Samanyoluhaber.com yazarlarından Cuma Karaman, köşe yazısını "Vicdanla kanun arasında" başlığı ile kaleme aldı.
Düşünün iki insan var karşımızda: Biri, ahlaki değerleri gereği başkasının hakkına el uzatmıyor; diğeri ise yalnızca yasalardan çekindiği için el uzatmıyor.
İlk kişi, içselleştirdiği erdemler sayesinde bir denetim olmasa bile doğruyu yapmayı seçer. Onun için hak, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda vicdani bir ilkedir. Diğeri ise hukukun sınırlarını aşmamakla yetinir; yasa olmasa, hakkı ihlal etmekten çekinmeyebilir.
Bu iki yaklaşım, bireyin ahlak anlayışını ve toplumla kurduğu ilişkiyi derinden etkiler. Gerçek erdem, dış baskılardan bağımsız olarak, içsel bir sorumluluk duygusuyla hareket etmektir. Vicdanın denetiminden geçen bir davranış, kanunların zorunluluğundan çok daha değerli ve etkilidir.
Toplumun ahlaki seviyesi de bireylerin bu tercihlerinde gizlidir. Yasalar bir çerçeve çizebilir; ama insanı gerçekten insan yapan, o çerçevenin ötesinde kendi iç yasasını oluşturabilmesidir.
İşte burada muhakeme ve muvazene devreye girer. Kişilik; sadece iyi niyetle değil, derin bir düşünce ve ölçülü bir davranışla gelişir. Vicdanın uyarısı, aklın tartısı ve imanın rehberliği birleştiğinde insanın duruşu netleşir. Böyle bir insan; kışkırtmalara karşı sakin, övgülere karşı mütevazı, adaletsizlik karşısında ise cesur olur.
Toplumda saygın bir yer edinmek isteyen birey, önce kendi iç dünyasında dürüst olmalıdır. Samimiyetle yüzleşmeli, kendi zaaflarını tanımalı; eleştirdiği yanlışa kendisi düşmemelidir. Zira kişilik, başkalarının gözünde değil, insanın kendi vicdanında şekillenir.
Zor zamanlar kişiliği ortaya çıkarır. Kolay olanın değil, doğru olanın peşinden gitmek; alkış beklemeden doğruları savunmak; güce göre değil, hakka göre taraf olmak ancak sağlam bir kişiliğin göstergesidir. Ve böyle bir kişilik, yalnızca bireyi değil, çevresini de aydınlatır.
Çünkü güçlü bireylerden oluşan bir toplumda güven artar, adalet kök salar. Böylece huzur, yalnızca bireysel bir arayış olmaktan çıkar, toplumsal bir değere dönüşür.
Ve bu uzun yolculukta insana rehber olacak üç pusula vardır: Vicdan, akıl ve iman.
Bu üçüyle inşa edilen bir kişilik, hem dünyada iz bırakır, hem de kalplerde yaşar.
Sonuç olarak; ahlaki değerleri içselleştirmiş bireyler yetiştirmek, yalnızca yasalarla şekillenen bir toplumu değil, vicdanla inşa edilen bir medeniyeti mümkün kılar. Hizmet Hareketi, farklı coğrafyalarda bu anlayışla yetişen bir neslin oluşmasına vesile olmuş; yalnızca kurallara uyan değil, hakikati ve adaleti içsel sorumlulukla savunan bireyler yetiştirmeyi hedeflemiştir. Bu nesil, hukukun ötesinde bir vicdan eğitimi almış; doğruyu, yasak olduğu için değil, gerçekten yanlış olduğu için terk etmeyi öğrenmiştir.
Kısacası, dünya bu ruhla yoğrulmuş insanlarla daha yaşanır bir yer hâline gelir. Çünkü gerçek değişim, daima kalpte başlar. İşte Hizmet Hareketi de, çağın vicdanı olarak, izan ve imanla gönüllere ışık olmaya devam etmektedir.