Türkiye'ye bir şeyler oluyor

Türkiye'ye bir şeyler oluyor
Türkiye'nin Ortadoğu'da etkisi giderek artıyor. Peki bu duruma nasıl gelindi?
Türkiye geleneksel olarak Boğazlar ile Anadolu'nun hakimiyetinin, Bizans ve Osmanlı devletlerine güven veren coğrafi konumunun kendisine bahşettiği bölgesel etkisini yeniden kullanmaya başladı. Ortadoğulular Türkiye'yi uzun yıllar bir Batı yaltakçısı olarak gördüler. Şimdi ise, ABD-Türkiye ilişkilerinin daha soğukkanlı bir şekilde yürütülmesi ve Ankara'da daha İslâmcı bir hükümetin bulunması Ortadoğu'yu kuzey komşusuna yakınlaştırıyor. Bir "Türk modelinin" Ortadoğu'ya sükûnet getireceği ve bir istikamet kazandıracağı fikri daha çok Washington ve Londra'daki ümitvar politika yapıcılar tarafından uzun yıllardan bu yana sık sık düşünülen bir şeydi. Araplar ile İranlılar uzun zamandan bu yana Türklere karşı bir itimatsızlık besliyorlardı, ve itibarları iade edildi. Daha şarklı Müslümanlar ise Türklerin İslâm'ı özel hayata indirgemelerinin fazla Batıcı olduğunu, neredeyse kâfir olduklarını düşünüyorlardı. Bu nedenle, geçenlerde Filistin kasabalarından Nablus'un taş kubbeli kapalı çarşısında bir köşeyi döndüğümde eski dükkanlardan birinin adeta bir ormanı andırırcasına ay yıldızlı Türk bayraklarıyla donatıldığını görünce hayret ettim. Arap dünyasında modern Türkiye'ye karşı bu derece içten bir duygusallığa daha önce şahit olmamıştım; 1950'lerden bu yana Arap ulusalcılarının propagandasında Türkiye'nin imajı Yahudi devletiyle dost olarak kendi İslâmî mirasına ihanet eden bir Amerikan yaltakçısı şeklindeydi. Dükkan sahibinin belki de Osmanlıların Ortadoğu'daki dört asırlık yönetiminin özlemini çeken bir gelenekselci olabileceğini düşündüm. Fakat ondan bayrakların sebebini anlatmasını istediğimde sadece dükkanın içini gösterdi. "Bayrakların sebebi işte bu kot pantolonlar." diye cevap verdi: "İstanbul'dan yeni geldi. Ben de herkese bu şekilde duyurmak istedim." Bu hadiseden sonra, Türkiye'nin Ortadoğu'nun diğer yerlerinde de artmakta olan etkisinin farkına varmaya başladım. Irak'ın kuzeyinde Kürtlerin bölgesindeki yüksek dağ geçitlerinde bile, Kürtlerin bağımsızlık beklentileri nedeniyle Türkiye ile aralarındaki gerilime rağmen, ilan panolarında Türk malı klimaların ilanlarına rastlanıyor. Bir zamanlar son derece aşağılayıcı bir şekilde "Türk eşeği" tarzında hakaretlerin yapıldığı İran'da, yüz binleri Türk sahillerini ziyaret için cezbetmek amacıyla plaj ve güneş reklamları yapılıyor. Suudi Arabistan'ın kralı Abdullah, Türkiye'nin kazanımlarının kendilerinin de ilgisini çektiğini açık bir şekilde ilan etti ve yıllar sonra ilk defa bu yaz Bir Suudi kralının ülkeye yaptığı ilk ziyareti gerçekleştirdi. Ekimde, Türk birlikleri yeni barış gücü için Lübnan'a gelmeye başladığında ortalarda Türkiye'nin Ortadoğu'ya bir şekilde müdahil olmasına karşı çıkan eski Arap korosundan kimsecikler yoktu. AK Parti ile gelen sessiz devrim Türkiye de değişti. Ülke bir zamanlar kararlı bir şekilde laik ve Batı'ya yönelik bir bakış açısına sahip iken, 2002'den bu yana hakim olan siyasi grubun, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) kökeni