Gazeteci Yazar Faruk Mercan Samanyoluhaber.com'da yazdığı yazısında Siyasal İslamcıların neden Aynısını açmayı beceremeyince neden gasp ettiklerini analiz etti.
Vay o memleketin haline ki, gasbın adı maarif olmuş...
2013 yılı kasım ayına gidelim...
Saraydaki Şahıs, Cemaat'a karşı bilinçaltında beslediği kin ve nefretini ilk kez dershaneler tartışması sırasında çıktığı bir televizyon programında dışarı vurdu. El hareketini hiç unutmuyorum. Elinin tersiyle bir şeyi iter gibi yapıp, “Almam onların dershanelerini...” demişti.
O dönemde, iyi niyetle ortaya atılan dershaneler kapatılıp yüz binlerce öğrenci mağdur olacağına, gerekirse devlet devralsın fikrine böyle karşı çıkmıştı.
Günümüze gelelim... Sadece dershaneleri değil, Cemaat'e ait bütün okulları, üniversiteleri, öğrenci yurtlarını, kısacası her şeyi aldı. Daha doğrusu gasbetti.
İleride özellikle sosyologlar, bu dönemin tarihini irdelediklerinde bu “patoloji” üzerinde duracaklardır.
Cemaat'in Türkiye'ye kazandırdığı kurumları hazmedemeyen, arka bahçesi haline getiremediği bu kurumları yok etmenin nefretiyle yanıp tutuşan bir ruh hali bu...
Saraydaki Şahsın adamlarının sızan yazışmalarında vardı. Biri, diğerine gönderdiği mesajda, “Bunca yıldır iktidardayız. İpek Üniversitesi'nin bir benzerini açamadık...” diyordu.
Tarihi bir itiraftı bu...
Siyasal İslamcıların, 2002 yılından beri yaptıklarına bakın... Köprü, yol, alt geçit, üst geçit, tüp geçit...
Başka birşey yok...
Evet, Türkiye'nin ufkunu bir adım ileri götürecek bir eserin altında imzaları yok... Tam tersine, Cemaat'in ülkeye kazandırdığı her kurumu yıkmayı görev edinip, siyaset tarihimizin en yıkıcı iktidarı oldular. Üç yıldır her gün yıkıyorlar. Hala da kin ve nefretleri bitmiş değil.
Gasbettikleri Cemaat'e ait eğitim kurumu sayısı 2 bin 500'den fazla... Diğer mülkleri, kurumları, ve yüz milyarlarca dolar değerindeki 800'den fazla şirketi düşünün...Bununla yetinmiyor Saraydaki Şahıs...
Dünyanın 175 ülkesinde açılmış olan okulları gasbetmek için “Maarif Vakfı” ismiyle bir yapı kurdu.Önce, gittiği ülkelerde, “Siz kapatın bunların okullarını, biz daha iyisini açarız” diyordu. Baktı ki açamıyor. Şimdi, “Bunlar terör örgütü, bu okulları Türkiye Cumhuriyeti devletine devredin” diyor.
Aynısını açmayı beceremeyince gasbedeceksin. Bu dönemin Siyasal İslamcılarının şiarı bu...
Çünkü bu okulları açmak için, binlerce adanmış yürek lazım, gidip dönmemeye azmetmiş yiğitler lazım. Belki aylık bir kaç yüz dolarla, dünyanın savaş bölgelerinde, mahrumiyet coğrafyalarında görev yapmayı göze almış olmak lazım...
Var mı bunların böyle inanmış, ülkeye ve insanlığa hizmet etmeye kilitlenmiş kadroları? Yok...
Gittiği her ülkeye farklı bir senaryo ve farklı vaatlerle gidiyor Saraydaki Şahıs... Yeryüzünde bir tek Cemaat eseri ve Cemaat ferdi kalmayıncaya kadar rahat etmeyecek anlaşılan...
Ne beyhude bir savaş...
Üç yıldan beri ne zaman Türkiye'ye baksam, aklıma Hazret-i Musa'nın hayatını anlatan filmdeki bir sahne gelir.
Hazret-i Musa'yı Mısır'dan çıkaran Firavun, Kızıldeniz önüne kadar takip eder Hazret-i Musa'yı... Yanındaki bir, iki akıllı danışmanı, “Artık dönelim” demelerine rağmen, o devam eder.
“Musa Kızıldeniz'i geçtiyse ben de geçerim, ben Firavun'um, onu sonuna kadar takip edeceğim, onu yok etmeden dönmeyeceğim” psikolojisiydi bu...
Fakat Firavun'un nefesi yetmedi... Bırakın sonuna kadar Hazret-i Musa'yı takip etmeyi, Kızıldeniz'i aşamadı...
Geçenlerde Georgetown Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Ori Soltes, Türkiye'de yaşananları Hitler Almanyası dönemine benzetiyordu. Ben de zaman zaman Stalin Rusyasına benzetiyorum.
Ayakların baş, başların ayak olduğu bir ülke oldu Türkiye..
Her türlü zulmün arşa kadar uzandığı bir ülke oldu Türkiye...
Muhbirlerin baş tacı edildiği, namuslu insanların cani muamelesi gördüğü bir ülke oldu Türkiye...
Yazıyı başlıktaki cümle ile bitireyim.
Vay o memleketin haline ki, gaspçılar iktidar olmuş ve gaspa maarif adı verilmiş...