Türkiye gibi olacaksınız!

The Guardian'da Liz Cookman imzasıyla çıkan 'Amerika’nın geleceğini görmek istiyorsanız Türkiye’ye bakın' başlıklı yazıda Trump yönetimine karşı durulmazsa TÜrkiye benzeri bir durumla karşılaılacağı öne sürüldü
Kadınlara yönelik tutumlarından medyaya olan yaklaşımlarına kadar Trump ve Erdoğan endişe verici benzerliği; Türkiye’nin giderek otoriter bir rejime doğru ilerlemesi, Trump’ın engellenememesi durumunda olabilecekler konusunda bir uyarı niteliği taşıyor.

Theresa May’ın Washington ve Ankara’ya yaptığı ‘tartışmalı’ dünya liderleri ziyaretleri, Brexit sonrası İngiltere’nin dost ülke ihtiyacını bize hatırlatıyor. Fakat Donald Trump’ın “Müslüman yasağı” ve Recep Tayyip Erdoğan’ın muhalifler üzerine uyguladığı yoğun baskıya bakınca, gerçekten ihtiyacımız olan bu tip dostluklar mı?

Birçok Türk, Trump yönetiminin herkesi şoke eden ilk günlerini – “bizim gerçekliğimize hoş geldiniz” dercesine izliyor. Komplo teorileri. Ülke içindeki sorunları dış güçlerin (yabancıların) üzerine atmak. Medyaya aleni, haksız saldırılar. Dini ve içine “terörist” kelimesini bolca sıkıştırarak her konuyu insanları ayrıştırmak için kullanmak. Türkiye de geçti bu yollardan.

Dünyanın Trump’a karşı durmaması halinde neler olabileceğini görmek için Türkiye’deki yönetimin büyük bir hızla otoriterleşme eğilimini bir uyarı işareti olarak almamak gerçekten büyük bir hata olacaktır. ABD başkanının yapmasından korktuğumuz çoğu şeyi büyük ihtimalle Erdoğan zaten hayata geçirdi. Bu liderler May’in ticaret anlaşmaları ile kontrol edebileceği insanlar değiller; kendi güçlerini ülkelerinin menfaatlerinin önünde tutan, benmerkezci kişiler.

Türkiye’den binlerce kilometre uzakta yaşayıp, Türkiye hakkında okuduğumuz makalelerin yorum bölümlerine – “uyanın! Erdoğan bir diktatördür “- yazmak kolay, ama ABD’ye bakın: İşte böyle başlıyor. Yavaş yavaş kitleleri uyuşturan bir zihin kontrolüne dönüşüyor. Bölüyor ve yönetiyorlar.

Şunu da göz önünde bulundurmak gerek; çok yakın bir zamana kadar, Türkiye Orta Doğu’da demokrasinin umut ışığı olarak görülüyordu. Sadece birkaç yıl içinde siyasetçilerin abartılı reaksiyonları, kasıtlı olarak korku ve paranoya yayması ile Türkiye çoktan geride bıraktığını düşündüğü 1980 darbesi sonrasındaki karanlık günlerine geri döndü.

Artık Türkiye’de muhalifler tutuklanarak susturuluyor. Tecavüz dahil olmak üzere işkence ve şiddet uygulandığını iddia ediliyor. Geçen yılki başarısız darbe girişiminin ardından hükümet, darbeden sorumlu tuttuğu grubu destekledikleri iddiasıyla binlerce kişiyi görevinden aldı. Görevlerinden alınanlar işsiz ve gelirsiz bırakıldılar – içlerinden intihar edenler de oldu. Türkiye’nin en yeni unvanı, dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönüşmesi.
Bütün bunlara rağmen İngiliz başbakanı sessiz kalmayı ve Türkiye ile iki savaş uçağı için 100 milyon Pound tutarında bir anlaşma yapmayı seçti. Theresa May her iki liderle de yaptığı toplantılarda, İngiltere adına yüksek sesle ve net bir mesaj gönderdi: Para kazanabildiğimiz sürece, istediğini yapabilirsin.

May’ın, Müslüman çoğunluğu olan yedi ülke vatandaşlarının ABD’ye giriş yasağını cılız bir şekilde kınaması konumunu hiç bir şekilde güçlendirmiyor. Trump, işkence kullanımına destek verdiğini açıkça dile getirdi. Trump’ın Türk Erdoğan ile olan benzerlikleri burada bitmiyor. Her ikisi de benzer milliyetçilik/vatanseverlik söylemlerini kullanıyorlar, her ikisi de kürtaja karşı çıkıyorlar ve her ikisi de kadın haklarını yanlış yorumlayıp kadınları nesneleştirme eğilimindeler. İki lider de damatlarına hükümette önemli pozisyonlar verdiler ve iki lider de eleştiriye gelemiyorlar. Özellikle de komedyen ve gazetecilerden gelen eleştirilere karşı çok hassaslar.

Erdoğan ve Trump geçmişte birbirlerinin medyaya karşı duruşunu açıkça desteklediler. Türkiye’de biraz olsun vakit geçirmiş birisine, Trump’ın kendisine eleştirel bakan yazılar yayımlayan New York Times’ı “sahte habercilik”le suçlaması son derece tanıdık gelecektir. Steve Bannon’un kurucu üyesi ve baş stratejisti olduğu Brietbart haber portalının, Cumartesi günü ABD’deki protesto gösterileriyle ilgili olarak – “Trump halkın yanında olduğu için terör bağlantılı Cair grubu kaos yaratıyor, protestoları ve hukuk davalarını teşvik ediyor ” iddiaları da Türkiye’nin son yıllarını bilenlere yabancı gelmeyecektir. Bütün bunlar Erdoğan uzmanlık alanı – güçlü lideri yüceltirken muhalefeti terörle ilişkilendirmek. Türkiye bütün bu “alternatif gerçeklerin” doğum yeri.

Medyayı düşman ilan eden bir ülke, insanların iktidarda olanlar tarafından kolayca kullanıldığı bir ülkedir. Türkiye’deki gazeteciler, resmi hükümet çizgisinde yazmadıkları sürece olanları haberleştirmemek veya tutuklanmalarına neden olmayacak düzeyde haberleştirmek arasında ince bir çizgide gidip geliyorlar. Türkiye’deki yabancı gazeteciler bile haberlerini sansürlemek ve yazılarının içeriğindeki hükümet tarafından “hakaret” olarak algılanabilecek ifadeleri ayıklamak zorunda kalıyorlar. Kapılarının zili beklenmedik bir şekilde çalarsa dehşete kapılıyor ve ülkeden her ayrıldıklarında geri dönmelerine izin verilip verilmeyeceğini bilemiyorlar.

ABD’de işler bu boyutlara varmadan önce ‘özgür basının’ ayaklar altına alınmasına karşı durmamız gerekiyor. Trump ve Erdoğan ülkelerinin kimliklerini değiştiriyorlar. Trump’ın Amerika’ya iyi gelmeyeceği gibi Erdoğan da Türkiye’ye artık iyi gelmiyor. Evet, bu tür liderlerden uzak durmamak izole olmamıza ve ideolojik olarak daha da aşırı uçlara gitmemize yol açabilir, ama gerçekten -sözcüğün tam anlamıyla- bu liderlerle el ele tutuşmak zorunda mıyız?

Sessiz kalarak, işbirliği yaparak, Trump gibi liderlere resmi davetler yollayarak bu liderlerin eline daha da fazla koz veriyoruz. Biz de bu suçun ortağıyız ve hükümetimizin artık doğru olanı yapma zamanı geldi.

31 Ocak 2017 21:20
DİĞER HABERLER