Aksiyon Dergisi'nden Mesut Çevikalp Ortadoğu ile ilgili çok çarpıcı bir analiz yazısı kalema aldı. Bir toplantıdan diğerine geçerken telefonda yakaladığım Türk yetkili, olabildiğince kısa ve öz konuştu. Zihnindeki karamsar tablo kelimelerinden önce sesine yansıyordu. Ağzından pozitif bir cümle çıkmadan da sona erdi görüşme: “Sınır ötesinde ilan edilen ‘Hilafet Devleti’ne takılmayın. Küresel, bölgesel güçler izin vermez yaşamasına. Ama bir gerçek var ki bölgede yeni devletlere, sınırlara, hatta savaşlara hazır olmalıyız. Eski haritalar yırtıldı. İlk kopma da Kuzey Irak’ta yaşanacağa benziyor. Yani eski hâl artık muhal. Kolonyal sınırları koruyacak bir güç de yok ortada!”
Kıdemli yetkilinin çizdiği tablo AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in birkaç gün öncesinde Financial Times’a verdiği ezber bozan beyanatla örtüşüyordu. Çelik, İngiliz yayın kuruluşuna bağımsız bir Kürdistan’ın ilanı durumunda Türkiye’nin tavrının eskisi gibi olumsuz olmayacağını vurgulamıştı. Ankara da sürece yeşil ışık yakıyor âdeta...
Kâğıt üzerinden “Irak’ın bütünlüğünü” savunan Ankara’nın zihnindeki fotoğrafı görebilmek için aradığımız etkili bir siyasi danışman da benzer tablo çiziyor. 6 ay önce görevinden uzaklaşan siyaset bilimci, gelinen noktada Irak’ın bölünmesinin, Kürdistan’ın kurulmasının önlenemeyeceğini, Ankara’nın da Sünni Arap devletlerini kızdırmadan, zaman içinde ‘Irak Kürdistanı’nı tanımayı düşündüğünü aktarıyor. Daha da önemlisi Batı ekseninin bağımsız Kürt devletini en az bölge Kürtleri kadar istediğini vurguluyor: “Türkiye’de bir kesim Irak’ın parçalanmasını, Kürdistan’ın kuruluyor olmasını İngiltere ile Fransa’nın 1916’da imzaladığı gizli Sykes-Picot Anlaşması’na, Sevr’e bağlıyor. O anlaşmada çizilen sınırlarda oynamaların olduğu doğru. Ancak salt Batı istediği için ‘Kürdistan doğuyor’ bakışı doğru değil. Bölgede yaşanan bir gerçeklik var. Denklemi Iraklı Kürtler ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani bozmadı. Bozulan denklemde yeni bir zemin bulma durumunda kaldılar. Bu noktada yeni sınırları, eski sınırları çizen güçlerin şekillendireceğini öngörmek zor değil. ABD, İngiltere ve İsrail’in beyanatlarına bakarsanız, ne demek istediğimi anlarsınız!”
Batı-İsrail ekseninin tarihî Kürdistan desteği salt duygusallık üzerine inşa edilmiş değil. İsraillilerin Irak Kürtlerini tarih boyu kendilerine yakın tutmalarının jeopolitik gerekçeleri var. İsrail açısından Ortadoğu’da kurulan bağımsız Kürdistan, yeni müttefik olmanın yanında, ezelî düşman ‘Sünni’ coğrafyanın bölünerek zayıflaması anlamına geliyor. Dahası Iraklı Kürtlerin üzerine oturduğu petrol rezervleri İsrail’in yanında Avrupa ve ABD’nin iştihanı kabartıyor. Ayrıca muhtemel Kürdistan devletinin Kürt nüfusları üzerinden Türkiye ile İran’ı rahatsız etme potansiyeli de var. Dolayısıyla Batı ve İsrail için bağımsız Kürdistan siyasi, ekonomik ve bölgesel nüfuz açısından vazgeçilemez değerde.
