Set Them Free geçtiğimiz günlerde Türkiye'de tutuklu kadınlara destek olmak amacıyla, 'Önemse, Paylaş ve Mektup Gönder' kampanyası başlatmıştı.
Set Them Free gectigimiz haftalarda 'Önemse, Paylaş ve Mektup Gönder' başlığıyla bir kampanya başlatıldı. 1-20 Şubat 2018 tarihleri arasinda gerçekleştirilecek mektup kampanyası Türkiye'de keyfi tutuklanan anne ve kadın gazetecilere umut olmayı amaçlıyor. Aynı zamanda tutksak kadin ve bebeklerin mağduriyetleri için de farkındalık oluşturulması planlanıyor.
Gönderilen mektuplar
[email protected] hesabında toplanıyor. Kampanya sonunda anne ve kadın gazetecilere mektupların posta yoluyla gönderilecek. Yayınlanması icin onayı alınan bir mektupta Gazeteci ve Avukat kimliğiyle ön plana çıkan Hanim Büşra Erdal için gönderildi. Duygu dolu mektubun tüm tutsak ve mağdur insanlara umut olması için aynen yayınlıyoruz.
Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiiriyle başlayan mektup şu şekilde devam ediyor;
Ölümden Sonra
Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak..
Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok;
Yok bize arayan, soran kimsemiz.
Öylesine karanlık ki gecemiz,
Ha olmuş ha olmamış penceremiz;
Akarsuda aksimizden eser yok.
Cahit Sıtkı TARANCI
Sevgili Büşra,
Tutuklandığın günden beri nerdeyse her gün aklıma geliyor olmana rağmen sana birşeyler yazabilme imkanını ancak bulabiliyorum. İki ay kadar önce bir internet sitesinde senin gönderdiğin bir mektup yayınlanmıştı. Onu okuyunca içimin nasıl acıdığını tarif etmem imkansız. Ekran görüntüsünü aldım, telefonumda tutuyorum o mektubunu. Neden biliyor musun? Kendimi bunun gerçekten olduğuna inandırmak için. Bak onca zaman geçti, onca acı yaşandı, ben hala bunlar gerçekten oluyor mu acaba diye şüpheye düşüyorum. Çünkü o kadar akıldışı, o kadar absürd ki olan biten, birileri bize şaka yapıyor, ya da bu bir illüzyon, aslında gerçek değil demek geliyor içimden.
Seninle en son yollarımız Kuzguncuk’ta bir iftarda kesişmişti, belki de sahurdu tam hatırlamıyorum şimdi. Ama o lanet hadiseden birkaç hafta önceydi. Aklımda o şeklinle muhafaza ettim seni. O hızlı konuşman, heyecanın, cevvalliğin…O zaman da zor bir hayatın vardı, gazete zor günler geçiriyordu, hapisteki insanlar icin bir avukat olarak adalet arıyordun. Şimdi o günler sana çok uzak geliyordur tahmin edebiliyorum, bana da bir evim bir ofisim, mesleğim, ünvanım, öğrencilerim, yılda en az iki üç kez yurtdışı seyahatlerimin olduğu o günler o kadar uzak geliyor ki… Hayatlarımızın ortasında koskoca bir yarık oluştu, bir yıl kadar o yarığın kapanacağını ve hayatımızın eski seviyesine döneceğini ümit ettim. O yarığa alışmamaya şartladım kendimi. ‘Benim normalim bu değil’ dedim, ‘bu hal devam ettirilemez, sosyal kanunlara aykırı’ dedim… ama yanıldım. Sosyal kanun dediğin de bir icat sonuçta, toplum neye dönüşürse kanun da öyle şekilleniyor. Gördüm ki bizim toplumumuz öyle bir şekle gelmiş ki, tepkisizlik, uyuşukluk, nemelazımcılık, öncebencilik ele avuca gelmez kaygan vıcık vıcık bir şey bırakmış geriye. ‘Şu olursa toplum tepki verir bunu yapamazlar’ diyebileceğimiz hiçbir şey kalmamış. Partizanlık mı bu bilmiyorum, öyleyse bile partizanlığın daha önce hiç görülmemiş bir deformasyonu bu bence. Ortada çıta diye birşey kalmamış, herşey konjektürel, her şey subjektif, ve her şey pragmatizm eksenli olmuş. Şaşırdığım şey biz bu toplumun içinde yaşarken bunları nasıl göremedik? Bunları elbetteki sen kendine defalarca sormuşsundur. Benimkisi bencillik işte, seni hayal kırıklığına uğratmış ve mağdur etmiş bir toplumu yine sana şikayet ediyorum!
Yaşadığın şartlar çok zor, başına gelenler çok adaletsiz, hayatından çalınan her saniye dile gelmeyecek kadar büyük bir zulüm. Sen bu ülkede herkesin eşit olmasını, eşit muamele görmesini istedin. Ayrıcalıklı olanlar ayrıcalıklarını kaybetmelerinin faturasını sana kesti çünkü sen kolay bir hedeftin. Ben senin yaşadıklarını izlerken hayata ve insanlığa karşı büyük bir öfke, hayalkırıklığı, ve vazgeçmişlik hissediyorum -ki sen bunları kat kat daha yoğun yaşıyorsundur. Özgürlüğü sadece ailene kavuşmak için istediğini söylemişsin ya o benim yüreğimi sızlattı. Denizler ötesinde ailemden ayrı olduğum bir buçuk yılı aşkın sürenin içinde defalarca aklıma “başıma ne gelecekse ailemin yanında gelsin” düşüncesi uğradı. Ama sonra bunun bencilce bir düşünce olduğuna kanaat getirdim; ailem benim bir hayatım olduğunu görmek istiyor, ve ben onlar için kendime herşeye rağmen bir hayat inşa etmeliyim. Hayatımı güzelleştirmek benim aileme ve beni gerçekten sevenlere karşı bir vazifem. Hapisteyken, hele de 15 yıl ceza yemişken hayat nasıl güzelleştirilir diyeceksin muhtemelen. Geçenlerde “Nature” dergisinde 440 gün hapiste kalan Boğaziçili bir fizik profesörünün bilimsel makalesi yayınlandı. Bu makaleyi herhangi bir kaynak kullanmadan, hapishane şartlarında yazdığı notu düşülmüştü, çünkü referanssız yazılmıştı.
