesajdır.

Bir hasret kucaklaşması, düşmanlıkların unutulduğu bir rüya tablosudur.

Ve Hizmet’in en evrensel “doğrusu” ve en özgün “markası”dır.

ZULÜM YILLARINDA ARA MI VERİLMELİ?

Bu barış çağrısı ve dostluk sancağı on yıllardır gönderde dalgalandı.

Kin ve nefret tüccarlarının kabusu oldu.

Hasetten çatladılar, seyredince çıldırdılar. Katıldıklarında kahroldular.

Ve engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Türkiye’nin salonlarını ve stadyumlarını kapattılar.

Tek dertleri bu sesi kesmek, bu mesajı yok etmek.

Bir kısım müspet ama naif düşüncelerle bundan vazgeçmek bu çevrelerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey olmaz.

EN EVRENSEL BARIŞ ÇAĞRISI

Türkçe Olimpiyatları “Hizmet”in en evrensel barış çağrısıdır. Sembolüdür, bayrak ve sancağıdır.

Hizmet’in iki seçeneği vardı: Ya bu organizasyonu yapmayıp Moğollar gibi ellerinde nefret ve intikam ateşiyle her şeyi yakıp yıkanları sevindirmek ve mutlu etmek veya mütevazi bütçelerle daha dar çerçevede bu bayrağı gönderde tutmaya devam etmek.

Şib-i Ebu Talib’e dönen Türkiye’de olanlar malum. İşkenceler, esaretler ve bin bir zulüm. Herkes seferberlik halinde elinden geleni yapıyor. Binlerce Hakîm b. Hizâm, yüzlerce Hişâm b. Amr mağdur ve mazlumların yardımına koşuyor. Yetmesi mümkün mü? Ama onlara yardım ediyoruz diye de bayrak toprağa gömülmez. Doğru bir projeden dönmek telafisi mümkün olmayan bir “yanlış” olur.

Riya ve gösteriş kaynaklı sponsorluklar ve konjonktürel menfaat endişeli destekler tabi ki yok. O sebeple de rıza-yı ilahiyeye sunulmuş belki de şimdiye kadar yapılmış en halis programlar bu yıl yapılacak.

ZULMÜ DÜNYAYA ANLATMANIN YOLU

Bu yıl belki olimpiyatların içeriğinde zulmün dünyaya anlatılması önemli bir yer tutmalı.

Mağduriyetler, mazlumiyetler dile getirilmeli, insan hikayelerine yer verilmeli. Binlerce, on binlerce mağdur mesajı tercüme edilip dağıtılmalı. Sergiler açılmalı. Mağduriyet tabloları için salon önlerinde stantlar kurulmalı.

Zindanlardaki yüzlerce gazeteci ve yazar için özel etkinlikler yapılmalı, forumlar düzenlenmeli.

Hapishanelerdeki on binlerce masumun; iş ve aşını kaybetmiş yüz binlerce mağdurun sesi soluğu oradan tüm dünyaya taşınmalı.

AMA YAS EVİNDEYİZ?

“Hüzün ki en çok yakışandır bize” diyor Hilmi Yavuz. İşte öyleyiz. Tabi ki mahzunuz, üzgünüz. Şen şakrak değiliz, hiç olmadığımız kadar.

Her gün bir başka zulümle yüreğimize kan damlıyor.

Ama yasta değiliz. Bayrağı indirmiyoruz. Yarıya bile indirmiyoruz.

Arkadaşlarımız peygamberlerin yolunda zindanlarda çile çekince yas tutmuyoruz.

Annelerimiz bebeklerinden ayrılıyor, tıpkı Hz. Musa bebek iken annesinden ayrılmak zorunda kaldığı gibi,

Hz. İbrahim’in, oğulcuğu İsmail’den ve hanımından ayrıldığı gibi,

Efendimiz (sav) küçük Fatıma’sından ayrılıp Medine’ye hicret ettiği gibi.

O nedenle yas tutmuyoruz. Usul usul ağlıyor ve dua ediyoruz.

Zindanlardaki on binlerin sabır ve metanetiyle iftihar ediyoruz.

Tüm acıları sırtlayıp durumumuzu yer ve göklerin Sahibi’ne arz ediyoruz.

Sonra da yapmamız gereken işlere dönüyoruz.

Türkçe Olimpiyatları karabasanların ve kırk haramilerin çöktüğü ülkemizde şimdilik yapılamıyor. Ama 160 ülke bağrını açmış bekliyor.

BİTMEK NE DEMEKTİR?

Bitmek, eliniz kolunuz bağlıyken bir şey yapamamak değildir; Bitmek, elinizin kolunuzun serbest olduğu yerlerde sanki bağlıymış gibi durmak demektir.

Bitmek vücudun bir kolunun yaralanması veya felç olması değildir; Bitmek diğer kolun onun yasını tutması ve onun yerine de çalışmaması demektir.

Bitmek, dostlarınızın tutuşturduğu meşaleyi onların yokluğunda söndürmek demektir.

Bitmek, “yufka yüreklilik”le ölü taklidi yapalım derken gerçekten ölmek demektir.

Varsın hizmeti Titanik zannedip, battığını ve bittiğini düşünenler, batış esnasında keman çalındığını sansın.

“Hizmet insanı”, ölüme giderken bile tüm fırsatları değerlendiren ve “mesajını” ileten Abdullah İbni Hüzafe gibi olmayacak mıydı? “Yeni bir dünya kurmak” için son ana kadar barış ve kardeşliği soluklamayacak mıydı?

Kaldı ki sefinenin Sahib’i çoktan bu kutsi gemiyi Cudi’ye demirledi.

“Takdir-i Hüdâ kuvve-yi bâzû ile dönmez /

Bir şem’a ki Mevla yaka, üflemekle sönmez!” (Ziya Paşa)

Veysel Ayhan / TR724.com

08 Mayıs 2017 11:02
DİĞER HABERLER