Deutsche Welle Türkçe 2011'de Uludere'de öldürülen 34 köylünün yakınlarının bunca zaman içinde yaşadıklarını anlatan bir haber yayınladı...
Türkiye'nin Irak sınırında bulunan Uludere ilçesine bağlı Gülyazı ve Ortasu köylerinden 40 kişi 28 Aralık 2011 tarihinde katırlarla Irak'a geçmek üzere yola çıktı. Qehniblaw (Dağınıkkaya) köyüne gidecek; mazot, sigara, çay ve gıda maddelerini katırlara yükledikten sonra geri döneceklerdi. Yola çıktıklarında insansız hava uçağı (İHA) bölge üzerinde keşif uçuşu yapıyordu. Bunu gören iki kişi vazgeçip, geri döndü. Kalanlar Irak sınırını geçti, dönüş yolundaysa F-16 savaş uçaklarıyla hava bombardımanı yapıldı. Olayda 34 kişi yaşamını yitirirken 4 kişi de yaralı kurtuldu. Kurtulanlardan biri Hasan Ürek'ti.
"Önce okul sonra kaçak"
Olay günü henüz 17 yaşında olan Hasan Ürek, bölgedeki pek çok akranı gibi küçük yaşlardan itibaren kaçağa gitmiş. Kaçağın o coğrafyada geçimi temin etmek için yapılacak tek şey olduğunu söylüyor.
"14 yaşından beri gidip geliyordum. Sabah okula öğlenden sonra kaçağa gidiyorduk. Dokuz kardeşiz, ağabeyim İstanbul'da üniversitede İngilizce okuyordu. Babam yaşlı, en büyük ikinci oğlu benim. Gitmekten başka çaremiz yok. Katırlarımızı hazırlar, toplu olarak akşama doğru 4-5 gibi gider, 7-8 gibi dönerdik. Sınırın 1,5 kilometre içinde Qehniblaw (Dağınıkkaya) denilen yere giderdik. Önceden arar siparişlerimizi verirdik. Kimi sigara, kimi çay, kimi şeker, mazot isterdi. Gittiğimizde siparişimiz hazır olurdu. Katırlara yükler, oyalanmadan hava kararınca dönerdik. Tehlikeli bir yolculuk bizimkisi, askeri var, örgüt var, mayın var, kurt, ayı, sırtlan var. Askerler bazen yakalardı bizi, yüklerimizden bir iki katır alıp bırakırlardı. Kimi zaman yüklerimizden bir bölüm mazotu döküyorlardı, sigara ve çayı yakıyorlardı. Ama çok mağdur olmamızı istemiyorlardı. Bazen askerlere çay, sigara, şeker veriyorduk. Köyün, Gülyazı'nın karakolu, çoğunu tanıyorduk zaten."
40 köylü 70 katır
Gülyazı ve Ortasu köylerinden kaçağa gitmek üzere hazırlanmış 40 köylüye 70'e yakın katır eşlik ediyordu. Hasan Ürek çıkacağı seferden sigara getirecekti. Ancak yanlış giden bir şey vardı; gökyüzündeki garip uğultu.
"40 kişi yola çıktık. 70 kadar katır vardı. Sınıra vardığımızda havada bir uğultu duyduk. Uçak sesi gibiydi ama daha değişikti. Daha tiz ve uzak. Biri insansız hava aracı dedi. Gözetleme yapıyorlardı. Ben bir şey görmedim ama bir iki kişi gördüklerini söyledi. Bunun üzerine iki kişi katırlarıyla geri döndüler. Biz devam ettik. Qehniblaw 1,5 kilometre uzaklıkta. Mallarımızı alıp geri yola çıktık. Kimse pek bir şey konuşmuyordu, huzursuzduk. Sınıra vardığımızda saat dokuzu çeyrek geçiyordu. Teyzem aradı ve askerin yolu kapattığını söyledi. Asker zaman zaman kapatırdı yolu, köylüyer haber verirdi biz de başka yoldan dönerdik. Ama Yemişli'ye giden yol, Maymuna Yaylası yolu, geldiğimiz Şirit (Yıldız) yaylası yolunun üçü de kapalıydı. Dönecek yolumuz kalmamıştı ve teyzem bunu haber veriyordu, 'yükü atıp gelin' dedi. Korkmuştuk ters giden bir şeyler vardı. Yükü bırakıp sınıra geldik. Aradan en fazla bir veya 1,5 dakika geçmişti ki bir ses duyduk. Sınıra en yakın noktada ben ve Servet Encü bulunuyorduk. O güne kadar duyduğum en yüksek ve korkunç sesti. Ama kısa sürdü, hiçbir şeyi duyamaz oldum. Üzerime taş, toprak ve et parçaları yağdı. Burnumda keskin bir koku kaldı sadece, yanık, ateş, is ne olduğunu bilemedim. Sonra kendimden geçtim."
