Amerika’da süren Hakan Atilla ve Reza Zarrab yargılamasında dünya medyasının gözü Türkiye üzerinde. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la Reza Zarrab’ın, sıkı ilişkileri ortaya çıkarken, Foreign Affairs’de Türkiye’de dünden bugüne yaşananları özetleyen önemli bir analiz yayınlandı.
Foreign Affairs’de Ryan Gingeras tarafından kaleme alınan makalede, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la sıkı ilişkileri olan Zarrab’ın, İran’a yönelik uluslararası yaptırımlardan kaçınmak için, büyük ihtimalle de Türk hükümeti bakanlarının akrabaları ve ittifaklarının yardımıyla, özenle hazırlanmış petrolü altına dönüştürme düzenini yönettiği iddiası (ABD yetkilileri Zarrab’ı Mart 2016’da, Miami, Florida’da tatildeyken tutuklamıştı) aktarılıyor.
Yargılamanın başlamasından hemen sonra suçlamalar düşürüldü ve Çarşamba günü, tanık kürsüsündeki Zarrab, yaptırımların çevresinden dolanmak için çevirdiği dolabın bir parçası olarak ekonomi bakanına rüşvet verdiğine yönelik aleyhte iddialarda bulundu.
Erdoğan’ı da içeren tüm mesele, Türk lideri uçurumun kenarına itiyor, Erdoğan ie ABD’ye şiddetle tepki göstererek, Türk rejimini devirmek isteyen özenle hazırlanmış bir komplo teorisinin tuzağına düşmekle eleştiriyor.
Erdoğan, 2016 Temmuz’unda kendisine karşı yapılan darbenin planlayıcısı olduğunu iddia ettiği, ünlü Hizmet (ya da “Gülenci”) hareketinin Pensilvanya’da yaşayan sürgündeki manevi lideri lideri Fethullah Gülen’in tüm soruşturmanın asıl faili olduğunda ısrar ediyor.
Zarrab’ın sansasyonel davası sadece bir örnek, bununla birlikte Türkiye’de daha bir büyük bir akım söz konusu: Organize suçun yeniden doğuşu. Son 10 yılda yasa dışı ticaret ve kaçakçılık belirgin şekilde genişledi.
Bu artışın bir nedeni 2011’de Suriye’de baş gösteren iç savaş ile 2014’te İslam Devleti’nin (IŞİD) yükselişiyle birlikte Irak’ın içişlerini kötüleşmesi. İstikrarsızlık Türkiye’nin güney sınırındaki kaçakçılık faaliyetinde patlamaya sebep oldu.
Örneğin, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi (KOM olarak biliniyor) 2009’da yasadışı petrol ticaretiyle ilgili 800’e yakın operasyon gerçekleştirdi, bu rakam 2014’te 5 bine fırladı. 2014’te 8 binden fazla kişi eroin kaçakçılığından gözaltına alındı, bu sayı 2009’daki gözaltıların iki, 2001’dekilerin beş katı.
Türkiye’de yasadışı endüstrinin aniden yükselmesi Erdoğan ve yönetimiyle de ilişkili. Bu zorluklarla ivedilikle yüzleşme ve çözme konusunda genel olarak başarısız oldular. Hükümet yetkilileri kaçakçılık konusunda bunaltıcı bir şekilde sessiz. Ve çok sayıda yabancı savaşçının Türkiye sınırından Suriye’ye geçmesine rağmen, Ankara, sınırı kapatma konusundaki uluslararası çağrılara uzun süre direndi.
Ancak Türkiye’nin 2016 Ağustos’unda Suriye’yi istilasından sonra hükümet Suriye sınırına 911 kilometrelik bir duvar inşa etmeye başladı. Mart ayında ele geçirilen 100 tonluk kaçak petrol de dahil olmak üzere son dönemki yakalama ve tutuklamalar, ancak Türkiye ile IŞİD denetimi altındaki bölgede gerçekleşen kaçak petrol ve diğer yasadışı faaliyetlere yönelik uluslararası baskının artmasıyla gerçekleşti.