Peki, bölgesel konjonktür uygun mu Kürdistan’a? Tarih boyu hiç bu kadar uygun olmamıştı. Irak’ta 2003’te ABD’nin çekilmesiyle başlayan, Şii Başbakan Nuri El Maliki’nin ayrıştırıcı siyaseti ile derinleşen parçalanma fiiliyata geçmiş durumda. Güneyde Şiiler, kuzeyde Kürtler, ortada da Sünni aşiretler kendi sınırlarını çoktan çizdi. Bölgelerini koruma refleksiyle ciddi çatışmalara da giriyorlar. Nisandaki seçimden beri Federal Meclis’in bir kez dahi toplanamaması da ülkede birlik ve bütünlüğün kalmadığının ispatı.
Tam bu ortamda Suriye iç savaşından Irak’a geçen Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü, Iraklı tarafların ekmeğine yağ sürdü. IŞİD tehdidini bahane ederek önce Maliki önderliğinde Şiiler, ardından Sünniler ve Kürtler silahlandı. Kâğıt üzerinde çizdikleri sınırlarını silahlı milislerle korumaya başladılar. Dahası merkezî Irak ordusu dağıldı. Kısacası Irak, IŞİD milisleri ülkeye girdiği için değil, Iraklı taraflar istediği için bölünüyor.
Sadece Irak çökmedi! ‘Arap Baharı’ ateşinin daha önce ulaştığı Mısır ve Suriye de dibe vurmuş hâlde. Bu ülkelerde diktatörlükleri yıkma havasıyla sokağa inenler ilk başta kısmi kazanımlar elde etseler de gelinen noktada kaybeden taraf oldu. Mısır’da Arap Baharı’nın kazançlısı görünen Müslüman Kardeşler örgütünün üyeleri hapse atıldı, bir kısmı idama mahkûm edildi. Keza Suriye’de devlet tüm kurum ve altyapısıyla çökerken Baas rejimi ile lideri Beşşar Esed mevkiini korudu. Bunda Batı’nın çark etmesi, generallerin eski rejimlerinden vazgeçmemeleri ve bölgede statükonun devamını isteyen Rusya, Çin ve İran’ın desteği büyük rol oynadı. Arap Baharı, Ortadoğu’yu demokrasi raylarına taşımadığı gibi eski hâlinden geriye düşürdü. Giderek de derinleşen dinî, etnik, mezhebî çatışmaların bölgenin gelecek 10 yılını karartacağı öngörülüyor.
Yeni Ortadoğu denkleminin haricî kazananları İsrail, Avrupa, ABD ile sınırlı değil. İran da bu grupta. Sünni Arap eksenindeki ciddi kırılma ve kopuş Şii İran’ı dolaylı olarak güçlendiriyor. Müttefik Irak ve Suriye iktidarlarının kontrol ettikleri saha bölünmeler dolayısıyla küçülse de Maliki gibi Esed de küçük de olsa müstakil rejiminin devamını sağlama imkânı yakaladı. Yani bu ülkeler bölünse de ‘Şii Hilali’ bölünmemiş olacak! Dahası bölgede ateşi giderek yükselen mezhep çatışmaları, El Kaide/IŞİD varlığı Sünni İslam’ı yaralıyor, İslamofobiyi güçlendiriyor. Tahran açısından önemli kazanımlar bunlar. Tahran’ın Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin göreve gelmesiyle birlikte giriştiği ABD yakınlaşması ülkeye şu süreçte de kazandıracak. Washington, Ortadoğu’da taşlar yeniden yerine otururken yeni müttefiki İran’la yakın temas içinde olacağını gizlemiyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry son Irak ziyaretinde bunun sinyalini verdi zira.
Peki, yeni dönemde dünya nasıl bir Ortadoğu ile yüzleşecek? Görünen o ki yerinden oynayan taşların oturması hayli zaman alacak. Bu ara dönemde sınırlar silikleşecek, etnik savaşlar-mezhep savaşları artacak, daha parçalı bir Ortadoğu oluşacak. Kabul görmüş iktidarlar yerine El Kaide/IŞİD gibi devlet dışı aktörler ön plana çıkacak. Bu gruplar bölgesel siyasette rol kapacak. Sınırlar ve başkentler değişirken hâliyle bölge dışı aktörlerin Ortadoğu üzerindeki örtülü nüfuz mücadelesi artacak. Yeniden inşa süreci bir hayli çetrefilli, tehlikeli olsa da erken ve doğru hamle yapan aktörlere yeni fırsat kapıları açacak. Ancak süreç tamamlansa da etnik-mezhebî-siyasi davalar üstüne kurulu çok parçalı-devletli Irak her an patlamaya hazır saatli bomba hâline dönüşecek. Bundan ötürü ABD ve İsrail erken davranıp bölgesel bölünmeyi lehlerine çevirmeye çalışıyor.
