Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri merkezli olarak meydana gelen depremlerin ardından yaşananlar, basın özgürlüğünün önemini net bir şekilde ortaya koydu. Türkiye’de medyanın yüzde 95’ini kontrolü altında bulunduran Erdoğan, depremle yaşanan yıkımı ve ihmalleri halka duymaması için elinden geleni yaptı.
Yüzlerce gazete, televizyon ve haber sitesine hükmeden Havuz medyası, kendisine yakışır şekilde, halkın menfaatleri için değil, Erdoğan’ın saltanatı devam etsin diye mide bulandırıcı sözde haberler yayınladı. "Depremzedeler kruvazör gemide ağırlandı. Hiçbir devlet vatandaşına bu imkanı veremez" , “Kahramanmaraş depreminde yan yatan bina son depremde mucizevi şekilde düzeldi” ve “Çadır büyük, antre var, salon var, çay var” şeklindeki haberler, bunlardan sadece birkaçı.
Medyanın iki temel görevi vardır, ki ikincisinin varlığı, birincisinin gerçekleşmesi sayesinde mümkün olur. Medyanın birinci görevi halkın doğru şekilde bilgilenmesini sağlamak, ikincisi ise halk adına devletin kurumlarını ve halka karşı sorumluluğu olan özel kuruluşları denetleme vazifesidir. Medya, vatandaşın hakkını savunmak adına toplumun ve kamunun vicdanı vazifesi görür.
Peki, kamu kurumları denetlenmezse ne olur? Denetlenmeyen güç mutlak güçtür ve İngiliz tarihçi ve politikacı John Acton'ın dediği gibi, “Güç yozlaştırır; mutlak güç, mutlaka yozlaştırır.” Türkiye’deki yozlaşmanın ve çöküşün temelinde, Erdoğan’ın tüm denetim mekanizmalarını ortadan kaldırmış olması yatıyor.
Danıştay işlemiyor, Sayıştay çok düşük bir kapasite görev yapabiliyor; ancak buna rağmen yine de çok önemli usulsüzlükleri ortaya çıkarıyor. Anayasa Mahkemesi’nin hali de ortada. Devlet bürokrasisindeki tüm denetleme kurumları çökertilmiş durumda maalesef.
Devlet aygıtı dışında kalan denetleme sistemi olan medya da yıllar içinde Erdoğan’ın hegemonisine girdi. 17 - 25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonlarında, Havuz Medyasının nasıl oluşturulduğu, tüm delilleriyle ortaya kondu. Devletten hazine garantili ihale alan Beşli Çete, Erdoğan’ın talimatıyla Havuz sistemi oluşturup Sabah - ATV grubunu aldı. Grubun gerçek sahibi elbette Erdoğan’dı.
Muhalif medyayı da dizayn etti Erdoğan. 15 Temmuz tiyatrosu öncesinde ve sonrasında, Zaman ve Bugün gazeteleri ile Samanyolu ve Bugün Tv’nin de aralarında bulunduğu yüzlerce gazete, televizyon ve internet sitesini kapattı. Sosyal medya hesaplarına Türkiye’den erişim engeli koydurdu.
Aydın Doğan’ı medya grubunu satmaya mecbur edip, Yıldırım Demirören’in kamu bankalarından aldığı peşkeş kredilerle Doğan Medya Grubunu almasını sağladı. Hürriyet’in başına, kendisiyle aynı karaktere sahip olan Ahmet Hakan’ı getirdi. Karaktersizliğin ve şahsiyetsizliğin vücut bulmuş hali olan Ahmet Hakan, Erdoğan’ın talimatları doğrultusunda “gereğini” yerine getiriyor Hürriyet’in tepesinde.
Öte yandan Erdoğan, Cumhuriyet Gazetesi’ni yasalara tamamen aykırı şekilde Akın Atalay yönetiminden alıp İnan Kıraç’a teslim etti. Sözcü Gazetesi’nin sahibi Burak Akbay hakkında “terör” soruşturması açtırdı ve Türkiye dışına çıkmasını sağladı. Birgün ve Yeni Asya gibi gazeteleri de kamu ilanlarını engelleyerek etkisiz hale getirmek istiyor.
Erdoğan, televizyon kanallarını hizaya getirmek için de RTÜK sopasını kullanıyor. Halk Tv ve TELE 1’e “gözünün üstünde kaşın var” bahaneleriyle ceza üstüne ceza yağdırıyor. Televizyonlarda Erdoğan ve Bahçeli’nin canı sıkan biri olursa, Metin Külünk ve ülkü ocakları üyeleri devreye girip dayakla yola getirmeye çalışıyor.
Geriye sadece, Erdoğan’ın tam kontrol sağlayamadığı sosyal medya kalıyor. Troll orduları kurdu, yasaklar getirdi, eleştirenleri mahkemelerde süründürdü ve cezaevlerine attırdı ama yine de emeline istediği ölçüde ulaşamadı. Depremin üçüncü günü, enkaz altındaki binlerce insan sosyal medya üzerinden yardım talebinde bulunurken Erdoğan, Twitter’ı, instagramı ve TikTok’u kapattırdı.
On binlerce insanın canını hiçe sayacak bir gözü dönmüşlük içinde Erdoğan.
Dev medya gücü ve yasaklamalarla, var gücüyle uğraştı ancak başarılı olamadı. İstediğini alamadığını ve halkın gerçekleri öğrenmesine engel olamadığını görüyor, bu yüzden tabiri caizse deliye dönüyor. Depremzede vatandaşlara “adi, ahlaksız, namussuz” diyerek hakaretler yağdırmasının sebebi, tam da bu zıvanadan çıkmışlık hali.
Sadece sosyal medyanın kısıtlı gücü sayesinde hem enkaz altından yüzlerce, belki daha fazla insan sağ kurtarıldı ve evsiz kalan yüzbinlerce insana yardım ulaştırıldı. Halk gerçekleri sosyal medya sayesinde öğrenebildi.
Ya medyanın yüzde 95’i Erdoğan’ın kontrolünde olmasaydı da, özgürce yayın yapabiliyor olsaydı, ne olurdu? Halk gerçekleri çok daha net bir şekilde ve tüm boyutlarıyla görür, sorumlular hesap vermek zorunda kalır, arama kurtarma çalışmaları hiçbir ihmale mahal vermeden yapılır ve bu sayede on binlerce insanın hayatı kurtulurdu; ihtiyaç sahiplerine yardımlar zamanında ve mümkün olduğunca eksiksiz ulaştırılırdı.
Türkiye, maalesef özgür basının önemini çok acı bir tecrübe ile bir kez daha öğrenmiş, idrak etmiş oldu. İnşallah bir kez daha tecrübe etmek zorunda kalmaz. İnşallah halk basının özgür yayın yapmasının, öncelikle kendi menfaati için olduğunu tam olarak kavrar ve asla unutmaz. İnşallah Türkiye’de medyanın üstüne çöreklenen hegemonya bir an evvel kalkar ve bir daha hiçkimse medyayı susturmaya cüret etmez.