Yeni Asya Gazetesi'ne mektup gönderen bir okuyucu çocukların yaşadıklarını anlattı. Son dönemde 'Mağdur yok' söylemlerine karşı mektupta çocuklar anlatılmış...
Merhabalar,
Ben 3 yaşında bir oğlu olan ve eşi 8 aydır cezaevinde tutuklu bulunan polis eşiyim. Bu mektubu babası tutuklu olan bir çocuğun annesi olarak yazıyorum. Kendimi hiçe sayarak çocuğum ve diğer çocukların ruh dünyasını gördüğüm kadarıyla aktarmak istiyorum. Çocuğumun bana kurduğu cümlelerin açtığı yara ve gelecekte yaşayacağı boşluğun endişesini görerek yazıyorum. Yaşadıklarımı, hissettiklerimi, dile getiremediklerimi ifade edecek gücü sizlerde gördüğüm için yazıyorum.
Kahramanları çocuklar olan, ama hikâyelerinden habersiz olunan hayatlar var cezaevlerinde. Gözlerinde çok değerli olan babalarının çaresizliklerine şahit olan çocuklar var. Benim derdim suçsuz yere hapse atılan masumların kendilerini savunmamaları değil geride kalanların acılarını yazmak.
Anlatılacak onca şeyi bırakıp sadece şahit olduğum çocukların yaşadıklarını göstermek istedim Türkiye’ye.
(...), o bizim oğlumuz, sadece 3 yaşında ve babasını fotoğraflarıyla tanıyan bir çocuk. Çünkü babası bir vatansever olarak ailesini götürmeyi göze alamadığı Yüksekova’da tek başınaydı. Kavuşmayı hayal ederken soğuk camların arkasında dokunamadığı bir babayı gördü. O henüz büyüklerin siyasî kavgalarını bilemeyecek kadar küçük, babasızlığın acısını bir ömür boyu yüreğinde taşıyacak kadar büyük. Şimdi ben sesimi duyan herkese soruyorum. “Babacığım yeni evimize sen de gelebilirsin.” diyen en sevdiği oyuncağı saklayıp kendi kendine bununla babam gelince beraber oynayacağız diyen, her kapı çaldığında “Anne babam mı geldi?” diye kapıya koşan ve babasını göremediğinde büyük bir hayal kırıklığıyla odasına giden bir masumu, babasının gelemeyeceğine ikna edecek bir büyük görmek istemez miyim? Ben cevap veremiyorum kimse de bu soruları umursamıyor. Ben sadece bugün değil, bu acıyla yetişmiş bir çocuğun annesi olarak hep bedel ödüyor olacağım.
(...), o 18 aylık bebek. Konuşabildiği tek kelime “Baba”. Sözleriyle değil gözlerindeki yaşlarıyla babasını cezaevine bırakmak istemeyen bir bebek. (...)’in öğretmen babasının vatana zarar verme ihtimalinden korkan büyüklerin (...) bebeğe verdiği gerçek korkunun hesabını sormak isterim, yıllarını adaletli olmak için harcayan insanlara. (...)’in haksızlığa tepkisi mi; baba diye ağlayarak o minicik parmaklarıyla babasını göstermekti. Yıllar sonraki özür (...)’in bir damla gözyaşının değerinde olabilir. Küçümseyeyim mi baba acısıyla dökülen bir damla gözyaşını?
(...), o 6 yaşında babasıyla hikâyesini yazmak için geliyor o da. Sımsıkı sarsıldığı babasını almak için ağlayan bir çocuk, ama güçsüz. Hangi güçlü insan onu babasıyla bir arada tutabilirdi ki. “Babacığım ben çikolata da istemem sen yeter ki burada çalışma” demeye aklı eriyordu sadece. Hepimizin söylediği gibi annesi de ona “Baban burada çalışıyor yavrum” demişti.
(...) 8 yaşında antidepresan kullanan bir çocuk. Onun hikâyesinden bahsetmeme gerek var mı? Sadece 9 yaşında babasına âşık minicik bir kız çocuğu…
(...) 5 yaşında öğretmenleri ona otistik teşhisi koymaya çalıştılar. Halbuki o küçücük yüreğinde yanına gelemeyen babasına küstüğü için hayata da küsmüştü.
Ve diğerleri…
Ben bu çocukların 1 saatlik ıztırabını yazdım. Pedagog değilim. Ruhlarında açılan yaranın boyutunu bilemem, ama bildiğim tek şey var, sebebi ne olurda olsun kahramanları ellerinden alınan bu çocuklar kendilerine yapılanları asla affetmeyecek ve yaşanılanları unutmayacak. Onlar babasını gazeteye manşet atan gazetecilerden değil, ahkâm kesen siyasetçilerden de değil bizzat yüreğinden biliyor.
Şimdi soruyorum sadece vicdanınızla söyleyin gerçekten mağdur yok mu?