Zirve Üniversitesi’nden Ortadoğu uzmanı Yrd. Doç. Dr. Alper Dede, tersine dönen Arap Baharı sürecinin İran ve İsrail gibi Arap olmayan ülkelerle, Suudi Arabistan gibi otoriter yönetim tarzına sahip ülkelere kazandırdığını doğruluyor: “Başından beri İran ve İsrail, Arap Baharı’nın kendi ülkelerine sıçraması noktasında endişe içindeydi. Aynı endişeyi bölgedeki şeyhlik ve krallıkla yönetilen Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ile otoriter yönetimler de paylaşıyordu. Görünen o ki bu saydığımız ülkeler Arap Baharı’nı en az zararla atlatan ülkeler olacak.”
Dede, Ortadoğu’daki yeni çizgilerin Kürtlerin yanında İsrail ile İran’a da kazandıracağını söylüyor. Bir-iki yıl zarfında kurulacak Kürdistan’ın Irak’ta İran destekli ‘Şiistan Devleti’ne kapı aralayacağını öngörüyor: “Bugün referandumu dillendirilen bağımsız Kürdistan’ın birkaç yıl içinde kurulması sürpriz olmaz. Hemen ardından Irak’ta, İran’ın desteklediği ‘Şiistan’ın kurulacağı görülüyor. Son aşamada da Iraklı Sünniler, Suriye ile ya da Suriye’siz müstakil devletlerini inşa edecek. En zoru da bu olacak. Zira ortada IŞİD gibi bir belaları var. Bölge devletleri, ABD ve Avrupa, IŞİD’in Irak’ta kalıcı olmasına, petrol sahalarını kontrol etmesine müsaade etmeyecek. Ancak Sünnileri zayıflatan bu örgütün ülkeden silinmesi bir hayli zaman alacak.”
Turgut Özal Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Erkan Ertosun da ABD’nin Irak işgali sırasında olduğu gibi yeni süreçte de İran’ın önünü açtığını düşünüyor. Ona göre, 100 yıl önce Ortadoğu’da Sykes-Picot denklemini kuranlarla bugün sahada top koşturanlar çok da yabancı değil: “Ortadoğu’da hem sınırlar hem dengeler değişiyor. İran nüfuzunu artırıyor. Selefîlik radikalleşiyor. Mutedil çizgi de gücünü kaybediyor. Tüm bunlar elbette Ortadoğu üzerine yapılan uluslararası hesapların bir parçası. Bölge dışı güçler tarih boyunca bölge içi ayrılıklardan yararlandı; az enerji, ama akıllı siyasetle çok kâr elde ettiler. Bugün de bu oyunun bir benzeri yaşanıyor sahada.”
Yeni Ortadoğu denkleminin kazananları az çok ortada. Ya kaybedenleri? Ankara, hiç şüphesiz yeni denklemin kaybedenlerinden. Hatta bizzat kendi hazırladı bu sonucu. Arap Baharı’nı yanlış okuduğu için Suriye ve Irak girdaplarına haddinden fazla dalan Türk hükümeti başarısız siyasetin bedelini ödüyor. Suriye ile düşman, Irak’la hasım. Sahada ardı ardına maruz kaldığı ‘test’lerden geçemedi. Sadece son 3 yıl zarfında uçağı düşürüldü, sınır illeri vuruldu, diplomatları, pilotları ve sivil vatandaşları esir edildi. Suriye konusunda Avrupa-ABD ekseninden kopup hem dünyada hem de bölgede yalnızlaştı. Arap Baharı öncesinde demokrasi arayışı içindeki Arap halklarına model olan Türkiye, 3 yıl gibi kısa bir zamanda gözden düştü. Bunda Ankara’nın Avrupa Birliği (AB) sürecinden uzaklaşmasının da hatırı sayılır etkisi var.
