Son dönem muhalif kesime yönelik saldırılarda faillerin serbest bırakılması dikkat çekiyor. Cezasızlığı hukuki, psikolojik ve sosyolojik açıdan değerlendiren uzmanlar, bunun şiddeti teşvik ettiği görüşünde hemfikir.
Türkiye'de sadece son bir ayda düzenlenen üç saldırıda, faillerin serbest bırakılması başta sosyal medya olmak üzere muhalif kesim içinde cezasızlık tartışmalarını yeniden alevlendirdi. DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan uzmanlar, cezasızlığın nefret suçlarını artırdığına dikkat çekiyor.
Söz konusu saldırılardan birine maruz kalan isimlerden biri CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'ydu. 31 Mart'taki yerel seçimlerin ardından Ankara'da bir asker cenazesine katılan Kılıçdaroğlu linç edilmek istendi. Kısa bir süre sonra da milliyetçi çizgisiyle bilinen ve muhalif yayınlar yapan Yeniçağ gazetesinin yazarı Yavuz Selim Demirağ’a saldırı düzenlendi. Beyzbol sopalarıyla darp edilen gazeteci ağır yaralandı, hastanede tedavi altına alındı. Saldırı Demirağ’ın, 25 metre uzaklığında karakol bulunan evinin yakınlarında gerçekleşti. Ancak polislerin olay yerine varması 25 dakika sürdü. Gazeteci, son dönemde MHP ve lideri Devlet Bahçeli'yi eleştiren yazılar kaleme alıyordu.
Son saldırı ise 15 Mayıs günü gerçekleşti. Yine MHP'yi eleştiren yazılar kaleme alan Antalyalı muhalif gazeteci İdris Özyol, çalıştığı gazetenin önünde üç kişi tarafından darp edildi. Yaralanan gazeteci hastanede tedavi altına alındı. Gazeteciye saldıranlardan ikisi daha sonra yakalandı. Saldırganlardan birinin MHP Muratpaşa İlçe Başkanı Talu Bilgili'nin şoförü Taner Canatek olduğu ortaya çıktı. Yakalanan iki saldırgan da serbest bırakıldı.
"Nefret suçu maddesi işletilmiyor"
DW Türkçe'ye konuşan hukukçu Fikret İlkiz, son zamanlarda yaşanan saldırı olaylarına dair yaptığı değerlendirmede, Türk Ceza Kanunu'nun 122'nci maddesi olan nefret ve ayrımcılık suçuna dair cezaların istisnalar dışında işletilemediğini söyledi.
İlkiz, "Bu madde nefret suçlarını cezalandıran değil, aksine nefret suçlarının cezasız kalmasına neden olan bir maddedir" diyor. İlkiz'e göre bu maddenin işletilmemesi bir süre sonra nefret suçunun işlenmesine olanak tanıyor. Böylece kişilerin dini ve felsefi inancı, siyasal görüşü, düşünceleri ve bu anlamdaki yaşayışlarına duyulan nefret; gazeteciyi ya da siyasetçiyi doğrudan dövmeye ya da darp etmeye evriliyor.
Hukukçu, bu tür darp ya da yaralama vakalarının da nefret suçunun ta kendisi olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Ancak Türk Ceza Kanunu'nda özellikle bu konuda bir düzenlemenin olması gerektiği gibi yapılmamasından dolayı konu, vücut dokunulmazlığına karşı işlenen suçlar olarak mütalaa ediliyor."
Son dönemdeki saldırıları gerçekleştirenlerin serbest kalmasını da değerlendiren İlkiz, Türkiye'de bir cezasızlık kültürü oluşturulduğunu savunuyor. Öyle ki bu durum yargıya güveni doğrudan azaltırken, aynı zamanda "Sana dava açarım" sözünden de kimsenin korkmamasına neden oluyor.
İlkiz'e göre nefret suçları da bu yüzden alabildiğine çoğalıyor. İlkiz, gazeteci ve siyasetçilere saldıranların vücut dokunulmazlığını bozmanın yanı sıra ayrıca nefret suçundan da yargılanması gerektiğini söylüyor.
"Muhaliflere şiddet, gücün de güçsüzlüğün de belirtisi"
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Bülent Küçük, son dönemde tanık olunan muhalif siyasi ve gazeteci linç girişimlerinin, bireysel eylemler olduğu konusunda şüpheli. Küçük, bu saldırıların sistematik ve belki de gayri şeffaf "kurumsal" girişimler oldukları konusunu gündeme getiriyor. Zira Küçük'e göre yakın tarihimiz böylesi olumsuz örneklerle dolu.
DW Türkçe'ye konuşan ve eleştiri sınırlarının oldukça daraltıldığını, muhalif seslerin idari tedbirlerle boğulduğunu dile getiren Küçük, "Böyle bir ortamda içine devlet fikri kaçan kimi hassas yurttaşların muhalif sesleri çıplak şiddet yoluyla kısmaya çalışması, güçlülüğün de güçsüzlüğün de belirtisi olarak okunabilir" diyor.
"Sivil şiddet araçları" olarak tanımladığı girişimlerin, bürokratik yapıların tekelinde olabileceğini söyleyen Küçük, "Ve bu yapılar kimi nahoş işleri gönüllü elemanlarına havale etmiş de olabilir. Zira söz konusu faillerin cezasız kalması, bu şahısların korunduğu ve hatta buna teşvik edildikleri izlenimi veriyor. Tam kestiremiyoruz" diye konuşuyor.
"Suçun cezalandırılmaması ödüldür"
Nefret söylemi ve şiddetinin bir de psikolojik boyutu var. Türk Psikologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Dr. Serap Altekin, nefret suçu, şiddet ve toplumsal travmalar üzerine çalışmalar yapıyor.
DW Türkçe'ye konuşan Altekin, politik belirsizlik ve krizlerin olduğu dönemlerde şiddet ve saldırganlık eğilimlerinin arttığını söylüyor. 2013'ten bu yana ayrıştıran, ötekileştiren ve kutuplaştıran söylemlerin de arttığını hatırlatan Altekin, "Bu durum insanların ait oldukları kesime sorgulamadan bağlanmasına ve diğerlerini, farklı düşünen ve yaşayanları düşman olarak görmesine neden oldu" diyor.
Uzmana göre insanların kafalarındaki düşünceler, inançlar ve varsayımlar söylemleri şekillendiriyor. Söylemler ise tutumları belirliyor. Tutumlar da davranışları ortaya çıkarıyor. Altekin şöyle devam ediyor: "Dolayısıyla nefret, nefret söylemine, nefret söylemi tutuma, o da nefret suçuna dönüşür."
Cezasızlığın, toplum üzerindeki psikolojik yansımasını sorduğumuz Altekin, "Cezasızlık ve adaletsizlik, şiddet eylemini gerçekleştiren insanları cesaretlendirir. Dolayısıyla bu suçların da tekrarlanmasına neden olur" yanıtı veriyor.
Altekin'e göre insanları farklı yöntemlerle ödüllendirmek mümkün. Ödüllendirmek için kimisini alkışlamak, kimisini ise cezalandırmamak yeterli. Altekin'in vardığı sonuç da şu: "Ceza ile karşılaşmayan birey, kendini ödüllendirilmiş hisseder."