siyasal İslâm'dır. Türkiye artık Ortadoğulu dostlarını kucaklamak için ölçülü bir istek gösteriyor. Aynı zamanda, Türkiye'den bakarken Batı biraz daha uzak görünüyor. Türkiye'nin NATO üyeliğine ve AB'ye katılması için ABD'nin verdiği desteğe rağmen Türklerin çoğunluğu, özellikle de Irak'ın işgalinden bu yana, Ortadoğulu halklarla neredeyse aynı düzeyde Amerikan karşıtlığına sahip olduklarını ifade ediyorlar. Türkiye'nin zorlukla elde ettiği AB adaylığını tam üyeliğe çevirmedeki eski heyecanı Avrupalıların daha fazla genişleme konusundaki gizlenemeyen durgunluğu nedeniyle söndürüldü. Bununla birlikte, Türkiye "Batı" yerine "Doğu'ya" yönelmiyor. Aksine, her ikisinin de bir parçası olmakla kendinden çok daha emin olduğu hissediliyor. Aynı zamanda Rusya ve eski Sovyet bloku ülkeleriyle de ilişkiler gelişiyor. Bazı açılardan, Türkiye geleneksel olarak Türkiye'deki Boğazlar ile Anadolu'nun hakimiyetinin, Bizans ve Osmanlı devletlerine güven veren coğrafi konumunun kendisine bahşettiği bölgesel etkisini yeniden kullanmaya başlıyor. Bir zamanlar Arapların Türkler hakkındaki kanaatleri, Arap milliyetçilerinin asılması, adil olmayan vergilerin toplanması ve dedelerinin askerlik yapmak mecburiyetinde bırakılmaları gibi hatıraların yaşandığı Osmanlıların en zayıf oldukları son yıllarına odaklanmıştı. Arap milliyetçilerin başarısızlığı ile köktendinci İslâm'ın aşırılıkçılığının yol açtığı hayal kırıklığı Ortadoğuluların artık Türkiye rotasını yeniden değerlendirmelerini sağlamaktadır. Ortadoğulular Türkiye'nin niçin İslâm dünyasındaki en büyük ekonomiye, en güçlü orduya ve en köklü demokrasiye sahip oldukları konusu üzerinde düşünmeye başlıyorlar. Türkiye'nin 570 milyar dolarlık ekonomisinde kişi başına düşen yıllık gelir miktarı hâlâ petrol zengini küçük Körfez ülkelerinin gerisinde kalıyor; fakat son on yılda üç kat artarak 5.000 doların üzerine çıktı. Dış yatırım ülkeye akın ediyor ve Türk şirketleri Avrupa piyasalarına giriyorlar -bir Türk firması olan Koç Grubu İngiltere'nin buzdolabı, derin dondurucu ve ocak piyasasının %15'ten fazlasını kontrol ediyor. Ortadoğu ve Türkiye'de bunun İslâm'ın mı yoksa modernizmin mi bir zaferi olduğu konusunda tartışmalar devam etmekle birlikte, gittikçe artan sayıda kanaat önderi Türkiye'nin İslâm ile modernliği başarılı bir şekilde sentez etmiş görünmesine umutla yaklaşıyorlar. Wael Mirza, Suudi Arabistan'daki el-Vatan gazetesinde AK Parti'nin Kasım 2002'de iktidara gelişinden sonra şöyle yazmıştı: "Türkiye'nin bu gelişmesi tesadüfen gerçekleşmedi, bu, uzun ve sistemli bir sürecin neticesiydi. Arap İslâmcıları 'İslâm'ın çözüm olduğunu' söyleyedursunlar, Türkiye'deki İslâmcılar modern çağı yakalamayı başardılar." Mısırlı düşünür Abdel Monem Said Aly daha da ileri giderek Türk-Avrupa İslâmcılarının yükselişinin "Arap ve İslâm dünyasında din ve devlet problemine bir çözüme ulaşılmasını imkân dahiline sokacağı" iddiasında bulunmuştu. Bu arada Türkiye, Müslüman Ortadoğu'da otoritesini yeniden güçlendiriyor. Türkiye, 2004'te, 57 İslâm ülkesini aynı çatı altında buluşturan en büyük kuruluş olan İslâm