Tasarruf vaadinde bulunan, bunu yap(a)madığı gibi bütçeyi alt üst eden bir ekonomi yönetimi ile karşı karşıyayız. 2019 ilk çeyreğinde, çeyreklik bazda daralmanın aşılması ihtimali üzerinden krizden çıkış pazarlaması planlayan bir ekonomi yönetimi ile… 2019 yılı ilk dört ayında verilen 54,5 milyarlık bütçe açığı, yıllık hedefin yüzde 68’i. Son 12 ayda verilen faiz dışı açık yeni bir rekor kırarak 99,2 milyar TL’ye yükseldi.
Ümit Akçay / kriznotlari.blogspot
Bu arka planda Türkiye’nin yüksek faiz ödeyerek borçlanması anlaşılabilir. Nitekim, Türkiye gibi ülkelerde faizin merkez ülkelere göre sürekli daha yüksek seyretmesi gerekiyor. Ancak uzun vadeli borçlanmada Türkiye’nin diğer ülkelerin çok ötesinde bir yüksek getiri sunmak zorunda kalması düşündürücü. Sorun kamu özel işbirliği (KÖİ) projelerinin getirdiği yüke uzanıyor.
Küresel Güney ülkelerinin tahvilleri yüksek getiri sunmak zorunda. 21’nci yüzyıldaki veriler bu yapısal özelliğin sürdüğüne işaret ediyor. 2002-17 arasında S&P 500 üzerinden yüzde 5,4’lük yıllıklandırılmış getiri elde edildiği hesaplanmış, bunun karşısında dolar cinsi “yükselen piyasa” devlet tahvilleri daha az riskli görünseler de ortalamada yüzde 9,1’lik bir getiri sunmuşlar.
İç tasarruf eksikliği kadar uluslararası finans kapitali o topraklara çekecek rekabetçiliği sergileme gerektiği inancı da bu yüksek faiz oranlarını doğallaştırıyor. Emperyalist dünya sistemi, Güney ülkelerinde yaratılan zenginliğin bir kısmına yüksek getirili borçlanma araçları aracılığıyla el koyuyor.
Dolayısıyla yapısal bir sorun var. Ancak bu sorun küresel Güney evreni için geçerli. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu yeterince açıklamıyor. Yükselen piyasa olarak adlandırılan ve borç stoku/GSYH oranı Türkiye’den yüksek olan devletler 2019 yılı içinde yıllık yüzde 4,5 getiri ile döviz cinsi ve 10 yıllık borçlanabilirken, Türkiye aynı cins borçlanmada yüzde 7’den yüksek getiri vaat etmek zorunda.
Türkiye’de devlet dövizle ve uzun vadeli borçlanırken dahi; borç stoku / GSYH oranı kendisinden daha yüksek ülkelere nazaran daha yüksek faiz ödüyor.
Kriz koşullarında devletin borçlanma maliyeti de hızla arttı. Kurun düşmesi ihtimali zayıfladıkça, krizin süresi ve derinliği artıyor, dolayısıyla devletin dövizle borçlanma maliyeti de düşmüyor.
Ancak dahası var. KÖİ’lerin getirdiği ağır yükle borçlanma maliyeti arasında bir ilişki var.
Mevzuat değişiklikleriyle yap-işlet-devret modelinin daha etkin kullanımını bilhassa 2009 sonrasında hedefleyen AKP kadroları büyük altyapı projelerini bu kapsamda gerçekleştirmeye çalıştı. Girişimin başarısı ile lanetli bir miras yaratıldı.
KÖİ’lerin kira ve hizmet bedelleri yanı sıra realize olan koşullu yükümlülükler de bütçeye bugün yük bindiriyor. Bu ödemeleri düzgün bir şekilde takip etmek neredeyse imkansız. Birçok başka alanda olduğu gibi burada da saydamlık yok. Bütçe üzerinden köprü geçiş garantileri, şehir hastaneleri hizmet bedelleri ve şehir hastaneleri kira bedellerinin toplamına baktığımızda 2019’da 9,6 milyar TL ödenek rakamına ulaşıyoruz. Önce Hakan Özyıldız kendi yazılarında daha sonra Ferhat Emil, TÜSİAD Merkezi Yönetim Bütçe Takip raporunda rakama kredi yükümlülüklerini de ekleyerek 2019 için 13,6 milyar rakamını vurguladılar. Kredi yükümlülüklerini dışarıda bıraksak dahi 2020’de KÖİ projelerinin getirdiği yükümlülükler nedeniyle ayrılacak ödeneklerin 20 milyar TL eşiğinin üzerine çıkacağı öngörülüyor.
