Türkiye’nin İnterpol’deki hezimeti

"15 Temmuz 2016’dan sonra Türkiye’nin yaklaşık 70 bin kişi hakkında kırmızı bülten çıkarma talebi, İNTERPOL Genel Sekreterliği’nce aranan kriterleri ihtiva etmediği gerekçesiyle kabul edilmemiştir. Basına ve bir kısım dava dosyalarına yansıdığı kadarıyla, yapılan suçlamalar, hükümetin muhaliflerine karşı yürüttüğü siyasi nitelikli suçlamalardır ve şüpheden uzak somut deliller içermemektedir."

S.Ahmet Eren | ahvalnews.com
Türkiye’nin İnterpol’deki hezimeti

Türk Hükümeti’nin, yaklaşık 70.000 kişi hakkında “Terör Suçu” gerekçesiyle İNTERPOL Genel Sekreterliği'nden Kırmızı Bülten çıkarılmasını istediği yönünde haberler yer alıyor.

Aynı medya organları, Türk Hükümeti’nden gelen tüm Kırmızı Bülten taleplerinin İNTERPOL Genel Sekreterliği tarafından reddedildiğini, dolayısıyla İnterpol ve bir kısım Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye düşmanca bir tavır takındıklarını ileri sürüyor. 2016’daki şaibeli askeri darbe girişiminden sonra, Türkiye’den İnterpol databanklarına veri girişinin kısıtlandığı da yine basında yer alan bilgiler arasında.

Bu iddialar doğru mu? İnterpol, Türkiye’nin taleplerine neden olumlu cevap vermemekte? Konunun, mevzuat açısından İnterpol’e bakan yönü nedir?

Öncelikle, İnterpol hakkında çok kısa şu bilgilerin verilmesinde fayda var; 

INTERPOL Genel Sekreterliği (ICPO; International Criminal Police Organization), üye ülkelerin polis teşkilatları arasında I-24/7 adlı güvenli bir iletişim ağı üzerinden bilgi paylaşan ve tüm polis teşkilatlarını birbirine bağlayan uluslararası bir kuruluştur. 1923 yılında kurulmuş olan ve merkezi Fransa/Lyon’da bulunan İNTERPOL’e bugün itibarıyla Türkiye de dahil olmak üzere 194 ülke üyedir. 

Çeşitli veritabanları aracılığıyla suç ve suçlularla mücadelede aktif rol oynayan İNTERPOL, farklı renklerdeki bültenleriyle, özellikle de aranan kişilerin yerlerinin tespit edilerek arayan ülkeye iadesi amacıyla çıkarılan “Kırmızı Bülten”leriyle bilinmektedir. 

Her üye ülkenin “Milli Merkez Büro” (NCB; National Central Bureau) adıyla kendi bünyesinde bir İnterpol yapılanması vardır ve üye ülkelerin Milli Büroları, Genel Sekreterlik ile koordine içinde çalışmaktadır. Türkiye’nin Milli Bürosu, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde “Interpol-Europol Daire Başkanlığı” adıyla yapılandırılmıştır.  

Kısaca ifade etmek gerekirse, Kırmızı Bülten; Adli makamlarca aranmakta olan bir şahsın, görüldüğü yerde yakalanması ve arayan ülkeye iadesi amacıyla, üye bir ülkenin talebi üzerine Genel Sekreterlik tarafından çıkartılan ve diğer üye ülkelerin kolluk birimleri tarafından bilgisayar ekranı üzerinde sorgulanarak görülebilen elektronik bir arama alarmıdır. 

Difüzyon ise; aranan bir şahsın gecikme olmadan yakalanabilmesi amacıyla, kırmızı bültene ilişkin kriterler çerçevesinde, üye bir ülkenin İnterpol’ü tarafından, yine İnterpol kanalları kullanılarak bir veya birden fazla ülkenin İnterpol’üne gönderilen dağıtımlı yazılardır.

Kırmızı Bülten’le arasındaki fark, talep eden ülke tarafından, bir veya daha fazla üye ülkeye, interpol kanalları kullanılarak doğrudan gönderilmesidir. Sonuçları itibarıyla kırmızı bültenden farkı bulunmamaktadır.

Üye bir ülke, yakalanmasını ve iadesini istediği bir kişi hakkında kendi ülkesinin adli prosedürlerini takip ederek bir dosya hazırlar. Yetkili bir yargılama organının, yakalanması istenen kişi hakkında Kırmızı Bülten çıkartılması için karar vermesi gerekir. Hazırlanan dosya, Milli Merkez Bürosu aracılığıyla İnterpol Genel Sekreterliği’ne iletilir ve Kırmızı Bülten çıkartılması talep edilir. 

Başka bir ifadeyle, Kırmızı Bülteni bir ülke kendisi çıkartmaz/çıkartamaz, çıkartılması için Genel Sekreterlik’ten talepte bulunur. Kırmızı Bülten talep edebilmek için, kişinin, suçun işlendiği yerin milli mevzuatına göre, en az iki yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı bir ceza ile cezalandırılmasını öngören bir suçlamaya muhatap olması gerekmektedir.

