"Bir müddet, İzmir Buca Cezaevinde Ramazan aylarında vaaz veriyor ve teravih namazları kıldırıyordum. Cuma günlerinde de Yusuf Suresi'nden sohbetler yapıyordum. Bir gün birisi yanıma gelip bana bu âyeti sordu"
Abdullah Aymaz | samanyoluhaber.com
Cenab-ı Hakkın Hz. Yusuf’u Mısır’da yerleştirmesi ve ona rüya tabirini ve olayların ifade ettiği mânâyı öğretmesi, Yusuf Suresinde anlatılmasından sonra “Vallahü ğâlibün alâ emrihî” (12/21) buyuruluyor. Yani, “Allah Teâlâ iradesini yerine getirmekte her zaman mutlak galiptir.”
Bir müddet, İzmir Buca Cezaevinde Ramazan aylarında vaaz veriyor ve teravih namazları kıldırıyordum. Cuma günlerinde de Yusuf Suresi'nden sohbetler yapıyordum. Bir gün birisi yanıma gelip bana bu âyeti sordu: “Peki, ‘ğâlibün’ yerine aynı mânâya gelen ‘yağlibü’ denilseydi ne olurdu?” diye sordu. Kendisi medresede yetişmiş Arap edebiyatı ve İslâmî ilimleri tahsil etmiş bir mahkûm imiş. Karadenizli… Meseleyi fazla açmadı ama ağır cezalık… Ben “Vallahü ğalibün” bir isim cümlesidir. Mânasında devam ve sübut vardır. Yani “Allah her zaman galiptir” demektir. Eğer “Vallahü yağlibü” Yani “Allah gâlip gelir” gibi bir mânaya gelecekti. Çünkü İsim cümlesi değil; fiil cümlesidir. Muzarî yani geniş zamanı ifade eder. Fiil cümlelerinde devam ve sübut mânası yoktur.” dedim. Tabii bir incelik ancak maânî, bedî, beyan ilimleri ile ilgilidir. İmam-Hatip Okullarında bunlar okutulmaz. Benim gibi İmam-Hatiplinin ağzından duyması ona çok garip geldi. Halbuki ben Maânî kitabını İmam-Hatipte değil; Kestanepazarı Yurdunda Hacı Ali Tosun Efendi hocamızdan okumuş ve Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde tatbiklerini görmüştüm.
“Kemâl çağına geldiğine (Yusuf’a) hüküm ve ilim verdik” (12/22) Buradan, hüküm ve ilmin ayrı ayrı yeri ve önemi olduğunu anlıyoruz. Çünkü bazı ilim adamları, çok iyi ilme sahip olabiliyor ama çok iyi bir hüküm ve idare adamı olamıyorlar. Zira hüküm adamı olma kabiliyetleri bulunamayabiliyor…
“Derken, bulunduğu evin hanımı Yusuf’u kendisine bağlamak, onun nefsinden murad almak istedi; kapları kapatarak ‘Haydi yaklaş bana’ dedi. Doğrusu, o muhakkak ki, benim Rabbim / Efendim, bana çok iyi davranıyor. Çünkü hıyanet ederek zâlim olanlar iflah olmazlar. Doğrusu, hanım ona sahip olmayı iyice aklına koymuş ve buna yeltenmişti de. Eğer Rabbinin BÜRHAN’ını görmeseydi o da kadına meyledecekti. İşte böylece Biz fenalığı ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için BÜRHANIMIZI gösterdik. Çünkü o, Bizim tam İHLÂSA ERDİRİLMİŞ kullarımızdandı.” (12/ 23-24)
Bazı tefsirlerde, tam o anda Hz. Yakub’un duvarda, bir ekranda görünür gibi birden parmağı ağzında “Yusuf ne yapıyorsun!.” Dercesine bir ikaz mesajından da söz ediliyor. Ama tefsircilerden çoğu, bunu zayıf kabul ediyorlar.
O zaman bunun daha başka bir şey olması gerekiyor. 24. Âyette Hz. Yusuf’un bir özelliği daha anlatılıp “MUHLÂSUN” (İhlasa erdirilmişler) grubundan olduğu ifade ediliyor.
Buna göre bunun iman-ı tahkîkî olması gerekir. Ayrıca bilhassa gençler için koruyucu serâlar olarak ışık evlere ihtiyaç olsa gerek. Yoksa İslâmî prensiplerin ve âdâbların unutulduğu günümüz toplumumuzda ve diğer toplumlarda bütün yollar açık… İhlas ve tahkik-i imandan başka sığınacak burhan yok.
Yusuf Aleyhisselam iftiraya uğrayıp suçsuz olduğu ortaya çıkınca, Vezir, iftirayı atan karısına: “Bu siz kadınların fendinden! Gerçekten sizin fendiniz pek müthiştir!” (Yusuf Suresi, 12/ 28) Bu ifadeyi Kur’an aynen veriyor. Hakiki Kur’an, “Şeytanın hileleri ve tuzakları zayıftır” (Nisâ Suresi, 76 ) diyor. Çünkü, şeytan sadece vesvese verir. Halbuki bir tefsir, iftiracı, fitneci ve günahkâr kadınlar için “habâilü’ş-şeytan” (Yani şeytanın bağlayıcı, câzip ipleri ve urganlarıdırlar) diyor.