''İnsanların hayat şartları onları memnun ettiği devirlerde ümitleri zinde tutmak çok zor bir durum olmasa gerek. Ancak şartların zorlaşıp tahammül sınırlarını aştığı zamanlarda bile ümitsizliğe kapı aralamadan ümit yamaçlarında tenezzüh etmek, sanıldığı kadar kolay değildir. Fakat gerçek müminler için imkansız da değildir.''
Dr. Hüseyin Kara / samanyoluhaber.com
Müminlik şerefi taşıyan insan, dünyada yaşarken imtihan maksatlı olarak başına gelebilecek her türlü bela ve musibetler karşısında dayanma gücünü imanının kendisine sağladığı ümidinden almakta ve Allah’ın engin rahmetinden asla ümitsizliğe düşmemektedir. Çünkü ümitsizliği insana aşılayanın nefis ve şeytanın olduğunu en iyi müminler bilmektedir. Şeytandan sonra Hz. Adem (as) de cennetten çıkartılma cezası ile dünyaya gönderilmiştir. Bir farkla ki; şeytanın cennetten kovulduktan sonra ümitsizlikle inadında ısrar etmesi onu daha da azgınlaştırırken, Hz. Adem (as) ise hiçbir zaman Allah’ın rahmetinden ümidini kesmedi. Duyduğu derin pişmanlıkla birlikte, bir rivayete göre kırk yıl, hanımı ile birlikte aflarına ferman çıkacağı ana kadar yalvarıp yakarmaktan geri durmadı. Nihayet af müjdesine bu ümitleri sayesinde ulaştılar. Onun için ümit Ademî olduğu kadar, ümitsizlik de nefsanî ve şeytanîdir. Hz. Adem’in (as) Allah’ın rahmetinden ümidini yitirmemesi, sonuç itibariyle, onun peygamberlik derecesine kadar yükselmesine vesile olmuştur. Şeytan ise, Allah’ın ve müminlerin düşmanı olarak o ümitsizlik deryasında hala debelenmeye devam etmektedir. M.Akif’in dediği gibi: Ye’s öyle bataktır ki, düşersen boğulursun. Ümide sarıl, sımsıkı, seyret ne olursun.
Ümitsizliğin bir kâfir sıfatı olması ise; kâfirlerin, Cenab-ı Hakk’ı esma ve sıfatları ile tanımamasıyla doğru orantılıdır. Sebeplerin bilkülliye sukût etmesi halinde bile, Allah’ın yoktan her şeyi yaratma güç ve kudretine sahip olduğuna inanan müminler, ümitlerini hiç yitirmezken, kâfirlerin ise bunu söyleyecek bir argümanlarının olmayışları onları ümitsizliğe sürüklemektedir. Az da olsa müminde cereyan edebilecek bir ümitsizlik hali şüphesiz onu kâfir yapmaz. Ancak bu ümitsizlik hali uzun süreli olursa bu da mümine asla yakışmaz. Ümitsizlik virüsleri her yanını sararsa, hafizanallah, insanın küfre kayma ihtimali vardır. Nice müminleri şeytan önce ümitsizliğe atmış, sonra küfre düşürmüştür.
Allah’ın, Kur’an’da Hz. Yakub’un(as) dili ile ‘‘ Ey oğullarım! Gidin de Yusuf’u ve kardeşini iyice araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.’’ (Yusuf, 12/87)buyurmasından anlaşılıyor ki; ümitsizlik asla bir mümin sıfatı değildir. O, kâfire yakışan bir tavırdır. Nitekim, babalarının tavsiyelerine uyup Mısır’a Yusuf’u aramaya giden kardeşlerinin, baştan ümitsiz bir vakıa gibi algılanan Yusuf’a kavuşmaları mümkün olmuştur.
Allah, bir hadis-i kudsîde, ‘‘Muhakkak rahmetim gadabımın önündedir.’’ (Buhari, tevhid) buyurmaktadır. Böyle şefkatli bir Rabb’e kim ümit bağlamaz ki. Belâ ve musibetler müminlerin başlarından aşağı sağanak sağanak yağsa veya günahları dağlar cesametinde olsa, müminler yine de Allah ile irtibatlarını kesmeden ümitle yalvarmaya devam ederler. Zaten müminin gideceği başka bir kapısı da yoktur. Hatta deniliyor ki; şeytan ahirette Allah’ın geniş affını ve engin merhametini görünce, o da bir ara affolma ümidine kapılacak, fakat ümidin yerinin orası olmadığını en iyi o bildiği için bu duygusu tabii ki bir fayda sağlamayacaktır. Zümer Suresi’ndeki ‘‘De ki; Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah bütün günahları affeder. Çünkü O çok affedici ve çok merhamet sahibidir.’’(39/53) ayeti, Kur’an-ı Kerim’deki en ümit verici ayet sayılabilir. Efendimiz (sav)‘‘ Bu ayeti, dünyaya ve dünyada bulunan hiçbir şeye değişmem.’’ buyurmuştur. Fakat, bu engin merhamet asla günaha teşvik anlamı taşımaz.
