Gizli kamera görüntüleri, teşhirle şantaj, Bodrum’a kaçan genç kızlar, mahremiyeti hiçe sayan ekran Türkiye neyi muhafaza ediyor?
“Türkiye muhafazakâr bir ülke” cümlesini sık sık duyarız. Son yıllarda yaşanan olaylar ‘Acaba gerçekten öyle mi?’ sorusunu sormamıza sebep olacak türden. Fulin Arıkan’ı TRT haber spikeri olarak tanıyorduk sözgelimi.
İsmi gündemde dolaşmayan, sadece haber bültenlerinde karşımıza çıkan Arıkan, kısa bir süre önce internete düşen uygunsuz görüntüleri ile gündeme geldi. Fulin Arıkan, bir ekran yüzü olmakla beraber magazin dünyasının renkli simalarından biri değildi. Meselenin püf noktası da bu zaten. Artık gizli kamera görüntülerinin internette yayınlanması için ünlü ya da şöhretli biri olmanıza gerek yok. Gülben Ergen, Gamze Özçelik ve Fulin Arıkan gibi mahrem görüntüleri internete ve medyaya yansıyan tanınan isimler, başlarına gelen bu vakaları medyanın da desteği sayesinde az hasarla atlatabilecek durumdalar. Fakat onlara öykünen, bir zamanlar sadece sanat ve ünlüler dünyasında yaşanan marjinal durumları kendi dünyasında taklit eden sıradan insanlar bu tür olayların bedelini çoğu zaman hayatları ile ödüyor. Medyadan, üçüncü sayfa haberlerinden ve internete gizli görüntü verme yarışından anladığımız kadarıyla, aldatmadan estetik ameliyat çılgınlığına kadar, bu toplumun değerlerine uygun olmadığını düşündüğümüz pek çok şey varoşlara, mümtaz mahalle aralarına kadar inmiş durumda. Uygunsuz görüntüleri şantaj malzemesi yapmak için Gamze Özçelik’in semtinde yaşamak gerekmiyor. Her yaz mayo reklamları nedeniyle kriz çıkaranlar, Bodrum haberlerinin anahaber bültenlerine kadar sızmasına ve bunun yol açtığı laçkalaşma ve çürümeye karşı oldukça duyarsızlar. Yapmayın, etmeyin, bu değerler herkese lazım; RTÜK, tüm bu bozulmanın önünü açan ekranlara denetleme getirmeli, dendiğinde de alarma geçiyor, bildikleri sloganı tekrarlıyorlar: Modern yaşam tarzımıza müdahale istemeyiz! Modernlik iyi güzel; ama bozulma ve çürüme, elde ne toplum bırakır, ne sistem ne de rejim. Bakın konunun uzmanları ne diyor?
Şimdilerde gündemden düşmeyen ve her gün başka bir ünlü isim ile gündeme gelen aldatma vakaları, aslında ‘çok eskiden’ dediğimiz dönemlerde de vardı. Kimi zaman müstehcen fotoğrafların, kimi zaman da bir erkekle uygunsuz görüntülerin yer aldığı kasetlerin sanat camiasındaki geçmişi de oldukça eski. Çok değil belki bundan on sene önce marjinal diye nitelendirdiğimiz bir kesimde yaşanan ve toplum ahlakına uygun bulunmayan bu tür vakaların yüksek gelir grubuna mahsus, para ile ve dinin belirleyici olduğu bir ahlaki disiplinden uzak kalmakla ilgili olduğu sanılırdı. Gün geldi, özel kanallar bu grubun yaşam tarzını evlerimize soktu ve çürümenin sınıfsal bir sorun olduğu ile ilgili öngörü kendi kendini feshetti. Kısa bir sürede bir grup insanın yaşamının dışına çıkmayacak diye düşündüğümüz vakalar, durumlar toplumda hızlı bir şekilde yayılmaya başladı. Gündemden düşmeyen aldatma vakaları sadece Tamer Karadağlı, Hüsnü Şenlendirici, Pınar Altuğ gibi isimler