NURULLAH ALBAYRAK- TR724.COM
Öğretmen, doktor, öğrenci, ev hanımı, iş adamı, gazeteci, avukat, hakim, savcı ve siyasetçinin de aralarında olduğu 150.000’e yakın kişi hakkında soruşturma açıldı. Açılan davalar neticesinde binlerce mahkumiyet kararları verildi. Yargıtay 16. Ceza Dairesi ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da 10’larca örgüt suçlamasıyla ilgili kararlar verildi. Ancak, tüm bu soruşturma, yargılama ve mahkumiyet kararlarına rağmen insanlar ne bu kararlara inanıyor ne de yapılan değerlendirmeleri doğru kabul ediyor.
Bunun en önemli nedenlerinden birisi, ‘Terör finansmanı filan, üfleriz Gazi abi’ sözünde gizli. Bu ifade, Bursa Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan bir iddianamenin 317. sayfasında, polislerce yazılan bir notta aynen yer almıştır. Bu notta, bir kahvaltı için satılan davetiyelerin ‘örgüte yardım’ olarak yansıtılacağı şu şekilde belirtilmiştir: “… Örgüte yardım dicez. Ceylan ve Mediha kendi Facesinde de paylaştı ortak bir tespit yapacağız, ikisine de ekleyecez. İkisinin de davetiye satıış ile ilgili görüşmeleri var öneeeemliiii. Terör finansmanı filan, üfleriz, gazi abi…” Yazılan bu nota göre, bir davetiye satışının terörün finansmanı suçu olarak değerlendirildiği bunun da bizzat polislerin ifadesine göre ‘üflenerek’ oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Yani polis memurları suçu üfleyerek oluşturacaklarını ifade etmişler bunu da pişkin bir şekilde not olarak yazabilmişlerdir.
Aynı pişkinlik, siyasilerde ve bazı yargı mensuplarında da olduğu için suçlamalar yasalara göre değil üfürülerek oluşturulmaktadır. Suçlamalar ‘üfürülerek’ oluşturulduğu için de bu iddialara; aklı, vicdanı ve gözü köreltilmiş bir kesim dışında kimse inanmamaktadır.
ÜFÜRÜKTEN YARGI
En son Mersin ve Hatay örneğinde de üfürülerek suç oluşturulduğunu gördük. Üniversite öğrencisi kızların ve ev hanımlarının olduğu 10’larca kişi terör örgütü suçlamasıyla gözaltına alındı ve tutuklandı. Gözaltı gerekçesi, tutuklu olan insanların ailelerine yardımcı olmaya çalışmak. Sonradan medyaya yansıyan bir haberde ise ‘suikast şifresi çözüldü’ denilerek, polis ve yargı mensuplarının üfleme usulüyle suç üretmeye çalıştıkları görüldü. Herkes kabiliyetine göre üfleme yaptığı için Mersin polisi bu konuda daha kabiliyetli olduğunu da göstermiş oldu.
Başka bir örnek de, Myanmar’dan yasadışı yollarla Türkiye’ye getirilen kişiyle ilgili İnterpol uzmanı! olduğu belirtilen polisin anlattıkları. ‘Kalkıştan önce elektronik aksamın olduğu yeri tekmelemeye başladı, uçağı düşürecekti’! Bunu okuyan da bir şey var zannedecek. Aslında olan, yaptıkları yasadışılığı gizlemek için ‘üfürme’ yöntemine başvurulmasından ibaret. ‘Üfürmek’ konusunda bir üst seviye olmadığı için de doğal olarak her iddiaları pes dedirtecek düzeyde oluyor.
Suçlar emniyet aşamasında ‘üfürülerek’ oluşturuluyor da mahkemeler de farklı bir durum mu var? Tabi ki hayır. Mahkemeler, ‘üfürme’ işini nasıl yaparız da hukuki bir kılıfa sokarız çabası içerisindeler. Bunun için de en temel hukuk ilkelerini ve yargısal içtihatları görmemezlikten gelmeyi tercih ediyorlar.
Bu kapsamda, siyasilerin beyanlarına dayanarak terör örgütü suçunun kurucu unsurlarından olan kast unsurunu ispatlamaya çalışıyorlar. TCK’nın 21. Maddesine göre, bu suç sadece “bir organizasyonun terör örgütü olduğunu bilerek ve isteyerek üye olma” durumunda oluşmaktadır. Bir kişi, üye olduğu bir organizasyonun terör örgütü olduğunu bilmiyorsa ve toplumun büyük çoğunluğu tarafından da bu durum bilinmiyorsa, bu organizasyonun üyesi olan kişi açısından terör örgütü üyeliği suçu oluşmayacaktır. Kast, suçun kurucu unsurlarından biri olup, terör örgütü üyeliği suçunun kast unsuru oluşmazsa, suçun oluşması da mümkün değildir.
Yargıtay CGK ve Yargıtay 16.CD dâhil mahkemeler, siyasi beyanlara dayanarak, iddia olunan örgütün terör örgütü olduğunun bilinmesi gerektiğini söyleyerek kastın varlığından bahsetmektedir. Oysa, bilme olgusunun somut delillere dayalı olarak ispatlanması gerekir, çıkarıma dayalı olarak bilinmesi gerekir denilemez. Amaç, üfürülen suça kılıf bulmak olduğu için uyup uymadığına bakılmaksızın ilk bulunan kılıfa uydurulmaya çalışılmaktadır.
Ancak, bu üfürükçülerin unuttuğu bir şey var; bir hukuk devletinde, sadece, insan hakları dikkate alınarak hazırlanmış ve yasama organınca kabul edilmiş, erişebilir ve uygulaması öngörülebilir kanunlara aykırı davranma yaptırıma bağlanabilir. Bu durum, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin bir gereğidir. Bireyler, sadece önceden yayınlanmış kanunlara uygun davranma yükümlülüğü altındadır. Bir hukuk devletinde hiç kimse herhangi bir siyasi aktörün açıklamasını dikkate alarak hareketlerine yön verme yükümlülüğü altında değildir. İnsanlar, siyasilerin her gün değişebilen beyanlarını takip etme yükümlülüğü altında da değildir. Hukuk kurallarının herkesi bağladığı bir hukuk devletinde, kişiler sadece yayınlanmış ve yürürlükte olan kanunları bilme ve saygı gösterme yükümlülüğü altındadır. Bu nedenlerle, bir kişiyi, siyasilerin beyanlarını dikkate alarak cezalandırmak hukukun birçok ilkesine aykırı olduğu gibi, Anayasanın değiştirilmesi mümkün olmayan, insan haklarına saygılı, demokratik hukuk devleti gibi temel niteliklerine de aykırılık oluşturur.
BM İnsan Hakları Komitesi’ne göre de, “yaşama hakkından keyfi olarak mahrum etme, işkence, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye tabi tutma, rehin alma, kolektif cezalandırma, keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma, masumiyet karinesi dâhil adil yargılanma hakkının temel ilkelerinden sapma” gibi temel hak ve ilkeler uluslararası hukukta emredici kurallardır. Bu kurallara aykırılığın da elbet bir yaptırımı olacaktır.
Emredici hukuk kurallarına aykırı davranan başta işkenceciler olmak üzere, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamelede bulunan, keyfi olarak özgürlükten mahrum bırakan ve kolektif cezalandırma uygulayan kişilerle ilgili uluslararası hukuk nezdinde girişimde bulunularak hak ettikleri cezaya muhatap olmaları, hukuk dışı uygulamalarla mücadeleyi zorunluluk gören hukukçular olarak boynumuzun borcudur. Bu borcu ödemek için çalışıyoruz…