Ünlü yazar Ayşe Kulin, yeni romanı Tutsak Güneş'te baskıcı bir rejim altında yaşayan insanları ve onların bu rejime başkaldırılarını anlatıyor...
Tüm baskı rejimlerinin çözülmeye mahkum olduğunu söyleyen yazarla romanından yola çıkarak Türkiye'nin içinde bulunduğu sorunları Zaman'a anlatan Kulin, önemli açıklamalarda bulundu.
Yeni romanınız Tutsak Güneş'te baskıcı bir rejimde yaşanılanları anlatıyorsunuz. Türkiye'de de son günlerde bu tartışılıyor. Romanı yazarken bu durum sizi etkiledi mi, size ilham kaynağı oldu mu?
Elbette ülkenin içinde yaşadığı durum bana ilham oldu. Bunu inkar edemem. Ama herkesin aynı mesajı alması beklenemez. Son seçimlerde gördük ki yüzde kırk, hayatından gayet memnun. Onlar bu kitabı okuduğunda hiç böyle bir mesaj almazlar. Başka bir yerde geçen bir hikâye olarak bakarlar. Her okur ister ütopik olsun ister biyografik olsun her romanı kendi hikâyesini çıkartarak okur. Kendine neyi yakın buluyorsa onu sever.
Mesela romanda kadına şiddet konusu epeyce baskın işlenmiş…
Evet. Kadınlardan çok çocuk doğurmasını istiyor rejim. Şu an Türkiye'de de bu isteniyor. Ne kadar çok olursak o kadar büyürüz sanıyoruz ama öyle değil. Çünkü bu çocukları, eğitmek ve beslemek lazım. Sonrasında da büyük bir işsizler ordusu çıkıyor ortaya. Sonra cumhurbaşkanımız onları, eli palalı herifleri zor zaptediyor. Bir de işin bu tarafını düşünmek lazım. O kadar büyük bir nüfusu mutlu edebileceğin bir ortamı yeşertebilmişsen buna izin verirsin.
Romanın ana kahramanı Profesör Yuna. Olup biten çoğu şeyden haberi yok. Bir aydının yaşadığı toplumdan böylesine bihaber olması garip değil mi?
Siz televizyonda koskoca profesörleri görmüyor musunuz? Ne kadar her şeyden memnunlar ve durumdan bihaberler. Hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlar. Mesela IŞİD iki tane korkunç katliam yaptı ülkemizde. İnsanlar çıkıp pişkin pişkin “her türlü önlem alınmıştır” diyebiliyor. Bir maden çöküyor, kimse üzerine sorumluluk almıyor. Tek saf o romandaki Prof. Yuna Otiz değil. Biz tüm etrafımızdaki saflarla yaşamak zorundayız.
Yalçın Akdoğan sorumluların istifasını istemek teröristleri sevindirir diyor. Bu yüzden mi istifa etmiyorlar sizce?
Devlet adamlığından çok uzak bir kadronun yönettiği bir ülkede yaşıyoruz. Devlet adamlığı başka bir şey. Devleti yöneten insanlar aklıselimden yana olmalı. Ben hayatı boyunca muhalif olarak yaşamış bir insanım.
Romanınızda normal vatandaşların çoğu hayatından gayet memnun. Ama diğerleri de huzursuz ve yavaş yavaş isyanın eşiğinde…
Dikkat ettiyseniz memnun olanlar rejimin kendi çevresinde olanlar. Yuna, bir araştırma kurulunda çalışıyor. O bir mucit, politika insanı değil. Kendini araştırmaya adamış. Ama rahat yaşıyor. Belli bir statü verilmiş, maaşını alıyor. İnsanları memnun ettiğinizde çok fazla sorgulamıyorlar. Mesela ben de bu soruyu soruyorum nereden geliyor bu memnuniyet diye. Memnun edilmekten geliyor. Bir şekilde, parayla, makamla memnun ediliyorlar.
Bir de rahatsız olanlar var…
Bir gün bir şey oluyor ve vicdanı olan insanlar uyanıyor. Kendisine olmazsa komşusuna oluyor ya da bir yakınına ama bir şekilde durumun farkına varıyorlar. Romanda Yuna, Kutkar'ın kaybolması ile uyanıyor. Bir de Tamur'u tanımasıyla bu derinleşiyor. Burada aslında masallara bir gönderme yaptım. Beyaz atlı prensin prensesi öpüp uyandırması gibi, Tamur ile Yuna arasında bir aşkın başlaması da Yuna'nın uyanmasında etkili oluyor.