ile gündeme gelmiyor. Artık halk arasında da yaygınlaşan aldatma vakalarına her gün bir başkası ekleniyor. Sadece Gülben Ergen-İlyas Tetik, Gamze Özçelik-Gökhan Demirkol, uygunsuz kaset savaşları ile birbirleri ile savaşmıyor, yeri geliyor eşler, yeri geliyor arkadaşlar bir zamanlar çektikleri uygunsuz görüntüleri ihtiyaç duydukları anda kitlelerin önüne seriyor. Estetik operasyonlar sadece Ajda Pekkan’ın her gün yaptırdığı yeni bir operasyonla gündemimizde gelmiyor, varoşlardaki kadınların, genç kızların estetik meraklarına tanık oluyoruz. Yani dairenin dışına taşmaz diye umduğumuz, toplum olarak hoş karşılamadığımız, kültürümüze, aile yapımıza ve inançlarımıza uygun düşmeyen vakaların bizlerden uzak olduğu günler Sezen Aksu’nun şarkısında dediği gibi “eskidendi çok eskiden”. Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Hasan Bülent Kahraman’ın deyimi ile tam anlamı ile toplumsal yozlaşmanın değil, çürümenin eşiğine geldik de geçiyoruz bile.
İnternet suç makinesi
Örfi, ahlaki ve dinî olarak kabul etmediğimiz birçok durumu önce televizyonlar aracılığı ile izledik. Daha sonra yazılı medya da kendini bu sürece kaptırdı, en son olarak ise internet kullanımı yaygınlaşınca bu işin boyutları gittikçe büyüdü. İnternetin hayatımıza girmesi ile toplumdaki ahlaki çözülme kendine adeta yeni bir mecra buldu. Suç makinesine dönüşen internet birçok insanın hayatını karartırken buna her geçen gün yenileri eklenmeye başladı. Çok değil, daha geçtiğimiz haftalarda gazetelere yansıyan bir haber, 20 yaşındaki E.K.’nın uygunsuz görüntülerinin eski erkek arkadaşı tarafından internette yayımlandığı üzerineydi. Lise öğrencisi genç ‘kız arkadaşının cep telefonuyla çektiği görüntülerini arkadaşlarına izlettiği’ gerekçesiyle savcılığa şikâyet edildi.
Pınar Altuğ’un Yağmur Atacan ile kurduğu ilişki ‘devrimci kadın’ unvanına layık görülerek alkışlandı. Fakat devrimci Altuğ’un izinden giden Adana’da oturan N.Y., eşini A.K. ile aldatınca bunun bedelini eşi tarafından pompalı av tüfeği ile vurularak ödedi. Gazeteci Zeki Coşkun, bu durumu, “Yukarının eğlencesi, şenliği, oyunu aşağının şiddetidir.” diye değerlendiriyor. İnsanın özünde kötülük vardır; fakat bunu din ve ahlaki kurallar önler, Hasan Bülent Kahraman’ın tespitine göre artık Türkiye kendini kötülüğün büyüsüne kaptırdı bile. Kahraman’a göre toplumun bu çizgiye gelmesindeki en büyük neden de gerçek anlamda muhafazakâr bir kitlenin gittikçe yok olmasından kaynaklanıyor.
Ne yapmalı?
Gelinen nokta vahim, peki bu süreci en az zarar ile atlatmak için ne yapmak gerekir? Hasan Bülent Kahraman, kendini karamsarlığa sürükleyen bu tablodan kurtulmanın çok kolay olmayacağını söylüyor; fakat her şeyden önce basının kendisini toparlayıp eroin verircesine yaptığı yayınlara bir son vermesi gerektiğini belirtiyor. Zeki Coşkun ise bu gelinen noktada toparlanmak için ‘insana dönüş’ projesinin gerçekleştirilmesi gerektiğini söylüyor. Sosyolog Ümit Meriç ise insanların öncelikli olarak var oluş hikmetlerini anlaması gerektiğinin altını çiziyor.