Türkiye yeni süreçte kazanamadığı gibi önemli bir külfet de üstleniyor. Sınırında yaşanan değişimler yeni ekonomik, politik, kültürel sorunları beraberinde getirecek. Ankara maalesef bu sürece de hazır değil. Daha da önemlisi Esed’in devrilmesi pahasına sınır geçişlerine göz yumduğu iddia edilen radikallerin son hedefi olacak. Suriye ve Irak’ta taşlar yerine oturduğunda varlık alanı bulamayan radikal savaşçıların büyük ihtimal yeni rotası Anadolu olacak. Bir kısmı evlerine (Avrupa-Kafkasya) Türkiye üzerinden dönmeye çalışacak. Bunlara Türk savaşçılar da eklendiğinde hatırı sayılır eylemcinin Türkiye’ye girmesi kaçınılmaz. Avrupa ve ABD, Suriye’ye savaşmaya giden vatandaşlarının geri dönmesine izin vermeyeceği için bir kısmının bugünlerde sınır illerinde açılan hücre evlerinde ‘yeni savaş’a kadar uyumaya geçmesi ihtimal. Başka bir deyişle Türkiye en başta engel olmadığı radikal savaşçılarla işin sonunda yüzleşmek zorunda kalacak.
Yrd. Doç. Dr. Alper Dede, Türkiye’nin işin başında düğmesini yanlış iliklediğini, sonrasında yaşanan tüm artçı gelişmelerde de kaybetmeye mahkûm olduğunu belirtiyor: “Türkiye başından bu yana Arap Baharı sürecinde en üst perdeden müdahil olma, alternatif geliştirememe, sert-uzlaşmaz dil kullanma, diğer aktörlerle birlikte hareket etmeme, nobran-buyurucu davranma gibi birçok temel hata yaptı. Daha da önemlisi uluslararası ilişkilerde diplomasinin öngördüğü çoğu kuralı görmezden geldi. Yanlış politikaları gereksiz inatla dayattı. Gelinen nokta itibariyle Türkiye’yi bölge siyaseti ile ilgili konularda ciddiye alan kalmadı. Hükümetin zoraki sürdürdüğü ‘bölgeye ayar çeken devlet’ duruşu artık sadece içerideki iktidar muhibbinde anlam teşkil ediyor.”
Dede, yeni Ortadoğu’nun kaybedenler safında bulunan Türkiye’nin siyasi kayıplarının yanında ekonomik kayıplarının da olacağına işaret ediyor: “İşin siyasi boyutunun yanında ekonomik boyutu da var. Bölgedeki istikrarsızlık ekonomik açıdan Türkiye’yi de gayet negatif biçimde etkileyecek. Özetle Türkiye hem siyasi hem de ekonomik açıdan yeni süreçte kaybedecek.”
2011’den beri sahada hiçbir başarı elde edemeyen Ankara’nın Ortadoğu’ya dönük kırmızı çizgileri, öncelikleri flulaştı. IŞİD tehdidi altındaki Türkmenleri savunamadı mesela. Türkmen şehri Kerkük’ü de kaderine terk ettiği görülüyor. Maliki’ye karşı olma pahasına Barzani’ye yakın durma politikasının uzun vadede Kerkük’ü Kürtlere bırakmaya dönebileceği öngörülüyor. Irak gibi Suriye ve Mısır politikaları da çıkmazda. Şam ve Kahire’ye dönük sert söylemlerini yumuşatsa da ana politikalarda değişime gidemedi. Bu saatten sonra muhtemel değişimin anlamı da kalmadı. Mısır’ın yeni Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, mevkidaşı Abdullah Gül’den gelen tebrik mesajına cevap vermedi! Aynen İsrail’in Ankara’da onaylanan normalleşme mutabakatına son imzayı koymadığı gibi…
Ertosun, Ankara’nın sahada neden kaybettiğini net özetliyor: “Çünkü hükümet tüm enerjisini iç siyasete, toplumsal çekişmelere yöneltti. Özellikle dış politikada artık hamasetin ötesine geçebilen hamlesi kalmadı. Bu şartlarda Türkiye bölgedeki hiçbir gelişmeyi bırakın yönetmeyi, yönlendiremez bile.”
Ortadoğu yeniden şekillenirken suni gündemlerle içine kapanan Türkiye’nin iç siyasette vakit tüketmesinin bir bedeli olacak elbette. Bu dönemde masada olmayanın ileride söz hakkı olmayacağı ortada. Günün sonunda Ankara başkasının kesip biçtiği elbiseyi giymek zorunda kalabilir! ‘Değerli yalnızlığı’ daha da artabilir...