VİCDANI VE AHLAKI KAYBETTİK
Romanda sevginin gücünden bahsediyorsunuz. Ama son yıllarda ülkemiz o kadar kutuplaştı ki, sevginin gücü bunu eski haline çevirebilecek mi?
Ben 74 yaşındayım. İlk defa bu kadar kutuplaşmış bir toplum görüyorum. Siyasi partiler her zaman birbiri ile didişirdi. Ama aklıselim diye bir şey vardı. Biz o aklıselimi kaybettik. Vicdanı ve ahlâkı kaybettik. Yalanı en baştaki çok büyük bir rahatlıkla söyleyince şaşırıp kalıyorsun. O da biliyor yalan söylediğini. Ben de onu dinlerken yalan söylediğini biliyorum. O bunu siyaset için kullanıyor. Yalanına inanan insanlar var ama inanmayanlar karşısında muazzam bir itibar kaybına uğradığını fark etmiyor mu? Neydi o Kabataş yalanı Allah aşkına. Deri eldivenli çıplak adamlar… Gerçek olmadığı ortaya çıktı hâlâ ‘beyan ne olacak' diyor.
Ancak en baştaki AKP ile günümüzde eleştirilen parti arasında büyük bir fark yok mu?
Olmaz olur mu? Ben AKP'ye oy vermedim benim yaşam tarzımı temsil eden bir parti değil. Ama sandıktan çıkıp iktidar olmasına sevindim. Nihayetinde benim memleketimin partisi. Bu ülkede o parti gibi düşünen insanlar var ve ben onlara saygı duyuyorum. Hepimiz birbirimize saygı duymak zorundayız. Solcu partiler, aşırı muhafazakar partiler de iktidara gelebilir. İktidara gelsinler normalleşelim, bunlara alışalım. Birlikte yaşamayı öğrenelim. Yanımdaki başörtülü beni rahatsız etmesin, ben de onu rahatsız etmeyeyim. Bu düşüncelerle sevinmiştim. Başında çok iyi işler yaptıklarını kabul ediyorum. Ekonomi sıçradı, AB ile ilişkiler hızlandı, birçok hayırlı işler yapıyorlardı.
DİNDARLIĞIN İÇİ BOŞALTILDI
Peki sonra ne oldu?
Sonra birdenbire şunu gördüm ve ona çok üzüldüm. AKP dindarız diye başa gelen bir partiydi. Dikkat edin muhafazakarız diye değil. Çünkü çok kısa bir dönemin dışında bu ülkeyi hep sağ muhafazakar partiler idare etti. Ama şunu gördüm ki, din adına konuşan insanlarda ahlâk sıfır. Bu, insana müthiş bir moral çöküntüsü yaşatıyor. Ben de dindar bir ailede büyüdüm. Bir tarafım Boşnak'tır. Hıristiyan bir toplumun içinde dayanma gücüne sahip olmak için dinine dört elle sarılmış insanlardır. Diğer tarafım da Çerkes'tir. Onlar da aynı şekilde dinine hassasiyet gösterir. Böyle bir ailede büyüdüğüm için İslâm'ın en ulvi tarafları bana çocukken öğretildi. Müslüman ahlâklıdır, merhametlidir, temizdir. Kibir korkunç bir şeydir. Ben bu değerlerle büyüdüm. Ama bir bakıyorum ki karşımda dindar olduğunu söyleyen ama bütün bunları yıkmış sadece şekilden ibaret kalmış insanlar var. Din ve dindarlık sözcüğünün içini boşaltmış olmaları beni çok üzüyor. Çünkü artık gençlik Müslümanlığı hırçınlık ve hoyratlık olarak görüyor. Buna tepki iki türlü oluyor. Bu dinse ben dindar değilim diyor ya da elinde palası kırbacı olan insanlar çıkıyor ortaya. Çok büyük ve korkunç bir zarar verdiler dindarlığa. Dindarlıkla yan yana gelmeyecek kelimeler yan yana geldi maalesef.