Modernliği, dilediğini yapmak ve mümkünse en çok karanlık doğasının dilediklerini yapmak olarak algılandığı bir çağda toplum için iyi olanı istemek her zaman modernliğin kutsal anlatılarına toslar. Toslayacağını bile bile demek lazım: Bütün bunlar, ‘televizyon’ ile başladı, yazılı basın ile pişti, iletişim aygıtları sayesinde şekillendi ve şimdi de internet tarafından servis ediliyor. ‘Ama Batı?! Ama modernlik?!’ diyenlere, kimi Avrupa ülkelerinde ve o beğenmediğimiz Amerika’da yayın saatleri konusunda nasıl titiz bir uygulama olduğunu, Howard Stern adlı bir radyo programcısının sabah 09.00’da yani, çocukların okula gitmek üzere henüz ebeveynlerinin arabalarında bulunduğu bir saatte yaptığı bir espriden dolayı nasıl sürüm sürüm süründürüldüğünü hatırlatmak lazım.
New York'ta Federal Communications Commision (FCC)’un yetkilileri, müstehcenliği yayan ve teşvik eden yayınlar üzerindeki yaptırım gücünü her yanlışta kullanıyor. Top RTÜK’te ve hemen her konuda proje üretmekle beraber bu konuyu sümen altı eden önemli sivil toplum örgütlerinde...
[email protected]
İnsanlar eşref-i mahlûkat olduğunun farkına varmalı
Prof. Dr. Ümit Meriç (Sosyolog): La Sage’in Topal Şeytan’ı evlerin damlarını açıp içeriye bakar. Günümüzde de bazı iletişim kanalları benzer bir görevi ifa etmeye başladılar gibi görünüyor. Özel hayat mahremdir, bize aittir, başkasını ilgilendirmez. Mahremiyetin var olduğu bir başka alan da ailedir. Kendi kendisi ile tanışmayı unutmuş olan ya da bu kendisine unutturulmuş olan insan, kendisine yabancılaşmış olan insandır. Dolayısı ile kendisi de kendisine “öteki”dir, bir başkasıdır. Bazen “ötekinden” oluşan bir aile(!)de mahremiyet nasıl oluşabilir ki? Mahrem güzeldir, özeldir, saygıya şayandır. “Eşref-i mahlukat olduğunu öğrenmemiş ya da keşfetmemiş, kendisindeki “cevheri” keşfetmemiş biri henüz kendisine saygı duymaya başlamamış kişidir. Kendisine saygısı olmayanın başkasına saygısı olması nasıl beklenebilir? Sır, insanı büyütür derler. Gerçekten büyümüş insanlara yani hem kendisine hem de başkasına saygısı olan insanlara ekranlara ya da evlerimize ‘hoş geldiniz’ demeye ne kadar çok ihtiyacımız var.
İnsanların gerçekle olan bağı kopuyor
Hasan Bülent Kahraman (Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi): Bu çözülmenin bu kadar hızlı olması Türkiye’de yaşanan geleneksel, kültürel yozlaşmadan kaynaklanıyor. Türkiye, uzun süredir daha çok seçkin kodlanmış sistemden uzaklaştı. Bunda medyanın, televizyonun baskın yönlendirici etkisi oldu. Dün televizyon ile yaygınlaşan popüler kültür araçlarına bir yenisi daha eklendi ve bugün yazılı basın da bugün buna hizmet eder konuma geldi. Kitle kültürü kitlelerin afyonudur. Bizde yanlış bir kanı var; insanlar hastalanır, toplumlar hastalanmaz diye. İnsanların gerçekle olan bağı gittikçe kopuyor ve ikonlar, imajlar toplumu oluyor. İnsanlar özendikleri hayatları yaşarlar. Herkes Seda Sayan ikonu haline geldi. Zeki Müren, Bülent Ersoy da bu ülkenin popüler ikonlarıydı; ama toplumla popüler kültür arasına fark konulurdu. Şimdi her şey bu farkı kaldırmaya yönelik. 12-13 yaşındaki kız çocukları anneleri tarafından kendi kuaförlerine götürülüyor. Annelerine yapılan makyajın aynısı çocuklarına yapılıyor.