Konferansı Teşkilatı'nda, gruba uzun zamandan bu yana hakim olan muhafazakar Arap milliyetçilerine karşı çoğunluğu harekete geçirdi. İKÖ'nün ilk gizli oylamasında Suudi Arabistan'ın arzusunun hilafına, bir Türk olan Ekmeleddin İhsanoğlu genel sekreter seçildi. Hem Doğu'yu hem de Batı'yı karış karış tanıyan akademik geçmişe sahip bir teolog olarak İhsanoğlu teşkilatın yeni karakterini 2005'te Avrupa Konseyi önünde yaptığı bir konuşmayla ortaya koydu ve Batı ile ılımlı İslâm için ortak bir gelecek inşa etmek amacıyla bir istikamet belirledi. Osmanlı'yı hatırlatan canlanma Eskiden Türkiye Ortadoğu ihtilaflarında kendi başına bir yol önerdiğinde, Arap devletleri bunu küçümserdi. Şimdi ise Türk diplomatları her yerde. Türkiye 2005'te Suriye askerlerinin Lübnan'dan çekilmesinde küçük bir rol oynamıştı. Geçen eylül ayında İstanbul'da, Türk Dışişleri Bakanı İsrail ile Pakistan'ın dışişleri arasında bir görüşme ayarladı ki, bu iki ülke arasında resmi olarak üst düzeyde gerçekleştirilen ilk ilişkiydi. Türkiye rahatlatıcı mesajlarla belli başlı Sünni grupları 2005 Irak seçimlerine katılmaya ikna etmek için yardımcı oldu. Türkiye 1949'da İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülkeydi, aynı şekilde tarihte engizisyon döneminde İspanya'dan ve Nazi Almanya'sından kaçan Yahudilere kucak açanlar da yine Türklerdi. İlişkiler 1990'larda Türkiye'nin İsrail savaş uçaklarının geniş Anadolu platolarında eğitim uçuşu yapmasına izin vermesiyle daha da yakınlaştı. Fakat işler Oslo barış sürecinin başarısızlığa uğramasından bu yana değişti ve Ortadoğulular artık Başbakan Erdoğan'ın İsrail'i eleştirirken sesinin tonuna yansıyan kızgınlığının farkındalar. Yine de, son birkaç yıl içinde kabinesinin yarıdan fazlası İsrail'i ziyaret etti. Türkiye'nin Ortadoğu ile ilişkileri 20. yüzyılın ilk yarısında pek iyi değildi. Mustafa Kemal Atatürk'ün modernleştiren yönetimi altındaki Türkiye kendi Doğulu dindaşlarına sırtını döndü. 1924'te hilafeti kaldırdı, 1928'de Arap alfabesini Latin alfabesi ile değiştirdi, Avrupa'yı örnek alarak pek çok yeni kanunu kabul etti. Türkiye'deki elitlerin gözleri Paris, Londra, New York ve Washington'a odaklandı. Türk siyasetçileri, entelektüelleri, iş dünyasının yöneticileri Ortadoğu'yu bıraktılar. Türk dilinde hâlâ "Arap saçı gibi karışık", "Arap olayım" gibi Arap karşıtı bağnaz yakıştırmalar kullanılıyor. 1930'larda İran ve Afganistan kralları Türkiye'nin modernleşme tarzını açık bir şekilde örnek almaya çalıştılar; fakat kendi halklarını ikna edemedikleri için başarısız oldular. Bu sırada, yaklaşık 500 yıl boyunca 1. Dünya Savaşı'nın sonunda, yıkılışına kadar Osmanlı Devleti'nin bir parçasını oluşturan yeni Arap devletleri kendi ulusal kimliklerini, sahip oldukları Osmanlı mirasının reddi üzerine inşa etmeye başladılar. 1960'lar ile 1970'lerde petrol gelirleri İran ile Arap dünyasında yeni bir üstünlük duygusunu destekledi. (*) Bu yazıyı Zaman için kaleme alan sayın Hugh Pope, Wall Street Journal'ın eski temsilcisidir. Hugh Pope, dünyadaki önde gelen Türkiye uzmanlarından biri olarak biliniyor.
18 Aralık 2006 15:33
DİĞER HABERLER