Konuya itikadî açıdan bakıldığında, ehl-i sünnet’e göre; Allah’ın azabından emin olmak küfür sayıldığı gibi, Allah’ın rahmetinden ümitsizlik de küfür olarak addedilmiştir. ‘‘Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. Dilediğini cezalandırır, dilediğini affeder. Çünkü Allah her şeye kadirdir.’’ (Maide, 5/40) fermanı ortada iken hiçbir kulun kendisini garantide görmemesi ve Allah’ın affını küçümsemeye de hiç kimsenin cüret etmemesi lazımdır. Allah’a ortak koşmanın dışında bütün günahları affedeceğini beyan buyuran Rabbimiz, ‘‘Şu muhakkak ki Allah kendine şirk koşmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında affeder. Kim Allah’a ortak icad ederse müthiş bir iftira etmiş, çok büyük bir günah işlemiştir.’’ (Nisa, 4/48) böylece kullarına her zaman ümit kapılarını açık tutmakta ve onlara merhametinin sonsuzluğunu göstermektedir. Kulların da bu yolları istismar etmeden ve ümidi yanlış anlamadan yerli yerinde kullanması halinde bağışlanmaları umulur. Yoksa, haşa, Allah’ın kullarının günahlarını bağışlama mecburiyeti yoktur, diğer hiçbir konuda olmadığı gibi. ‘‘Muhakkak ki Allah iman edenleri koruyup müdafaa eder. Çünkü Allah hain ve nankör olan hiç bir kimseyi sevmez.’’ (Hac, 22/38) ayeti müminler için büyük bir ümit kaynağıdır.
Ümitsizlik ferdî bir sıfat olabileceği gibi, ümitsizlerden meydana gelen topluluklar, hatta milletler ve ümmetler için de olabilir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin 1911 yılında, Şam Emeviye Camii’nde yaptığı konuşmasında; İslam aleminin geri kalış sebeplerini sıralarken altı sebebin başında ümitsizliği sayıyor. Tedavisi için de emeli gösteriyor. Konuşmasının ilerleyen bölümlerinde Kur’an’daki ümid ayetlerini delil getiriyor. Altı asırlık Osmanlı çınarının yıkılış öncesine denk gelen bu konuşma, ümitleri diri tutma adına çok önemli bir çıkış olmakla birlikte, günümüzde bile istifade edilecek unsurlar barındırmaktadır. Çünkü; insan yaşadığı sürece, ümitleri ve ümitsizlikleri yan yana yaşayacak demektir.
İnsanların hayat şartları onları memnun ettiği devirlede ümitleri zinde tutmak çok zor bir durum olmasa gerek. Ancak şartların zorlaşıp tahammül sınırlarını aştığı zamanlarda bile ümitsizliğe kapı aralamadan ümit yamaçlarında tenezzüh etmek, sanıldığı kadar kolay değildir. Fakat gerçek müminler için imkansız da değildir. Türkiye başta olmak üzere dünyanın dört bir tarafında hizmet üreten erkek-kadın bütün insanların, yapılanlar karşısında ümitsizliğe düşmemeleri adına Hocaefendi’nin ümit soluklayan haftalık Bamteli sohbetleri bu süreçte hepimizin imdadına Hızır gibi yetişmektedir. Tıpkı yetmişli yılların Türkiye’sinde, anarşinin kol gezdiği dönemlerde, cuma günleri, İzmir’e ülkenin her yerinden otöbüslerle gelip gözyaşları ile dinlenen vaazları gibi hizmet görmektedir. Daha sonra, doksanlı yıllarda özellikle ‘Pazar Sohbetleri’ nice gönüllerin ihyasına vesile oldu. Gitme fırsatı bulamayanların imdadına da kasetler yetişirdi.
Yine bu cümleden olarak, Türkiye’de 1979 yılından itibaren 36 yıl, istikrarlı ve her yıl yükselen bir trajla, özellikle gençliğin ümit kaynağı olmuş, Sızıntı dergisinin yerine, daha güçlü bir isimle neşir hayatına başlayan Çağlayan Dergisi de bu sıkıntılı süreçte başyazıları ve orta sayfaları ile ümidin menbaına ulaşma vasıtası oldu.
Bugün, Hizmet Hareketi mensuplarının içinde bulundukları tahammülfersa sıkıntılar karşısında ümitsizliğe düşmeden, Allah’ın sonsuz rahmetine itimad ederek ayakta durmaları ve bir yolunu bularak hizmetlerine devam etmeleri takdire şayan bir durumdur. En olumsuz şartlarda bile mümin, dayanağının, sonsuz kuvvet ve kudret sahibi olan Allah’ın olduğunu ve O’na tam bir ümitle yalvarıp yakarmanın dışında başka bir yol olmadığını bilir. Ümitsizliğe asla düşmez. ÇÜNKÜ ALLAH’TAN ANCAK KÂFİRLER ÜMİDİNİ KESER, MÜMİNLER DEĞİL.