"Dedemin zamanında bunun adı ticaretti, sınırlar konunca adı kaçak oldu"
Hasan Ürek 11 gün sonra hastanede gözlerini açtığında kendisine iç kanama teşhisi konmuştu. İşitme duyusunun yüzde yetmişini yitirmiş, boynundan, sırtından ve ayaklarından şarapnel parçaları çıkarılmıştı. Başlarına neler geldiğini ancak o gün öğrendi.
"34 kişi öldü dediler. Çoğu akrabam ve hımsımdı. Bombanın grubun tam ortasına düştüğünü tahmin ettim. Çünkü benle Servet Encü grubun en başında diğer sağ kurtulan iki kişi olan Hacı Encü ile Davut Encü en gerideydi. Bir ay geçmişti ama kendimi toparlayamıyordum. Hafızam gidip geliyordu. Olayla ilgili haberlere baktım, 'kaçakçı' diyen vardı, örgüte yardım ettiğimizi söyleyen de. Babam kaçakçılık yaptı, dedem, onun dedesi de, çünkü başka şansımız yok. Bir dağın başındayız, burada yaşayanlar hep bunu yapmışlar. Dedemlerin zamanında bunun adı ticaretti, ne zaman ki sınırlar çekildi adımız kaçakçıya çıktı."
Hasan Ürek bu gün 23 yaşında. Bir yıl önce evlenmiş ve dört aylık bir oğlu var. Şırnak'ta taşeron işçi olarak çalışıyor. En büyük hedefi oğlunun iyi bir eğitim alması ve ağabeyi gibi buralardan ve kaçaktan uzak kalarak hayatını kurtarması.
Olaydan sonra başlatılan soruşturmada ilerleme kaydedilemedi. 11 Haziran 2013'te Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, "taksirle ölme sebebiyet vermekten dolayı" soruşturma dosyası hakkında görevsizlik kararı verip Genelkurmay Askeri Savcılığı'na gönderdi. Genelkurmay Askeri Savcılığı, 7 Ocak 2014'te takipsizlik kararı verdi. Mağdurların avukatlarının karara itirazı da reddedildi. Dosya Anayasa Mahkemesi'ne gönderildi. Ancak başvuruda bir avukatın dilekçesindeki pulun eksikliği nedeniyle önce eksikliklerin tamamlanması istendi ardından da "eksikliğin süresinde giderilmemesi" nedeniyle, 24 Şubat 2015 tarihli kararla reddedildi.
Davanın avukatlarından ve Diyarbakır Barosu Eski Başkanı Mehmet Emin Aktar'a göre bu durum Türkiye'de etkili bir şekilde yürütülen 'cezasızlık pratiği.' Aktar daha en başından göze çarpan hatalara işaret ediyor.
"Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı yürütürken hiçbir müştekinin, olayda sağ kurtulan mağdurun bile beyanını almaksızın ve kararında hiçbir şüpheli belirtmeksizin 'ben görevli değilim Genel Kurmay Askeri Savcılığı görevli' dedi. Oysa ki Genelkurmay Askeri Savcılığı'nın görevli olduğunu söyleyebilmesi için, 'şu albay veya şu general şüpheli' diyebilmeli. Böyle bir şey olmamasına karşın dosya Ankara'ya gönderildi. Dosya Ankara'ya kritik bir süreçte; 17-25 Aralık'ta Türkiye'nin kilitlendiği, herkesin salt o süreci tartıştığı bir dönemde gitti. Takipsizlik kararı çıktı. Askeri mahkeme kendisinden istenen şeyin bir takipsizlik kararı olduğunu bildiği için takipsizlik kararını bu şekilde veriyor. Şimdi burada etkili bir soruşturma yürütülmediğini, yargılama ilkesinin ihlal edildiğini Anayasa Mahkemesi bal gibi biliyor aslında."