İnsanlar, onaylamadıkları şeyleri zamanla yaşıyor
Prof. Dr. Ünsal Oskay (Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi): Magazin basınında ya da magazin programlarında, TV kanallarında izlediği şeyler halkın izlerken yaşadığı sosyal çevredeki belirleyici faktörlerle bir yakınlık taşır. Ekranda ve basında gördükleri ilgisini çeker; çünkü henüz yaşamasa da yaşadığı toplumda öyle şeylerin olduğunu bilerek bir anlamda kendi yakın gelecekte karşılaşabileceği problemlerin neler olabileceğini, nasıl benimseyebileceğini hesaplar. Bunun ilk örneği bir avuç okumuşa seslenmeyip kendini topluma izletmeyi başaran Türkan Şoray örneğidir. Türkan Şoray, 60-70’lerin hegemonyasında taşra insanının şehirli olma sürecinin başlangıcında onların neleri beklediğini göstermektedir. Türkan Şoray, geleceği gösterirken seyircinin kabulünü kolaylaştırmak için siyah, uzun saçları ile hüzünlü bakışı ile boynunu eğik tutuşu ile yeni hayatta kızının, karısının, yakınlarının, bir anlamda eski görüntülerini, eski kişiliklerini yitirmeyeceğini vaat ediyordu. Aynı değişim sürecini bizim dizilerdeki karakterler ile yarışma programları ile televizyonda nasıl yaşadıklarını görüp hem bunları izleyip hem de onaylamadığını kendisine, karısına söyleyip durduğu insanların hayatlarını yavaş yavaş kendi geleceklerinde karşısına çıkacağını sezinleyip nasıl davranacağını düşünmeye başlıyor olabilir. Bu olabilir, niye olabilir; çünkü onaylanmayan her şey artık sıradan halkın içinde, onların çocuklarının yaşamında.
Gösteri toplumunda gerçeklik ortadan kalkıyor
Zeki Coşkun (Gazeteci): Şu söylenebilir: 40 yıl öncesinin Modern/gösteri toplumu ve yaşantısı, bugün küresel düzlemde sahneleniyor. Şimdi de bu konuyu konuştuğumuz 20 Haziran Çarşamba gününün bence en önemli gazete haberine bakalım. Evet, yine bir “3. sayfa” gerçeği: “Aile içi katliamda 3’er kez müebbet”. Geçen yıl mayıs sonlarındaki bir olayın mahkeme sonucu bu. Olay: 16 yaşında lise öğrencisi bir kız, sevgilisiyle görüşmesine izin vermeyen annesini, babasını ve ablasını 19 yaşındaki sevgilisiyle öldürmüştür. 16 yaşındaki bir kızın uğruna anasını, babasını, ablasını öldürecek kadar gözünü karartan, tutku ötesi sanrıya dönüşen aşkı nasıl bir şey olabilir? Önlerine engel olarak çıkan insanları -anne, baba, abla- bıçakla öldürdükten sonra nasıl bir hayat, nasıl bir aşk yaşamayı tahayyül ederler? ‘Gösteri toplumu’nda, benim ‘şenlikli-şiddet düzeni’ dediğim dünyada, gerçeklik duygusunun ortadan kalktığını gösterir bu. Gerçeklik duygusu nasıl ortadan kalkar, nasıl yitirilir? Şöyle: Toplumun üst katmanlarında; ben diyeyim egemenler-görünenler çevresinde, siz deyin ünlüler-şöhretler dünyasında yaşanan her şey, alt katmanlarda -görünemeyenlerin, var olamayanların, yok sayılanların dünyasında- üsttekine, aslına göre deforme olarak, kabalaşarak, çıplaklaşarak gösterir kendini.
Zaman Pazar