Ayrıca, altı ay ve daha uzun süreli bir hapis cezanın infazı veya altı aydan fazla kalan hapis cezasının infazının tamamlanması için aranıyor olması da Kırmızı Bülten talep edebilmek için yeterlidir. 

İnterpol Genel Sekreterliği, üye bir ülkenin gönderdiği talebi İNTERPOL Anayasası’na ve ilgili diğer mevzuata uygunluğu açısından inceler. Gelen talebin “Kabul edilebilir” bulunabilmesi için, belirlenen kriterlere uygun olması gerekir. Talep bu kriterlere uygun ise, Kırmızı Bülten Genel Sekreterlikçe İNTERPOL sistemine yüklenir ve 194 ülkeye yayınlanır. Üye bir ülkeden gelen Kırmızı Bülten talebi, belirlenen kriterlere uygun bulunmazsa Genel Sekreterlik’çe reddedilir, dolayısıyla yayınlanmaz.

İNTERPOL Anayasası'nın 2. maddesi, kuruluşun İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ruhu içinde hareket etmesini gerektirmektedir. 3. Maddesi ise, İNTERPOL'e, siyasi, askeri, dini veya ırkçı karaktere sahip herhangi bir suça müdahale etmeyi veya faaliyet yapmayı kesinlikle yasaklamaktadır. 

İnterpol Genel Sekreterliği, üye bir ülkenin İnterpol mekanizmalarını ciddi şekilde suistimal ettiği kanaatine varırsa, o ülkeden gelen Kırmızı Bülten taleplerini kabul etmeyebilir. Hatta, belirli İnterpol databanklarına veri girişi yapmasına kısıtlama getirebilir. 

İNTERPOL mekanizmasının kötüye kullanımı, çeşitli uluslararası platformlarda politikacılar tarafından da gündeme getirilmiştir. Avrupa Konseyi / Parlamenterler Meclisi 2017 yılındaki 2161 no’lu kararında (madde 4); son yıllarda İNTERPOL ve Kırmızı Bülten sisteminin, siyasi hedefler peşinde koşan bazı üye devletler tarafından ifade özgürlüğünü bastırmak veya siyasi muhaliflere sınırlarının ötesinde zulmetmek için kötüye kullanıldığını vurgulamıştır. 

15 Temmuz 2016’daki şaibeli darbe girişimi, Hükümetin tüm muhaliflerini tasfiye etmesi için önemli bir dönüm noktası olmuştur. 2013 yılında Erdoğan'ı ve kadrolarını hedef alan büyük yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları sonrasında yargı ve polis camiasında başlatılan tasfiyeler bununla sınırlı kalmamış, Hükümetin siyasi görüş ve uygulamalarına karşı olan toplumun her kesiminden insanın da işinden atılmasına ve farklı gerekçelerle tutuklanmasına zemin hazırlamıştır.

Muhalefet partilerine mensup milletvekilleri de dahil olmak üzere siyasi yelpazenin her kesiminden insan bugün hapishanelerde tutulmakta... 

15 Temmuz’dan sonra ilan edilen Olağanüstü Hal döneminde ve sonrasında çıkarılan 16 adet Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 129.411 kişi, 667 sayılı KHK’ya istinaden de 20.000 civarında kişi “İdari Karar”larla işlerinden atıldı. 

Adalet Bakanlığı verilerine göre, 600 bin kişi, “Terör Örgütü Üyesi veya Yöneticisi” olduğu gerekçesiyle adli takibata uğradı. 15 Temmuz’un 4. yıldönümünde İçişleri Bakanı’nın yaptığı açıklamaya göre 15 Temmuz 2016'dan bugüne kadar yaklaşık 300.000 kişi gözaltına alınmış, bunlardan 94.000’i tutuklanmış bulunuyor.

Kanunen sahip oldukları tüm hakları ellerinden alınan bu kişilerden bir çoğunun mal varlıklarına el konulmuş, tüm diploma ve sertifikaları geçersiz sayılmış, özel sektörde dahi çalışmaları yasaklanmıştır.

Pasaportlarına el konulmuş, yurt dışına çıkmalarına engel olunmuştur. AKP İktidarının tüm imkan ve mekanizmaları kullanılarak “Sosyal Ölüm”e maruz bırakılan insanlar, ülkeyi başka türlü terk etmenin bir yolu olmadığından, yasadışı yollarla yurtdışına kaçmak zorunda kalmışlardır. Bu insanlardan bir kısmı, yasadışı yollarla Ege Denizi veya Meriç Nehri'ni geçmeye çalışırlarken hayatlarını kaybetmişlerdir. 

