Üniversite giriş sınavları (2)

Optik okuyucunun mutlak objektifliği "Bu sistem kötü; çoktan seçmeli bu sınavlar gerçek performansları ölçemiyor; öğrencilerin kaderi birkaç sınavla belirleniyor. Sistem değişsin, üniversite girişleri Amerika'daki gibi olsun." Böyle deniyor... Amerikan sisteminin özü öğrencinin gitmek istediği her üniversiteye ayrı ayrı başvurması ve üniversitelerin seçici kurullarının elemeyi dosya üzerinden yapmaları... Peki neler var bu dosyada? Öğrencinin SAT denilen ve bizim ÖSS'ye benzeyen sınavdan aldığı puan; öğrenim hayatı boyunca gittiği okullar, aldığı notlar; öğretmenlerinin yazdığı referans mektupları; öğrencinin yazdığı ve kendini anlatan bir mektup, ayrıca gencin anne babasının öğrenim durumundan işlerine kadar özel hayatıyla ilgili her türlü bilgi... Dünkü yazımda bu sistemi birkaç açıdan ele alıp sorgulamış; öğrencinin geldiği okulun bilinmesinin, lise notlarının ciddi bir faktör olarak devreye girmesinin yaratacağı adaletsizlik üzerinde durmuştum. Sistemin içinde önemli yer tutan ve sübjektif değerlendirme konusu olan unsurlar bunlarla da bitmiyor. Örneğin lise öğretmenlerinin yazacakları referans mektuplarına dayanmak ne kadar sağlıklıdır? Bizdeki gibi, ölüm kalım savaşına dönmüş olan bir yarışta, her lisenin kendisini de sınavda hissettiği ve kendi öğrencilerini öne geçirmek için canını dişine taktığı bir ortamda, bütün öğretmenlerin kalemi ellerine alıp methiyeler düzeceklerini tahmin etmek zor olmasa gerek. Denecek ki, yazdığınız bütün bu sakıncalar ABD için de geçerli. Doğrudur. ABD ile ülkemiz arasında (özellikle arz ve talep arasındaki dengesizlik açısından) farklar olsa da dosya üzerinden seçme sisteminin Amerika'da da çok iyi işlediği ve adil olduğu söylenemez. Mezun olunan lise ABD'de de öğrencilerin önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Ünlü üniversitelerin hepsinde yüklü bağış yapanlar ya da önemli şahsiyetlerin çocukları için adı konmamış bir kontenjan olduğu biliniyor. Giriş başvurusu için doldurulan formlarda "Bu üniversiteden mezun bir yakınınız var mı" sorusunun sorulması bile, mide bulandırmaya yetmez mi? Ayrıca, şunu da eklemek gerekir ki, özellikle son yıllarda ABD'de (belki de yarışın orada da çok kızışması nedeniyle) seçkin üniversitelere girmeyi hedefleyen öğrenciler bu dosyalara daha birçok şeyi de eklemek zorundalar: O zamana kadar hangi sosyal yardım projelerine katıldılar; ders dışı zamanlarını nasıl değerlendirdiler; hangi hobilerle uğraştılar... Rekabet öylesine artmış durumda ki, "marka" üniversiteleri hedefleyen öğrencilerin aileleri daha ortaokuldan başlayarak çocuklarının "en iyiler" arasında öne çıkması için dikkatli bir "CV zenginleştirme planı"nı devreye sokuyor; çocuklarının ikinci bir dil öğrenmesi, bir enstrüman çalması, tiyatro, bale ve benzeri bir sanat dalıyla uğraşması için küçücük çocukları kurs kurs dolaştırıyorlar. X x x Görüldüğü gibi, Amerikan sistemi denilen sistem, o kadar çok sübjektif unsur içeriyor ki; sistem, üniversitelere kendi öğrencilerini kendi kıstaslarına göre seçme imkânı veriyor ama öğrenciler arası fırsat eşitliğini de büyük ölçüde zedeliyor. Türkiye'de şu anda uygulanan sistemin sakıncalarını hepimiz biliyoruz. Ama şunu da teslim etmek gerekir ki, bizdeki üniversite giriş sınavı, yöneltilen birçok eleştiriye rağmen, rüşvet ve torpilin sızamadığı ender organizasyonlardan biridir. Zaman zaman ortaya çıkan soru çalınması, şifreleme ve benzeri kazaları bir yana bırakacak olursak (ki bunlar engellenebilir kazalardır) bu ülkede gariban çocuğu da bilir ki, bu sınavda, başbakanın oğluyla eşit şartlarda yarışacak. Bu gönül rahatlığı, o çok küçümsenen "optik okuyucunun" para pul, nüfus, torpil tanımayan mutlak objektifliği sayesindedir. Keşke bu kadar acımasız bir yarışa mecbur kalmasaydık. Keşke üniversite kontenjanlarımız daha fazla olsaydı. Keşke liseyi bitiren herkes tek çıkışı üniversiteye girmek olarak görmek yerine, daha lisedeyken meslek sahibi olmak üzere bir kariyer planlaması yapsaydı. Keşke çoktan seçmeli bir sınav yerine, öğrenciyi daha derinden tanımaya imkân tanıyan bir sınav yapabilseydik. Bu keşkeler çoğaltılabilir. Ama mademki koşullar bu ve biz bu koşulları kolay kolay değiştiremiyoruz, o zaman kabul etmemiz gerekir ki, bu yarışta hakkaniyeti sağlamanın tek yolu sübjektif değerlendirme unsurlarından uzak durmak, elemeyi mümkün olduğu kadar objektif kıstaslar üzerinden yürütmektir.
16 Nisan 2011 08:28
DİĞER HABERLER