İnsan böyle durumlarda görece özgürlüğünden daha da utanıyor. Hayata birşeyler katmak için, kendini geliştirmek ve kemalat yolculuğunda yeni istasyonlar keşfetmek için hapiste olmak bir engel değilmiş, gurbette ve sürgünde olmak hiç olamaz… Evet bizim dışımızda birşeyler oldu ve elimizde orta yerinden kırılan bir hayat var. Evet bu hayatı başkaları kırıp parçaladı ama onlar gelip tamir etmeyecek. Belki de hiç hesap verdiklerini de görmeyeceğiz bu ömrümüzde. Bu kırık dökük hayatla yaşamak zorunda olan biziz; onu tamir etmek, onu güzelleştirmek, ondan yeniden tad alabilir hale gelmek bizim sorumluluğumuz.
Oradaki hayatını güzelleştirmeye bir faydası olur umuduyla söyluyorum ki sen Hanım Büşra Erdal, asla unutulmadın. Birlikte içtiğimiz çaylar, ettiğimiz muhabbetler, inandığımız o ulvi değerler: adalet, eşitlik, insan onuru, yaşatmak için yaşamak, ve yalnızca ve yalnızca Allah’a kulluk etmek… Hepsi yaşıyor, hepsi kalbimizde, insanlara küssek de insanlığa küsmedik; Rabbimizin ahsen-i takvim suretinde yarattığı o kutsal varlığı kendi şahsımızda diriltme sorumluluğumuz devam ediyor. İnsan olma, Rabbul Alemin’e ayna olacak insanlığı yüceltme niyetimiz bizim kazanç hanemizde duruyor, onun değerini biçecek olan yalnızca O’dur. Sakın ama sakın kendini değersiz ve de suçlu hissetme. Hatalarımız kusurlarımız, hakka girmişliklerimiz de vardır, insan zulmeder kader adalet eder evet; ama bu insanın zulmettiği, zalim olduğu ve bundan hesaba çekileceği gerçeğini değiştirmez. Üstelik sen uğradığın zulüm ile hatalarından kusurlarından arınmış olarak Rabbinin huzuruna çıkma şansına sahipken sana bu zulmü yapanlar o gün Rabbin karşısına zalim olarak çıkacaklar. Allah’ın adaletine olan inancım tam olmasa sen ve senin gibi binlerce masum insanın uğradığı bu adaletsizlik karşısında böyle barışçıl kalamazdım belki de. Yine de senin için dünyayı ayağa kaldırmak isterdim, kampanyalar yapmak, yürüyüşler düzenlemek isterdim. Ama başta da bahsettiğim o şekilsizlik ve ilkesizlik var ya, hani şu anda içinde yaşadığın sistemin son derece keyfi, ilkesiz ve tahmin edilemez oluşu… Nasıl hareket edeceğimi bilemedim, gürültü mü yoksa sessizlik mi senin oradaki savunmanı kolaylaştırır bilemedim. İçimdeki “birşeyler yapmalıyım” derdi sürekli olarak bu keyfilik ve absürdlük duvarına çarpıp durdu. Sen içerde oldukça kendimi suçlu hissediyorum, belki de kendimi suçlu hissetmemek için senin dışarı çıkmanı istiyorum. Ama bu da ne kadar bencilce değil mi?
Görüyorsun ya, nerede olursak olalım sen her zaman hayatımızın içindesin. Seni tek bir yere hapsettikleri o günden bu yana, aslında sen her yerdesin. Ve şunu da söyleyeyim, seni utandırmak, onursuz hissettirmek için her ne muamele yaptılarsa o onların kendi utancı ve onursuzluğudur. Başını asla yere eğme, sen saygıya layık değerli bir insansın, tecrübeli bir gazeteci, başarılı bir hukukçusun. Sadece annenin babanın, ablanın Büşrası değil, hepimizin Büşrasısın. Bir kez daha söylüyorum, sen seni hapsedenlerden daha özgür, seni hakir görenlerden daha büyük ve değerli, seni zayıf hedef görenlerden daha güçlüsün. Dualarımızdasın, Rabbimiz’e emanetsin!
Not: Zor durumdaki bir insana moral olsun diye yazılan bir mektupta Cahit Sıtkı gibi karamsar bir şairin şiirleri yanlış bir tercih gibi duruyor, ama belki de değildir. Belki de sana hayatın -hele ki 30lu yaşların olgunluğuyla baktığında- aslen acı ve sıkıntıdan ibaret olduğunu gösteriyor. Garip olan, tuhaf olan dertsizlik aslında… Biz dert çekenler, normal olan bizleriz diyor:
Hepimize Dair
Yalnız kendi başın mı dertli sanırsın,
Gölgesi yeryüzünde avare insan?
Taş da istemezdi yosun tuttuğunu;
Solmakta her çiçek kokusu uçunca.
Tasadır ağaca rüzgârda yaprağı;
Her kuş yanar az çok ölen yavrusuna;
Sivrisinek de halinden memnun değil;
Vızıltısı şikâyet makamındadır.
Cahit Sıtkı TARANCI