Peki nasıl bu hale gelindi?
Bilmiyorum. Biz kitabın içinde kalalım da başımız derde girmesin. (Gülüyor) Aslında etrafındakilerle beraber bir kişi yetti bunu yapmaya.
Bölünme kimseye mutluluk getirmez
Kitabın sonunda rejim muhalifleri yönetimi reform yapmaya razı ediyor. Her şey yoluna girmiş gibi görünürken, baştaki son kozunu oynuyor ve ülkeyi savaşa sokuyor. Türkiye özelinde düşünecek olursak böyle bir tehlike var mı?
Çıkacak neticeye bağlı. Bizim Kürt sorununu halletmemiz lazım. Çok büyük bir açmazdayız bu konuda. Bu, seçim sonuçlarına göre götürülecek bir sorun değil. Çok uzun zamandır kucağımızda oturan bir sorun bu. Kürt sorununu gelecek seçimlerin sonucuna endekslemek gibi korkunç bir hata olamaz. Önümüzde iki şık var. Ya bölüneceğiz ya da birlikte yaşayacağız. Ben bölünmenin Kürt halkına da mutluluk getireceğine inanmıyorum. Sorunları bir an önce çözmeli, birlikte güçlü ve büyük bir millet olarak devam etmeliyiz.
Sadece Kürtler mi?
Kesinlikle değil. Keşke benim meclisimde sadece Türkler ve Kürtler değil ülkede yaşayan diğer etnik gruplar da yeterince temsil edilse. Ben Ermeni bir bakan da görmek isterim. Mesela neden Musevi bir maliye bakanımız olmasın? Onlar para işlerinden iyi anlar. Süryanileri de görmek isterim. Alevileri kesinlikle görmek isterim.
Peki sizin çözüm öneriniz var mı?
Ben siyaset bilimci değilim. Ama bir vatandaş olarak bu sorunun çözüm yerinin Meclis olduğunu söyleyebilirim. PKK bir terör örgütüdür. Savaşın bitmesini istemez çünkü savaş ona yarıyor. Ama HDP'yi PKK'dan ayrıştırmak durumundayız. Aynı şekilde kendini dindar ve muhafazakar zanneden partinin de IŞİD'den kendini ayırması lazım. Onları tedavi ederek, besleyerek, kollayarak, sinirli çocuklar diyerek, suçlarını örterek olmaz.
Toplu taşıma araçlarını kullanırım
Siz bir kesim tarafından başörtüsü ve din düşmanı gibi gösterildiniz. Öyle misiniz gerçekten?
Ben hiçbir zaman başörtüsü düşmanı olmadım. Bu genelde sosyal medyada yapılıyor. Bunu kontrol edemezsiniz. Ben kişisel özgürlüklere, demokrasiye çok inanan bir insanım. Üniversiteye giden bir insanın kıyafetine kimsenin karışma hakkı yoktur. Üniversiteye başörtüsü sokmamayı her zaman hatalı buldum. Bu dünyada bunları aşmak ve insanları aşmak lazım.
Çok üretken bir yazarsınız. 7/24 yazıyor musunuz?
Lise çağlarından beri yazıyorum. Ama kafama uygun bir yayıncıyı 25 sene sonra buldum. O kadar uzun zaman yayınlayamadım ki istediklerimi, resmen dolmuşum. Yazmaktan çok keyif alıyorum. Ama nâmütenâhi yazmam mümkün değil. Benim çok geniş bir ailem var. Sekiz tane torunum var. Çocuklarım var, sosyal hayatım var. Sabah erken kalkarım. Altıda uyanıyorum. Ona kadar çok kaliteli dört saatim var. Bir de gün içinde de yazarım. Bilgisayarımla her yerde yazarım. Çok fazla otobüs seyahati yaparım. Yaşayarak yazan biriyim. Halkın içinde olmam gerek. Toplu taşıma araçlarını kullanırım. Halkın içinde olayım, onlara dokunayım diye.
Şimdi ne var masada?
Az bir vaktim kaldı. Zamanım sıkıntılı. Daha söyleyeceklerim var. Şu anda yine tarihî bir roman yazmayı düşünüyorum. Çünkü araştırmayı çok seviyorum. Sanırım 18. asrın sonlarına kadar gideceğim.