Kısaca, 15 Temmuz sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan, Devletin tüm erklerini kendine bağlamış, Parlamento’nun işlevselliğini ortadan kaldırıp sembolik hale getirmiştir. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri vasıtasıyla tek başına mevzuat çıkarma yetkisine kavuşmuştur. 

Türkiye’den gelen taleplerin muhatap ülkelerce veya İnterpol gibi kuruluşlarca kabul edilmemesinde rol oynayan bir kaç faktör vardır; 

Bunlardan birincisi; Başta Avrupa olmak üzere, suçlulara kucak açmakla ve korumakla suçlanan ülkeler ve İnterpol gibi kuruluşlar, AKP iktidarının ortaya koyduğu söylem ve eylemlerden kronolojik olarak haberdardırlar ve Türkiye’de olan biten hadiselerin, Erdoğan Yönetiminin iddia ettiği gibi olmadığını biliyorlar. 

AKP İktidarının ağır insan hakları ihlallerinden kaçan ve sığınma başvurusu yapan kişiler hakkındaki iade taleplerini kabul etmemek veya kırmızı bülten taleplerini reddetmek uluslararası hukukun bir gereğidir. Türkiye’nin kırmızı bülten ve iade amaçlı talepleri, muhalifleri ele geçirmek için uluslararası kurumların ve anlaşmaların suistimal edilmesi olarak görülüyor.

İkincisi; “Terör Suçu” gerekçesiyle hakkında kırmızı bülten talep edilen bazı kişiler hakkındaki talepler, kanıt niteliği taşımayan bir takım bilgilere ve hedef kişi ile isnad edilen suç arasındaki illiyet bağını hukuken ortaya koyamayan dosyalara istinaden yapılıyor.. Bu dosya içerikleri, İnterpol’ün belirlediği ve uyguladığı kriterler açısından hukuki bir nitelik taşımamaktadır. 

“Dini bir cemaatin yasal olarak işletilen kurumlarında çalışmış olmak, mevzuata uygun açılmış okullarına çocuğunu göndermek, gazetelerine abone olmak, yasal olarak işletilen bir bankaya para yatırmak, sendika ve derneklere üye olmak, piyasada herkesin kullanımına açık olan bir akıllı telefon uygulamasını telefonuna yüklemek, bir cemaat liderinin bandrollü kitaplarını okumak veya bulundurmak, evinde veya üzerinde 1 dolar bulundurmak” gibi faaliyetler, İnterpol tarafından, terör örgütü üyeliğine veya yöneticiliğine gerekçe yapılacak ve suç teşkil edecek eylemler olarak görülmemektedir.  

Üçüncüsü; Uluslararası raporlara da yansıdığı üzere, Türkiye’de adil ve bağımsız bir yargı kalmadı. Diğer birçok devlet kurumu gibi, yargı da tamamen AKP iktidarının kontrolüne girdi. Bu durum, Türkiye’den gelen taleplerin karşılanmamasında önemli bir rol oynamakta.

İnterpol’ün Türkiye’den veri girişi yapılmasını kısıtlamasının sebebi ise; AKP Yönetimine muhalif bir kısım şahısların yerel veya yabancı kuruluşlara, kendilerine ait seyahat belgeleri hakkında herhangi bir çalıntı veya kayıp başvuruları bulunmadığı halde, bu belgelerinin sanki kayıp veya çalıntı imiş gibi Türk İnterpol’ü tarafından İnterpol’ün SLTD Databankasına (Çalıntı ve Kayıp Seyahat Belgeleri Databankası) veri girişi yapılmasıdır. Bu durum, böyle bir vakayla karşı karşıya kalmış kişilerin, İnterpol’ün CCF Komisyonu’na yaptıkları şikayetlerin incelenmesi neticesinde açığa çıkmıştır. (CCF; İnterpol Dosyalarını Kontrol Komisyonu). Bu durum, İnterpol’ün suistimal edilmesidir ve suç içermektedir.  

15 Temmuz 2016’dan sonra Türkiye’nin yaklaşık 70 bin kişi hakkında kırmızı bülten çıkarma talebi, İNTERPOL Genel Sekreterliği’nce aranan kriterleri ihtiva etmediği gerekçesiyle kabul edilmemiştir.

Basına ve bir kısım dava dosyalarına yansıdığı kadarıyla, yapılan suçlamalar, hükümetin muhaliflerine karşı yürüttüğü siyasi nitelikli suçlamalardır ve şüpheden uzak somut deliller içermemektedir. Yukarıda da değinildiği gibi, İnterpol Anayasası’nın 3. Maddesi, kurumun siyasi nitelikli suçlarla ilgilenmeyeceğini açıkça belirtmektedir.  

Muhaliflerini ele geçirmek için İnterpol mekanizmasını suistimal eden Türkiye gibi ülkelerin taleplerinin, yerleşik kuralları ve uluslararası düzenlemeleri uygulayan İnterpol’ce geri çevrilmesi evrensel hukukun bir gereğidir.

20 Temmuz 2020 13:43
DİĞER HABERLER