Üstad'ın İbadet ve Huşuu

"Üstadımızın namazı, namazdaki mazhariyeti, heybeti, huzuru ve huşuu bambaşkadır. Biz onu ifade edemeyiz. Onun namazdaki nihayetsiz tecelliyata mazhariyetinden bizim hissettiğimiz, milyarda bir dahi olmaz. Evet bu kat’idir… "
Safvet Senih | samanyoluhaber.com
Üstad'ın İbadet ve Huşuu

Mustafa Sungur Ağabeyimiz Üstad Bediüzzaman’ın ibadet  ve huşûu ile ilgili hatıralarını şöyle anlatıyor:

“Afyon’da, beş vakit namazı Üstadımızın arkasından cemaatle edâ ediyorduk. Üstadımız gece çok erken TEHECCÜDE  kalkıyordu, sabaha kadar okuyordu ve sabah namazına bizi uyandırıyor ve cemaatle namazı eda ediyorduk. Sonra Zübeyr Ağabey dedi ki: ‘Gece uyumayıp sıra ile nöbetleşip, Üstadımızın abdest suyunu dökmemiz lâzım.’ Öyle de yaptık. İlk gece Zübeyr Ağabey uyumadı, gece Üstadımızın suyunu dökmüş, ikinci gece ben kalktım. Üstad hiç konuşmadı, gayet ciddi abdestini aldı, odasına girdi ve sabaha kadar cehrî okumaya devam etti. Sabah namazına takriben dört saat kala kalkıyordu. İkişer gece öyle kalktık. Üstadımız hiç konuşmazdı, sonra bizi men etti. Dedi ki: ‘Hayatta böyle kimse gece bana mülâkî olmamış, otuz beş senedir yalnız kalmışım.’  O iki geceden sonra Üstadımız, kendisi kalkar, sabah namazına kadar evradını bitirirdi. On beş dakika kadar da Nurlardan bir bahis okur ve sonra sabah namazını kılardık. Arabî 29. Lem’a’nın Mukaddemesinde tefekkürî âyetlerden ilhâmen yazdığı  bahislerden zikirle, ‘Binler defa tekrarında bana usanç gelmedi’ diyor ve istisnâsız her gece sabaha yakın dört beş saat meşgul olduğunu beyan ettiği Hizbü’l-Ekber-i Nurî’den bahisle: ‘Her gece beş altı saat meşgul olmakla hiçbir yorgunluk eseri kalmadığı bin defa tekerrür etmiştir.’ diyordu. Hz. Üstad Zübeyir Ağabeye ‘Ben gece ibadeti için yirmi sene nefsimle mücadele ettim.  Sonra hâcet kalmadı.’ demiş. Evet mübarek, muazzez Nur Üstadımız, onun Risale-i Nur telifi, neşri, gelen gidenler, ziyaretçilerle sohbeti, ehl-i idare, ehl-i maârif ve ehl-i siyasete hakikat dersleri veren şahsiyetinden başka; Rabbi ile  başbaşa, O’nu zikir ve fikir ile huzur-u dâimî kazanmak, iman ve marifetullahda 80 sene daima terakkiyat ile hakkalyakine yükselen mukaddes bir hâli ise, onu beyana takatimiz yoktur. Her gece istisnasız, yalnız olarak, o kudsî mazhariyetini devam ettirirdi. Evet, Van’daki hayatında da böyle olduğunu Vanlı Molla Hamid isimli talebesi ve hizmetkârları da defalarca beyan etmiştir. 