Bu rakama yolcu garantileri kaynaklı olarak DHMİ gibi kamu teşebbüslerinin uğrayacağı zarar dâhil değil. Bu zararın da milyarlarla ifade edilebileceğini biliyoruz.
Söz konusu rakama KGF kredilerinin dönüşü kaynaklı olarak gelecek kredi yükümlülükleri de dâhil değil.
Ayrıca bu rakam 2020’de bir ABD dolarının 6 TL olarak kalacağı öngörüsü üzerinden yapılan bir tahmin.
Ekonomik kriz arka planını da atlamayalım. Uzun bir ekonomik durgunluk, köprüden geçişi de, hastanelere gitmeyi de azaltacağı için KÖİ kaynaklı bütçeye gelecek yükü aslında artıracak.
Dolayısıyla muazzam bir ödeme büyüklüğüyle karşı karşıyayız. Türkiye’de 2020 yılından itibaren birkaç yıl boyunca GSYH’nin yüzde 0,5’ine varacak KÖİ projesi kaynaklı ödemeler yapılması bekleniyor. Sonraki yıllarda ödemelerin bir miktar azalması bekleniyor, ama garanti edilemiyor sadece bekleniyor.
GSYH’ye oranı azalsa da KÖİ kaynaklı ödemelerin 20 yıl kadar bütçeye yük bindireceği biliniyor. Şehir hastanelerinin kira ödemeleri birkaç yıl sonra bitmeyecek, köprü geçişi için verilen garantiler birkaç yıl sonra ortadan kalkmayacak.
Çok uzun sürecek bir cendereden bahsediyoruz. Net olarak öngörülemeyen, ama Türkiye’de bugün yılda GSYH’nin yüzde 0,5’ine varan bir kara delikten…
Türkiye’nin dövizle ve uzun vadeli borçlanırken dahi bu kadar yüksek faizle borçlanmasının arkasında herkesin bildiği ve ne kadar vurgulansa yine de yetmeyecek bu sorun da bulunuyor. Görünmeyen yük nedeniyle devletin ne kadar risk ve zarar toplumsallaştırabileceğini kestirmek sermaye açısından zorlaşıyor. Türkiye’nin halihazırda mali bir alana sahip olduğu görüntüsü KÖİ yükümlülükleri göz önünde bulundurulduğunda flulaşıyor.
Strateji Bütçe Başkanlığı bahsettiğimiz kara deliğin arkasındaki yatırımın büyüklüğüne işaret etmek için yatırım ve sözleşme bedellerini yayımlıyor. 2003’ten 2019’a kadar KÖİ kapsamında yapılan yatırım son verilere göre 51,1 milyar dolar. Sözleşme bedeli ise 126,8 milyar dolar. Rakamların anlamı şu: Büyük altyapı yatırımlarının gerçekleşmesi için AKP kadroları devletin 20-25 yılda elde edebileceği 75,7 milyar dolardan vazgeçti. Devlet esas yatırımı başkasına yaptırdığı gibi büyük yükümlülük altına da girdi.
Bu tarz yönetim anlayışı yanı sıra, projelerin gerçekleşmesi için verilen garantiler ve devlet bankalarının kullanımı da kredi genişlemesine katkıda bulundu; 2013 sonrasındaki kısa erimli “başarılarının” uzun vadede getirdiği bedel şimdilerde ödeniyor. Şimdi, kendilerini AKP’den uzaklaştırmaya meyleden zamanın ekonomi bürokratlarının, dönemin ekonomi uzmanı geçinen muhafazakâr siyasetçilerinin bu deliğin oluşumunda payı var.
KÖİ çıkmazından kamucu bir çıkış var, o ayrı bir yazının konusu olsun. Başlangıcın bu projelerin altına imza atanlardan hukuk önünde hesap sorulmasından geçtiğini yine de belirteyim.