ANKARA TEHLİKENİN FARKINDA DEĞİL
Suriye ve Irak’ta parçalanmanın derinleşmesi Türkiye’nin güney sınırlarında güvenlik sorununu artırıyor. Türkiye’nin güney sınırları, istikrarsızlaşmanın ötesinde, devlet dışı aktörlerin egemenliğine geçti. PKK’nın ‘Rojava’ (Batı Kürdistan) olarak adlandırdığı Kuzey Suriye’de Kürt kantonlarının oluşması, IŞİD’in Irak ve Suriye’nin kuzey-orta bölgelerinde alan hâkimiyetini sağlaması, Irak Kürdistan Bölgesi’nin tartışmalı bölgeleri de kapsayacak şekilde sınırlarını genişleterek bağımsızlığa istekli olması, Ankara’nın güney sınırlarının yeniden şekillendiğini gösteriyor. Türkiye’nin güney sınırlarında oluşmaya başlayan iki Kürdistan ve ikinci bir Suudi Arabistan yapısının Türkiye’yi etkilemeyeceğini düşünmek saflık olur. Türkiye’nin güney sınırlarına egemen olan, Türkiye’den Suriye’ye geçişe izin verilen ve Türkiye’den binlerce gencin savaşmak için katıldığı IŞİD-Selefî ideolojisi Ankara’yı elbette etkileyecek! Suriye’den sonra Irak’ın da Afganistanlaşması, Türkiye’nin Pakistanlaşması tehlikesini barındırıyor. Hâl böyleyken Türkiye’de muhafazakâr aydınlar, siyasetçiler ve bürokrasi sınırdaki İslami grupların tümüne romantik bakmaya devam ediyor. Bu nedenle yaklaşan tehlikelerin kaynaklarını, boyutlarını öngöremiyor. Selefî kaynaklı terörün panzehri Sufizm, geleneksel İslam’dır. Yeni dönemde Türkiye, Pakistan’ın El Kaide deneyimlerinden faydalanmalı.
(Kıdemli Ortadoğu Uzmanı Hasan Kanbolat)
AHMET DAVUTOĞLU SON BİR AYDA NE DEDİ, SAHADA NE YAŞANDI?
9 Haziran: (Bakan Davutoğlu ABD yolunda) “Son 48 saattir Irak’ta yaşanan gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Bağdat Büyükelçiliğimiz ve Musul ile Erbil başkonsolosluklarımızla sürekli irtibat hâlindeyiz. Musul Başkonsolosluğumuzun güvenliği için gerekli önlemler alındı.” 10 Haziran: IŞİD, Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’na baskın düzenleyip Başkonsolos Öztürk Yılmaz’la birlikte 49 personeli rehin aldı 11 Haziran: (Bakan Davutoğlu New York John F. Kennedy Havalimanı’nda) “Bütün taraflar bilsinler ki vatandaşlarımıza herhangi bir şekilde halel gelirse bu karşılıksız kalmaz. Türkiye’nin gücünü ve kudretini kimse test etmeye kalkmasın. Onlara gelebilecek herhangi bir zarar en şiddetli şekilde mukabele görür. Ben şimdi acilen Türkiye’ye dönüyorum.” 12 Haziran: Dışişleri Bakanlığı, Türk vatandaşlarının Irak’tan ayrılmaları yönünde çağrı yaptı: “Vatandaşlarımız ülkeden en kısa sürede ayrılmalı ve bölgeye seyahat etmekten kaçınmalıdır.” 13 Haziran: (Bakan Davutoğlu Ankara’daki Koordinasyon Toplantısında) “Irak’ta kaos varmış gibi yansıtılıyor… Libya’nın aksine Irak’tan böyle bir tahliye hedeflemiyoruz.” 17 Haziran: Irak’taki gelişmeler çerçevesinde Türkiye’nin Basra Başkonsolosluğu tahliye edildi. 27 Haziran: (Bakan Davutoğlu III. İstanbul Arabuluculuk Konferansı’nda) “Şu anda büyük bir kriz kapımızda ve biz komşular olarak bundan etkileniyoruz.”
AKSİYON