Bu savsaklamaya ek olarak, Türkiye hükümetinin bu yasadışı faaliyete doğrudan dahil olduğu görülüyor. Türk savcılar, Aralık 2013’te Zarrab ile iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) dört öne çıkan bakanının oğullarının gözaltına alınmasındaki en önemli etken kara para aklama, kaçakçılık ve rüşvet suçlamalarıydı.
O dönem başbakan olan Erdoğan’ın, 2001’de partiyi kurmasına yardımcı olan bu bakanlarla yakın ilişkileri vardı. Her ne kadar soruşturma birçok AKP bakanının istifasına yol açsa da Erdoğan açık bir şekilde KOM ve diğer şubelerin yetkililerini kendisinin deyimiyle “yargı darbesi” yapmakla eleştirdi.
Gülen’i suçladı ve bir intikam yöntemi olarak Gülen’in Türkiye’deki çok sayıda destekçisine soruşturma açtırdı. Ocak 2014’te, Cumhurbaşkanlığını düşünen Erdoğan, binlerce KOM yetkili ve çalışanını kovdurdu ya da açığa aldırdı. Bir ay sonra Zarrab’ı cezaevinden tahliye ettirdi ve dava tamamıyla kapandı.
Bir diğer endişe verici işaret de, Nisan 2015’te, Türk hükümetinin, görünüşte yabancı yatırımı cesaretlendirmek amacıya ülkeye giren nakit para sınırlamasını kaldırması oldu. Bu hareket Financial Action Task Force [Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu] gibi Türkiye’nin para aklamaya karşı kanunlarını güçlendirmek için lobi yapan uluslararası örgütlerin endişelerini arttırdı.
Dahası, Mart 2016’da ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin finansal sektörünü denetleyen mahkeme ve yetkililerin şeffaflığı ve liyakatı üzerine yayınladığı raporda, Türkiye’nin para aklamaya karşı mekanizmalarını “zayıf, [terör finansmanına] karşı etkili mücadele için gerekli araçlardan noksan” olarak nitelemişti.
Dışişleri Bakanlığı’nın raporundan sadece bir ay sonra, İtalyan savcılar Erdoğan’ın büyük oğlu Bilal hakkında kara para aklama şüphesiyle bir soruşturma başlattı. Her ne kadar soruşturma peşi sıra terk edilip suçlamalar düşürülse de Bilal Erdoğan’ın yasal sorunları, 2013’te, babasının ilişkilerini rahatsız eden ceza davasının bir yankısı olarak görüldü.
Halk bu gelişmeler karşısında öfkelense de, öfkeleri 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ve onu takip eden temizlik ve tutuklamaların ardından söndü.
Erdoğan’ın, hemen ardından Gülen’in darbedeki rolüne ilişkin sarsılmaz ısrarı, halkın ve Türkiye medyasının büyük kesiminin 2013’teki yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarına daha tedbirli bakmalarına yol açtı.
Devletin, KOM’un da darbede suç ortağı olduğu yönündeki suçlamaları, halkın diğer soruşturmalara da Gülenci yetkililerin Türk hükümetini devirmek için uydurdukları girişimler olarak görmesine neden oldu. Bu bahaneyle 2014’te bir Türk yargıç, sağcı görüşleriyle kolaylıkla Erdoğan’ın etki alanına giren ünlü mafya patronu Sedat Peker hakkında önceden verilmiş cezaları bozdu.
Daha sonra, hükümet yanlısı gazeteler, önde gelen bir AKP taraftarı bir uzmanın düğününde Erdoğan’ın Peker’i kucaklarkenki fotoğraflarını dolaşıma soktu. Bu görüntüler Türkiye’nin bilfiil mafya devleti haline dönüştüğüne yönelik kuvvetli kanıya katkıda bulundu.
Ahval