Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan, yeni köşe yazısını "Ümitle parlayan gözler" başlığı ile kaleme aldı.
Geçenlerde bir arkadaşım, beni ve bütün arkadaşlarımızı sevindirecek, şükrettirecek, moral verecek gözlem ve intibalarını şöyle dile getirdi:
“Bundan dört yıl önce, Türkiye’deki, insanlık tarihinde nadir görülen, hatırı sayılır geniş bir insan kitlesine yapılan antidemokratik, gayri insani tutum, davranış ve fiillerden dolayı değişik yollarla bir şekilde demokratik Avrupa ülkelerine mecburen hicret etmiş insanları ziyaret etmiştim. Haklı olarak, yeni gelinen bu ülkelerde, konuşulan dilin bilinmemesi, çabuk entegre olunamaması, genel insani ihtiyaçların hemen karşılanamaması gibi zorluklar yanında, gayet tabii şekilde, kendi ülkesini haksız sebeplerle terk etmek zorunda kalmanın sebep olduğu psikolojik rahatsızlıklar insanları ciddi tedirgin etmişti.
Bu belirsizliklerden dolayı da haklı olarak muhacirler tedirginlik içindeydiler. “Nerede kalacağız, geçimimizi nasıl sağlayacağız, çocuklarımız okullara gidebilecekler mi, buralardaki resmî formalitelerimiz ne zaman bitecek, bizi buradan tekrar geri deport ederler mi?” gibi bir dizi bilinmeyenler içinde olduklarından dolayı onları endişeli, moralleri bozuk, bilinmezlikler ağı içinde, gözlerinin içinin tereddütlerle dolu olduğunu görmüştüm.
Daha önceden farklı sebeplerle bu ülkelere gelip buralarda yaşayan arkadaşlarımız, şimdi buralara gelmek zorunda kalan (cebr-i lütf-i hicret) bu mağdur, mazlum, psikolojik destekler dâhil her türlü yardıma ihtiyaç duyan bu kadın, erkek, çoluk çocuk muhacir kardeşlerimize ellerinden geldiği kadar yardım etmeye çalışıyorlardı. Adeta onlarla oturup, onlarla kalkıyorlardı. Bu ihtiyaçları giderme adına, sadece o ülkelerdeki arkadaşlar değil, dünyanın her yerinden arkadaşlarımız da ellerinden gelen yardımları yine değişik vesilelerle bu insanlara ulaştırmaya çalışıyorlardı.
Hakikaten bir insanlık dramı yaşanıyordu. Aynen daha önce tarihte değişik milletlerin, değişik sebeplerden dolayı yurtlarını terk etme mecburiyetinde kalmalarının verdiği sıkıntıları, benzer şekilde bu insanlarımız da yaşıyorlardı.
Belki her yönüyle, psikolojik destekler dâhil, bu insanların her türlü ihtiyaçlarının tam olarak karşılanabilmesi sağlanamıyordu ama onlar da önceden buralarda bulunan arkadaşların bu gayretlerini görüyorlar ve onlardan hem memnun oluyorlar, hem de moral buluyorlardı.
Tabii ki göç eden bu insanlarımızla ilgili yapılacak, yapılması gereken daha çok insani yaklaşım, davranış, yardım gerekiyordu. Allah’a şükürler olsun, bu dertlerle ilgilenen, bunlara ortak olmaya çalışan, ellerindeki her türlü imkânı bunlarla paylaşmaya çalışan dünyanın her yerinde kardeşlerimiz vardı ve bunlar da gayretlerini arttırarak devam ettirmeye çalışıyorlardı.
Benim dört yıl önce görebildiğim, duyabildiğim ve tespit edebildiğim genel manzara bu şekildeydi. Bu ziyaretimden sonra da bu gözlemlerimi öncelikle kaldığım ülkedeki arkadaşlarımla, sonra da hemen her platformda paylaşmaya çalıştım.
Aradan tam dört yıl geçti. Geçenlerde yine aynı vesileyle farklı ülkelerdeki bu muhacirleri, ailelerini, çocuklarını ziyaret etmek nasip oldu.
