Alman basınında yer alan söyleşi ve yorumlarda, Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in üyeliklerine karşı duruşunun NATO içinde yarattığı kriz irdeleniyor.
DW!'nin
derlediği habere göre, Die Welt'e konuşan Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Christoph Heusgen, Ankara’nın Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri konusundaki menfi tavrına yönelik bir çözüm bulunamazsa bunun Putin için bir zafer anlamına geleceğini savunuyor:
Türkiye’nin coğrafi konumu nedeniyle son derece büyük önem taşıdığını belirten Heusgen, bu nedenle Ankara’yla yakın iş birliğinin Avrupa’nın yararına olduğunu vurguladı. Taşıdığı bu öneme karşın, Ankara’nın zorlu bir partner olduğunun altını çizen Heusgen, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkan Türkiye’yle 2009 NATO Zirvesi örneğinde de olduğu gibi daha önce de krizler yaşandığını, ancak bu krizlerin çözüme ulaştırıldığını hatırlattı. "Haziran ayı sonunda Madrid’de düzenlenecek olan NATO zirvesinden olumlu bir sonuç almanın elzem olduğunun” altını çizen Heusgen, "Eğer başarısız olursak Putin bundan bir zafer çıkartır. Erdoğan’ın Ukrayna destekçilerinin yenilgisini gümüş bir tabakta Putin’e sunacak kadar ileri gideceğini tahayyül edemiyorum" diye konuştu.
Berlin merkezli Bilim ve Politika Vakfı’ndan (SWP) Türkiye uzmanı Günter Seufert’a göre ise iki İskandinav ülkesinin NATO üyeliğine karşı çıkışı ABD’ye F-35’lerin satışı için baskı aracı olarak yorumlansa da bu satış artık olası değil. Tageszeitung’a konuşan Seufert, hem Türkiye’nin NATO’ya, hem de NATO’nun Türkiye’ye ihtiyaç duyduğuna da dikkat çekiyor:
Seufert, Türkiye’den uzmanların dahi NATO krizini Ankara’nın, Washington’a yaptırımların kaldırılması için baskı aracı olarak gördüğünü savunduğuna dikkat çekiyor. F-16’ların sevkiyatı için Kongre’nin hâlâ ikna edilmesi gerektiğini belirten Seufert, F-35’lerin Türkiye’ye sevkıyatının ise artık mümkün olmadığının altını çiziyor.
Seufert, göçmenler konusunun da Türkiye için bir araç olduğunu, mevcut ihtilafta ise ancak dolaylı bir rol oynadığını belirterek, "Türkiye, Avrupalı NATO partnerlerini baskı altına almayı deneyerek, bu partnerlerin de İsveç, Finlandiya ve ABD’ye baskı uygulamasını umabilir" ifadelerini kullandı.
Kırım’ın ilhakından sonra Karadeniz’in giderek bir Rus denizi haline geldiğini ve Suriye açıklarında Doğu Akdeniz’de varlık gösteren Rus donanma üssü nedeniyle de Türkiye’nin Rusya tarafından çembere alındığını hatırlatan Seufert, Ankara’nın Moskova karşısında dengeyi sağlaması için NATO üyeliğine ihtiyaç duyduğunu savundu. Diğer yandan Rusya’ya karşı cephenin kırılgan bir yapıda olduğuna dikkat çeken Seufert, Moskova’ya karşı yaptırımlara Türkiye dahil çok sayıda ülkenin katılmadığını da hatırlattı. "Türkiye, buna rağmen NATO’nun doğu sınırına ek birlik konuşlandırma kararını bloke etmedi, ancak bu stratejisini gelecekte değiştirebilir" diyen Seufert, bu nedenle NATO’nun Ankara’yı blokta tutmanın yollarını araması gerektiğini savundu.
Alman basınındaki diğer yorumlarda ise Ukrayna savaşı ve Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar öne çıkıyor. Heilbronner Stimme’deki yorumda Almanya’nın Ukrayna’yı yalnız bıraktığı savunuluyor:
"Askeri anlamda işler Ruslar için birçok Batılı uzmanın inanmak istediğinin aksine pek de kötü gitmiyor. Personel anlamında (Rusya’nın) Ukrayna ordusuna üstünlüğü olduğu su götürmez bir gerçek. Üstelik Ukraynalılar hâlâ ağır silah yakarışlarını sürdürüyor, ki bu silahlar ya çok geç geliyor ya da hiç gelmiyor. Hele ki Ukrayna’ya son derece büyük yardımlar yapıldığı yönünde ciddi bir inanışın olduğu Almanya’dan hiç gelmiyor. Bu da uluslararası bir kınamaya neden oluyor."
Märkische Oderzeitung’da ise savaşın getirdiği yeni dinamiklerin Almanya genelinde içselleştirilmesinin önemi vurgulanıyor:
"Bir petrol ambargosu getirilip getirilmeyeceğinin neredeyse bir önemi yok. Brandenburg ve diğer Doğu Almanya eyaletleri bir kez daha Almanya’nın ve Avrupa’nın geri kalanına oranla dönüşüme daha hızlı ayak uydurabilme kabiliyetini ortaya koymalı. Doğu eyaletleri bunu yapabildiklerini 30 yıl önce Soğuk Savaş'ı sona erdiren duvarın yıkılışında da göstermişti. Şimdi ise yine değişim mecburiyetini beraberinde getiren yeni bir Soğuk Savaş söz konusu. Ancak bu kez çekip gitmek bir işe yaramayacak. değişime arkamızı dönmenin bu kez bir getirisi yok. Dönüşümden başka bir çare olmadığını kavramak ve değişime istekli olma konusunda zaafları olanlar ise iş dünyasının anlı şanlı patronları.