Ekonomist Çetin Ünsalan, Paranaliz'de kaleme aldığı yazısında cari fazla verilmesi mevzuunu irdeledi.
Türkiye İhracatçılar Meclisi Genel Kurulu’nda yaşananlara dikkat ettiniz mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan, yüzlerce ihracatçının önünde, ülkenin dış ticaret dengesinden bahsetti. Bununla da kalmadı; kısa süre içinde cari fazla veren bir ülke haline geleceğimizi söyledi.
Erdoğan siyasetçidir; söyleyebilir. Fakat taşın altında eli olan, o cari fazlanın nasıl verildiğinin bal gibi bilen insanların suskunluk içerisinde bunu dinliyor olması, asıl işin beni hayrete düşüren tarafı.
Son derece iyi biliyoruz ki, Türkiye bildiğiniz ekonomik olarak tıkanma noktasına gittiği için rakamsal olarak dış ticaret fazlası verir hale geliyor. Yani ortada sağlıklı bir durum olmadığı gibi, yüksek sesle alarm zilleri çalıyor.
Bugünden yarına hiçbir şeyin değişmediği, seçim atmosferi içerisinde insanların düşen kazançlarına karşılık, azalan iş hacimleri ve iç piyasadaki büyük durgunluk gerçekleri ortada dururken, bu büyük suskunluk asıl başımızı derde sokacak yandır.
Kurdaki yüksekliğin ihracatçıya büyük olanaklar verildiğinin söylendiği anda, o salondaki herkes girdi maliyetlerini de olumsuz etkilediği ve klasik bir devalüasyon alışkanlığının çok ötesinde, müşterilerin vade bile ister hale geldiğini biliyordu. Ama kimse sesini çıkarmadı.
Temmuz ayında arttırılması beklenen elektrik fiyatlarından kimse bahsetmedi. Ülkedeki katma değer düşüklüğünden, dış ticarette ‘dost’ diye tanımladığımız ülkelere bile karşı çok büyük açıkların söz konusu olduğunu konuşulmadı.
Tüketicinin güven çökmesinin, ekonomiye olan güvenin azalmasının, satın alma yöneticilerinin taleplerini geri çekmesinin, rakamlara inat artan işsizliğin ve enflasyonun etkilerinin, firmaların kur risklerinin bıçak kemiğe dayandı noktasının ötesine geçmesinin üzerinde durulmadı.
Bürokratik bir kaç işlemde yapılan iyileştirmelerle eğer bir üreticiyi ayakta tutacak ve daha çok ihracat yapar hale getireceksek, bugüne kadar elimizi kim bağladı?
Oysa çok iyi biliyoruz ki gerçeklerin bunlarla ilgisi yok. Reel sektörde çok büyük bir daralma ve sıkıntı alarm zillerini çala çala önümüze geliyor. Bunun altında başka nedenler aramak, dış güçler bahanesinin altına sığınmak yeterli değil.
Tüm bu yaşananların tek bir özeti var. Ekonomide büyük bir yönetim beceriksizliği ve yanlış tercihler söz konusu. Şayet meseleye böyle bakmaz, sorunlarla yüzleşmez, kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’yi çöp seviyesindeki nota getirmesinin etkilerini tartışmaz, olaylarla değil, nedenlerle uğraşmazsak çok başımız ağrıyacak.
Ülke, ekonomik olarak son hız ve freni patlamışçasına duvara doğru sürükleniyor; ama şoför koltuğunda oturanlar bunun başkalarının oyunu olduğu kadar, direksiyondaki başarılarının ne kadar büyük olduğunu anlatıyor. Yan ve arka koltukta oturanlar ise büyük bir sessizlik içinde dinliyor. Sizce bu fotoğraftan daha büyük bir akıl tutulması olabilir mi?