''Özellikle Hakyol cemaati mensubu hakim ve savcılar, kendi aralarında yaptıkları konuşmalarda birbirlerini motive etmek için dini literatürü kullanarak; Ben-i Kureyza vakıasını kendilerine örnek gösteriyor ve öldürmekten, kadın ve çocukların esir edilmesinden, mallarının ganimet olarak alınmasından bahsediyorlar.''
Av. Nurullah Albayrak / Tr724 Bir tutuklama kararı kaç umre sevabı eder?
Tutuklama ile umre arasında nasıl bir irtibat olabilir ki diye düşünebilirsiniz. Haklısınız, evrensel hukuk sisteminde verilen bir tutuklama kararı ile umre arasında bir ilişki olmadığı gibi İslamiyet anlayışında da umre ibadeti ile tutuklama kararı arasında bir irtibat yok. Ancak, özellikle 15 Temmuz sonrası süreçte umre ibadeti ile tutuklama kararı arasında doğrudan bir ilişki olduğunu gördük.
15 Temmuz sonrasında Konya 7. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı şimdi ise Konya Adalet Komisyonu Başkanı olan Hasan Ay, umre ibadeti ile tutuklama kararı arasında irtibat olduğunu, kendisi tarafından verilen her tutuklama kararının hanesine bir umre sevabı olarak yazıldığını söylemiş ve bu inançla da tutuklama kararları vermiş bir hakim. Hakim Hasan Ay’ın verdiği tutuklama kararları gerçekten umre sevabı eder mi, ederse kaç umre sevabı eder sorusunun cevabını ilahiyatçılar herhalde verecektir.
Diğer bir hakim de Ankara Sulh Ceza Hakimleri arasında en fazla tutuklama yapmakla maruf Yunus Süer. Yunus bey twitter biosuna ‘Biz hala Okçular tepesindeyiz. Terketmedik, Etmeyeceğiz’ diye yazmıştı. Süer, Uhud Savaşına gönderme yaparak, kafirlerle mücadele ettikleri imasında bulunmayı dini bir zorunluluk olarak görenlerden.
‘Devlete ihanet eden kelleler, ibreti alem için kesilip kanlarıyla toprak sulanmadıkça ihanet bitmez’ diyerek de adalet anlayışının kelle kesmekten ibaret olduğunu söylemeye çalışıyor.
Yargının içerisinde verdiğim örneklerdeki zihniyete sahip bazı hakim ve savcılar, özellikle Hakyol cemaati mensubu hakim ve savcılar, kendi aralarında yaptıkları konuşmalarda birbirlerini motive etmek için dini literatürü kullanarak; Ben-i Kureyza vakıasını kendilerine örnek gösteriyor ve öldürmekten, kadın ve çocukların esir edilmesinden, mallarının ganimet olarak alınmasından bahsediyorlar.
Cezaevinde tutsak edilen kadın ve çocukları, daracık mekanlarda ölüme gönderilen hayatları ve binlerce insanın mallarına çöküldüğünü görünce, birbirlerini iyi motive ettiklerini ve yapılan tüm bu zulümlerin cihat düşüncesiyle yapıldığını bir derece anlamak mümkün.
Motivasyonlarını evrensel hukuk ilkelerinden almayıp dini inanışlarından alan bu hakim ve savcılara, din adına yaptıklarının yanlışlığını anlatmak ilahiyatçıların üzerine bir borç. Ancak, biz de bu hakim ve savcılara inandıklarını söyledikleri İslam dinine göre hakimlerin nasıl olması gerektiğini anlatalım.
Hakimlerin sahip olması gereken özellikler konusunda, her kültürde farklı beklentiler olmakla birlikte, temel bazı nitelikler üzerinde tüm toplumların fikir birliği içerisinde oldukları bilinmektedir. Ortak düşünceye göre hakimin; üstün nitelikli, kararını etkileyebilecek herkesten bağımsız, tarafsız, her hal ve şartta adil olana hükmedebilecek kadar cesur ve güvenilir, hüküm vereceği konuda yeterli ehliyet, bilgi ve tecrübeye sahip kişilerden olması benimsenmiştir.
İslam hukukunda da hakimlerin özellikleri benzerdir. Öncelikle İslam hukukuna göre yargısal faaliyetin nihai amacı, adaletin tesisi, zulmün ortadan kaldırılması, mazlumun hakkının zalimden alınması, hakkın sahibine ulaştırılması, iyiliğin emredilip kötülüğün engellenmesi olarak tarif edilmekte. Bu kapsamda hakimin, hakkı ve hukuku gözeterek, herhangi bir konuda hüküm vereceği zaman adil ve tarafsız olması, yakınları aleyhine dahi olsa adaletten sapmaması vurgulanmaktadır. Hüküm vereceği zaman düşman topluluklara karşı bile adaletli olması, kin ve öfke ile hareket etmemesi, hiçbir koşulda gerçeği saptırmaması gerekir. Karar verirken ne kendi kişisel tercih ve isteklerine, ne de yakınlarının taleplerine göre hareket etmemelidir. Hakkında karar verilecek olaylara, elde edilecek menfaat açısından değil, doğruluk ve adalet açısından yaklaşmalıdır. Karar vermeden önce dikkatli bir biçimde inceleme yapması ve Allah’ın adil olanları ve adaletle davrananları sevdiğini bilmesi ve bu yüzden de hakkaniyetli ve adaletli olması istenmektedir.
Hakimin taraflara muamelelerinde eşit davranması, mahkemede ve insanlar arasındaki tutum ve davranışları ile hakimden toplumun önde gelenlerinin kendi lehlerine karar verileceği beklentisine girmemesi, güçsüzlerin ise adaletinden ümitsizliğe düşmemesi tavsiye edilmektedir. Yargılama esnasında ise hakim, insanlara karşı gazap ve hiddetten, onlara karşı kötü söz ve muameleden, asık suratlı olmadan uzak durmaya davet edilmiştir. Allah’ın, yargısal görevi layıkıyla yerine getiren, rızasından ayrılmayan hakimi mükafatlandırdığı, işini layıkıyla ve iyi niyetle yapmayan hakimi ise rezil ettiği belirtilmektedir.
Yargılama faaliyeti değil de cihat yaptıklarını zanneden bu hakim ve savcıların referans olarak aldıkları Hayrettin Karaman’ın hakimlerle ilgili yaptığı bir değerlendirmede yer alan hadisle konuyu bitirelim.
‘Hakimler üçe ayrılır: İkisi cehennemde, biri cennettedir. Hakkı bilen ve onunla hükmeden hakim cennettedir. Bilgi eksikliğine rağmen halkın davalarını hükme bağlayan kimse cehennemdedir. Hükmünde bilerek haksızlık eden kimse (hakim) de cehennemdedir’.
Umre sevabı alarak cennete gitmek hayali kuran hakim ve savcılar muhtemel ki bilerek haksızlık ettikleri için cehennemi boylayacaklar…