“Üstadımızın namazı, namazdaki mazhariyeti, heybeti, huzuru ve huşuu bambaşkadır. Biz onu ifade edemeyiz. Onun namazdaki nihayetsiz tecelliyata mazhariyetinden bizim hissettiğimiz, milyarda bir dahi olmaz. Evet bu kat’idir… Namaza duruşu, ilk tekbiri alışı ellerini bağlayışı ve Cenab-ı Hakka dua ve tezellülü, Fâtiha’yı kıraati, Fâtiha’nın her bir kelimesini teker teker, cümle cümle ve bütün mertebeleriyle okuyup hissetmesindeki ve dergâh-ı İlâhiyeye takdim etmesindeki vüs’at, külliyet ve ulviyet bizim gibi hiç enderlerin beyanına gelemez. Hele namaz teşehhüdündeki ‘Ettehiyyâtü’ mübarek kelimelerini Cenab-ı Hakka takdim ederken, nasıl bütün kainatı ruhunun eline alıp öylece arz etmesindeki kudsiyeti ifade edemeyiz. Yalnız bu hususlara dair On Beşinci Şua ilm-i İlahî bahsinde ve diğer Risalelerde uzun izahat vardır. Onun okunması mutlaka huzura da medardır. Aynı zamanda, Nur  Âleminin Bir Anahtarı Risalesinde de izahlar yapılmıştır. Bu gibi eserlerinden ve Üstadımızın hal ve tavrından katiyen anlaşılıyordu ki, o müstesna bir tecelliye mazhardı. Talebelerinde, hatta en ileri talebelerinde görünen hâller, Üstadımıza nisbetle çok cüz’î kalır. Hele geceleyin 4-5 saat meşguliyeti müteakip dua vaktinde, kainat mümessili ve Sahibi-i Arz ve Semavatın arz üzerinde en nurânî bir halife-i arz olduğu âşikâr belli olurdu. Onun dış âleme taşan, insanlara kurtuluş reçetesi sunan azim şahsiyetinden başka bir kudsî ubudiyet hâli, zikir ve tefekkür hali de vardır ki; herhalde Risale-i Nur hakikatlerini, bu gibi mânevî miracı olan halinde iken taallüm ederdi.

“Diyebiliriz ki, Said Nursi, hizmeti ile, nûrânî eserleriyle devamlı hayattar neticeleriyle ve gün be gün gelişen nuranî cemaatin dünyanın dört bucağındaki hizmetleriyle ‘es-sebebü ke’l-fâil’ sırrıyla daima yükseliyor, terakki ediyor ve ebedî saadet hesabına yükseliyor. Rızâ-i İlâhiyenin nihayetsiz mertebelerine doğru bir değil, binle kanatla uçup gidiyor, gidiyor… Kıyamete kadar da yükselecek, gidecek, gidecek… Tâ AKSÂ’L-ĞÂYAT’a  (gayelerin en ilerisine) kadar gidecektir…

“Üstadımız, bir gün ders esnasında, ‘İnsan namazda iken teşehhüd esnasında ‘et-tehiyyat’ derken, aynı günün vaktinde ‘Et-tehiyyat’ diyen bütün mahlukatın tahiyyelerini kendi namına Cenab-ı Hakka takdim edebilir’ demişti. İlaveten, ‘Hatta biraz daha ileri gitse, bütün zamanlardaki tahiyyat ve tesbihatları da kendi namına edebilir’  meâlinde buyurmuştu. Ayrıca, ‘Tesbihatta, Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahü Ekber, derken kalbi hüşyar bir mümin o vakitte namaz kılan, tesbihat eden milyonlar müminler cemaatı arasına manen girer, onlarla beraber söyler. Hatta daha ileri gitse bütün zaman ve mekânlardaki müminlerle beraber olarak, ortada Resul-i Ekrem (S.A.S.) sağında peygamberler, solunda evliyalar ve bütün müminler beraber tesbihat edebilir’ demişti. Yine bir gün ‘Ben namazdan çıkışta (Esselâmü aleyküm ve rahmetullah) dediğimde, sağımda enbiyaları, sol tarafımda evliyaları niyet ederek öyle selâm veriyorum’ demişlerdi.”

Merhum Sungur Ağabeyimizin hatıralarından elbette yüklü ibretler ve dersler alacak cihetler var…
  
30 Nisan 2020 11:37
DİĞER HABERLER