Rabbime ne kadar şükretsem azdır. Bu seferki ziyaretimde bu insanların morallerinin normal seviyelere gelmeye başladığını, gözlerinin içinin güldüğünü, bulundukları ülke ve şehirlerde oralara entegre olmaya başladıklarını, çocuklarının normal eğitim kurumlarına gittiklerini gördüm. Daha önceden buralara gelmiş olanlarla el ele, gönül gönüle vererek öncelikle kendi problemlerini çözme, daha sonra da bulundukları yerlerde yerel insanlarla çok güzel ve tabii diyaloglar kurduklarını, onları sevdiklerini, onlarla paylaşacakları güzellikler olduğunu ve onlardaki güzellikleri de alma gibi karşılıklı alışverişlerde bulunduklarını görmemden dolayı son derece memnun oldum. Rabbime şükrettim.
Sanki o ülkelerde doğmuş, o ülkelerde büyümüş gibi yaklaşımlar içinde bulunduklarını görmem de beni ziyadesiyle memnun etti. O ülkeleri, o ülkelerin insanlarını sevdiklerini, onlarla tanıştıklarını, aynen akraba ilişkileri gibi onlarla irtibata geçtiklerini müşahede ettim.
Tabii ki burada, göç edilen bu ülkelerde, bu konjonktürden önce gelen ve hizmet eden arkadaşlarımızın önceliği, yeni gelen bu muhacirlerin her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya çalışma, karşılayamadıkları durumlarda başka ülkelerdeki arkadaşlarımızla irtibata geçerek oralardan da yardımların gelmesini sağlama gayretleri aynen devam ediyor.
Onların adeta gerçek anne babaları, kardeşleri gibi olmuşlar. Bu fedakâr insanlar da gelen muhacir arkadaşlarımızın aile fertlerine varıncaya kadar her birinin durumlarını, problemlerini biliyorlar, elden geldiğince bu problemleri çözmeye çalışıyorlar. Adeta cankurtaran gibi her birisine yetişmeye gayret ediyorlar. Allah bu arkadaşlarımızdan da razı olsun.
Fethullah Gülen Hocaefendi, yıllar önce Hizmet Hareketi!nin Allah’ın lütfuyla açtığı her seviyedeki eğitim kurumlarıyla ilgili tecrübelerini arkadaşlarımızın, öncelikle Orta Asya olmak üzere, sonra da dünyanın her yerindeki insanlarla paylaşmak için o ülkelere ilk giderlerken, o ülkeye girişte onlara şöyle dua etmelerini tavsiye etmişti: “Ya Rabbi bu ülkeyi bana sevdir, bu ülkenin insanlarını bana sevdir, bu ülkenin insanları da beni sevsinler.”
Aynı veya benzer dualar, tarihin ileride kaydedeceği sebeplerden dolayı bu yeni gidilen ülkelere girişte ve daha sonra arkadaşlarımız tarafından da düzenli yapılıyor, yapılmaya devam ediliyor.
Fethullah Gülen Hocaefendi: “Şimdiye kadar tarihte göç eden insanların göç ettikleri ülkelere katkıları, o ülkelerin onlara yaptığı katkılardan çok çok büyüktür. Özellikle Türkiye’deki devleti yönetenlerin antidemokratik yollarla haksız ve hukuksuz bir şekilde göçe zorladığı bu insanların hemen hepsi üniversite bitirmiş, çoğu mastırını yapmış, yine yüksek bir oranda doktoralarını bitiren insanlardır. İşadamları, bürokratlar, akademisyenler, basın mensupları gibi hemen hemen her meslekten olan bu insanlar, Türkiye’de iken kendi alanlarında çok ciddi başarılara imza atmışlardır. Sadece Türkiye’de değil, dünya çapında marka olmuşlardır. Dolayısıyla şimdi de bulundukları ülkelerde aynı başarılarının devamını ettirecekler ve o ülkelere ciddi katkılarda bulunacaklardır.
Tabii ki sadece bu göç sebebiyle değil ama genelde artık dünya küresel küçük bir yapıya dönüştüğü için, farklı kültürlerdeki insanlar birbirleriyle daha sık görüşebiliyorlar, iş yapabiliyorlar, kültürler arası diyalogları geliştirebiliyorlar. Herkesi kendi konumunda kabul etme esasından hareketle, herkesin birbiriyle görüşebilmesi, konuşabilmesi, medeni bir şekilde fikirlerini paylaşabilmeleri artık doğal ve normal hale gelmiştir.
