Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, yeni köşe yazısını 'Velfitnetü eşeddü mine'l-katl' başlığıyla kaleme aldı.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin büyük talebelerinden Dâru’l-Muallimin mezunu ve Birinci Dünya Harbinde yedek subay olarak Kanal Savaşına katılmış ve yaralanmış bir Gazî olan Ahmed Feyzi Kul Ağabeyimiz, “Elfitnetü eşeddü mine’l-katl (Yani müminleri işkence ile inançlarından döndürmek, öldürmekten daha şiddetlidir. (Bakara Suresi, 2/191) âyetinin hesabını yapmış, 1917 tarihi çıkmış. Bu tarihin Rusya’da Komünist ihtilali ile Bolşeviklerin iktidara gelip inkârcı, dinsiz bir rejimi uygulamaya başladıkları tarih olarak görüyordu. Vav sırrını da anlayışlara bırakıyordu. Arkadan en büyük nüfusa sahip Çin de bu dinsizlik rejimi kabul etmişti. Daha sonra da bu inkâr fırtınası yarı Avrupa’yı tasallut altına almıştı. Bu anlayışa göre din bir afyondu; insanları uyutuyordu. İnkârcılıkla insanlar bu uykudan uyanacak ve aydınlanacaklardı. Bu rejimi zorla yerleştirmek için milyonlarca insan öldürüldü.
Nakşibendilik gibi büyük ve kadim tarikatların merkezi olan ve ne yazık ki bu rejimin pençesi altında kalan Müslüman ülkeler karşı çıkıp, direnip bu canavardan kurtulamadılar. Camiler, mescitler, medreseler ve tekkeler kapatıldı. Kiliseler, sinagoglar da…
Ülkemizde de benzeri baskılar oldu. 15 Temmuz’a benzer şekilde, uydurma Menemen Olayı ile bütün dindarlar sindirildi. Sovyetler’deki Müslüman ülkelerde olduğu gibi, insanlar inzivaya çekilmiş gibi sessizliğe büründüler. Her türlü zulüm, işkence ve haksızlığa rağmen dik duran bir tane Bediüzzaman Said Nursî vardı. Van’dan Erek Dağı’ndan, kış ortasında Ramazan günü alınıp bazı şeyler ve dindar kanaat önderleriyle beraber sürgüne gönderilirken, bazen yayan, bazan karda kayan kızaklarla gittikleri için ayaklarındaki kalın çarıklar delinmiş artık su almaya başlamıştı. Erzurum’un Korucuk köyüne geldiklerinde, köyün ileri gelenlerinden Hacı Münir Efendi bu hali görünce karşılıksız hediye kabul etmeyen Üstad’a ayakkabı vererek o çarıkları almış ve evinin duvarına asmıştı.
En son Barla’ya sürülen Bediüzzaman Hazretleri, başına bir karakol dikilip yanına gelenleri dönüp hakaretler edilmesine rağmen İman ve Kur’an Hakikatlerine dair Sözler, Mektubat ve Lem’alar kitaplarını orada yazmıştı. 1930’larda yazdığı Yirminci Lem’a İhlas Risalesinin ardından birkaç sene sonra bir de Yirmi Birinci Lem’a’yı yazmış, onun da başına İHLAS HAKKINDA, diye bir bilgi iliştirmişti. Ayrıca bununla da yetinmemiş hiçbir Risalede yapmadığı bir ihtarı “Bu Lem’a lâakall (en azından) her onbeş günde bir defa okunmalıdır.” diye yazmıştır. Hatta ihlasta birinciliği hep koruyan büyük talebesi Albay Hulusi Beye verdiği bir Yirmi Birinci Lem’a İhlas Risalesini göstererek “Hulusi! Ben önce ‘Bu Lem’a her gün okunmalıdır’ diye yazmıştım ama size çok zor gelir diye üzerini işte böyle çizdim sonra da ‘Bu Lem’a lâakall her onbeş günde bir defa okunmalıdır’ diye yazdım” demiştir…
Peki İHLAS nedir? İmam Gazali Hazretleri, NAHL Suresinde geçen süt âyetiyle izah ediyor: “Size muhakkak ki davarlarla da deliller, ibretler vardır. Zira size onların karınlarından işkembe ile kan arasından halis bir süt içiyoruz.” (16/66) âyetinde nasıl ki, halis sütün ne fışkı ne de kan bulaşmadan tertemiz, dupduru çıktığı gibi, İHLAS da bir âmeli ne dünyevî ne uhrevî; ne maddî ne de mânevî hiçbir menfaat beklemeden sırf Allah emretti ve Allah râzı olacak diye yapmaktır. Eğer Cehennemden kurtulayım veya Cennete gideyim diye ibadet ediyorsak, bu yaptığımız ibadettir. Ama ihlaslı mıdır? Ayrı mesele…
İşte dünyanın inkâr-ı ulûhiyete sarsıldığı bir dönemde insanlık kalesinin darbe alıp yaralanmasına karşı bütün baskılara karşı bu yaraları sarmak için sinmeyerek direnç gösterip dik duracak birilerine ihtiyaç vardı. Bunun enerjisi de nokta-i istidadı da İHLÂS’tır. bu mukaddes ve ağır yükü, ancak adanmış ve İHLAS ile yoğrulup benzenmiş. Ruhlar yüklenip taşıyabilir.
“Bismillahirrahmanirrahim: ‘Namazlara kalkıp huşû ile Allah divanında durun’ (2/238) ‘Sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin, peşinden korkuya kapılıp za’fa düşersiniz de rüzgârınız (kuvvetiniz, aksiyonunuz) gider.’ (8/46) ‘Nefsini maddî-mânevî tezkiye edip kirlerden arındıran felâha erer. Onu (tezkiye etmeyip) günahlarla örtüp gömen ise haybet ve hüsrana, (zarar ve ziyana) uğrar’ (91/9-10) ‘Âyetlerini az bir fiyatla, yani dünya menfaati karşılığında satmayın.’ (2/41)
“Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz: Bu dünyada, bilhassa uhrevî hizmetlerde En mühim bir esas, (İHLAS’tır) En büyük bir kuvvet, (İHLAS’tır.) En makbul bir şefaatçi (İHLAS’tır.) En metin bir nokta-i istinad, (İHLAS’tır.) En kısa bir tarik-i hakikat, (İHLAS’tır.) En makbul bir dua-i mânevî, (İHLAS’tır.) En kerâmetli bir vesile-i makasıd, (İHLAS’tır.) En yüksek bir haslet, (İHLAS’tır.) En sâfî bir ubudiyet, İHLAS’tır.
“Madem ihlasta zikredilen hassalar gibi çok NURLAR ve çok KUVVETLER var. Ve madem bu Müdhiş Zamanda ve DEHŞETLİ DÜŞMANLAR mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli (hücum eden) BİD’ATLAR, DALÂLETLER içerisinde bizler gayet az, zayıf, fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, GAYET AĞIR; BÜYÜK; UMÛMÎ ve KUDSİ bir iman vazifesi ve KUR’AN HİZMETİ omuzumuza ihsan-ı İlâhi tarafından konulmuş.”
Bizlerinde bu İNSANLIK KALESİNİN TAMİRİ için elimizden gelen-gelmeyen büyük bir GAYRETİ ortaya koymamız gerekiyor. Allah yardımcımız olsun…