İşte bu çerçevede de farklı ülkelere göç eden arkadaşlarımızın, o ülkelerin her yönden daha da gelişmesi için çaba ve çalışmaları tabiidir. Yerel bu insanlardan da yine hem bilim, hem de kültür yönüyle aldıkları ve alabilecekleri konular olacaktır. Böylece her iki tarafta, yani göç edenler de göç alanlar da birbirleriyle göz hizasından konuşabilmeyi sürdürdükleri müddetçe, başta bulundukları ülkeye, sonra da bütün insanlığa hem ciddi faydaları olacaktır hem de geleceğin nesillerine güzel örnekler olarak tarihe geçeceklerdir.
Her gittiğim yerde, Allah’ın lütfettiği bu güzel manzaraları görmekten dolayı Rabbime şükrettim. Bunlar geliştirilerek devam ettiriliyor. Rabbim, bu kardeşlerimizi ve hepimizi muhafaza buyursun, rızası istikametinden ayırmasın. Dini, dili, milliyeti, kültürü farklı dünyanın her yerindeki insanları bize sevdirsin, onlar da bizleri sevsinler inşallah.
Tabii ki bu kardeşlerimizi düzenli arayacağız, ziyaret edeceğiz. İhtiyaçları varsa birlikte karşılayacağız. Onlar bizden, biz onlardan istifade etmeye çalışacağız. İşte bütün bu gayretlerden dolayı da Fethullah Gülen Hocaefendi: “İnsanlarla tanışma, diyalog ve güzel ilişkilerle dünyayı, herkesin birbirini kabul ettiği, sevdiği barış adacıkları haline getirme gayretlerimizi de devam ettireceğiz inşallah” demişti.
Bu arkadaşımızın gördüğü ve yaşadığı bu gözlemler ve tecrübeler bizleri de ziyadesiyle memnun etti.
Bunları dinlerken, o ülkelere daha önce gitmiş arkadaşlarımızın yeni gelen muhacirleri düzenli ziyaretleri ve bir bakıma muhacirlerin de onları beklemeleri bana çocukluğumu hatırlattı.
Köyümüz bir ovadaydı. Köyümüze ait bir de yayla vardı. Yazları koyunları olanlar bu yaylaya çıkarlardı. Yaylaya ulaşım da o yıllarda sadece merkeple olurdu. Köyden oraya gidiş beş-altı saati bulurdu. Yaz boyunca kurulan çadırlarda kalınır, koyunlar otlatılırdı. Onların sütünden peynirler yapılırdı. Haftada bir gün ihtiyaçlar köyden merkeplerle gelen babalarımız tarafından karşılanırdı.
O gün, ben dâhil küçük çocuklar, yaylada kaldığımız yerden epey uzaklıkta bir tepenin arasındaki yoldan babalarımızın gelmesini beklerdik. Herkes, nasıl oluyor idi ise, kendi merkeplerini yürüyüşlerinden tanır ve “Evet babamı gördüm” diye o tarafa doğru koşardı. O güne göre bu bizim için farklı bir mutluluk kaynağımızdı. İşte daha önce o ülkelerde bulunan arkadaşlarımızın yeni gelen muhacir kardeşlerimize ziyaretlerini de ben şahsen bu duruma benzetmiştim.
Tabii ki her şey olmuş da bitmiş değil. Dünyanın genelinde bir insan olarak daha çok yapmamız gereken işlerin olduğunun bilinci içinde olmalıyız. Tanıdığımız bu muhacir kardeşlerimizle her şeyimizi paylaştığımız gibi, dili, dini, rengi, milliyeti farklı da olsa insan olma ortak paydasından hareketle, kimin ne gibi derdi, ihtiyacı, problemi varsa onları da çözmeye gayret etme, insan olmamızın bir gereği.
Bu vesileyle biz de bu arkadaşımızı dinlerken yeniden hem sevindik, ümitlendik. Hem de daha yapacak çok işimiz olduğunu anladık, hatırladık.
Demek ki yapılacak hâlâ çok iş var. Ekonomide bir kural var: “İnsanların ihtiyaçları sınırsızdır, imkânları sınırlıdır. Bu sınırlı imkânlar çerçevesinde en acil ihtiyaçların giderilmesinden işe başlanır” prensibince, biz de bu şekilde başlamalı, olması gerektiği gibi devam etmeliyiz.
Buyurun…