Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Osman Şahin, yeni köşe yazısında Yusuf Suresi'ni işlemeye devam etti.
Yusuf suresinde anlatılan kıssadan günümüze bakan yönleriyle alınabilecek dersler ve mesajlar konusuna devam ediyoruz. Bu yazıda ele alacağımız konu, peygamberlerin insanlarla olan ilişkilerinde ve davranışlarında onları tevbe/tövbe kapısından uzaklaştırmayacak bir yaklaşımla hareket etmeleridir.
Şüphesiz ki peygamber varislerinin onlardan farklı davranmaları düşünülemez. O yüzden, günümüzdeki mürşidlerin, hak ve hakikati temsil edip anlatmayı dert edinenlerin, toplumdaki bireylerin terbiyesi işini meslek edinenlerin ve tabii ki anne ve babaların buradan almaları gereken çok önemli dersler vardır.
Hazreti Yusuf (aleyhisselâm), kardeşi Bünyamin’i onun yüküne gizlenmiş bir su tasını bahane ederek yanında alıkoyunca, kardeşleri Hazreti Yusuf’un da çocukluğunda hırsızlık yaptığı iddiasında bulunmuşlardı:
Onlar: ‘Eğer çalmışsa zaten daha önce onun kardeşi de çalmıştı.’ dediler. Yusuf bu sözden duyduğu üzüntüyü içine attı ve onlara belli etmedi. İçinden de dedi ki: ‘Asıl kötü durumda olan sizsiniz. İleri sürdüğünüz iddiaların hakikatini Allah pek iyi biliyor ya, o yeter!’” (12/77).
Hazreti Yusuf’un kardeşleri bir peygamber ocağında bulunuyorlardı. Dolayısıyla, din hakkında bilgileri vardı ve inanıyorlardı. O zaman nasıl oldu da Hazreti Yusuf’u kuyuya atmak gibi büyük bir cinayete imza atmışlardı?
Bu sorunun cevabında en önemli hususun, içine düştükleri haset, kıskançlık ve çekememezlik hastalığı olduğu açık ve net bir meseledir.
İnsanoğlu yaratılış itibariyle kerim yaratıldığından dolayı, en büyük zulümleri ve suçları işlerken bile vicdanını rahatlatacak bahanelere ve sebeplere ihtiyaç duyar. Gerçekte olmazsa bile bunları nefis ve Şeytan işbirliği içinde uydurarak bulmaya çalışır ve bulur.
“Eğer çalmışsa zaten daha önce onun kardeşi de çalmıştı” ifadesi o buldukları mazeretlerden birisini ortaya koymaktadır.
Bununla alakalı anlatılan bir rivayete göre, Hazreti Yusuf’un halası O’na olan düşkünlüğünden dolayı, babası Hazreti İshak’tan kalan kuşağı Yusuf’un beline sarmış ve daha sonra çalındığı iddiasıyla Hazreti Yakub’a gelerek kuşağı Hazreti Yusuf’un aldığını iddia etmiştir. Kuşak yapılan aramada Yusuf’un beline sarılmış vaziyette bulununca, o zamanki kanunlara göre çalıntı mal kimin üzerinde çıkmışsa o, hak iddiasında bulunan kişinin hizmetçisi olduğundan Yusuf bir süre halasının yanında kalmak zorunda kalmıştı.
İşte, kardeşleri bu olayı ve ihtimal diğer ürettikleri şeyleri bahane yaparak Hazreti Yusuf’a yaptıkları için vicdanlarını rahatlatma yoluna gitmişlerdir. Aradan geçen o kadar uzun zamana rağmen hala bu iddiada bulunmaları bu meseleye kendilerini ikna ettiklerini de göstermektedir.
Aslında başka bir anneye mensup olma gibi birtakım farklılıklara da bina edilmiş olan haset, kıskançlık ve çekememezliklerini bu bahanelerinin arkasına gizlemişler ve verilen tepkiden de anlaşıldığı üzere, geçen zaman içerisinde bu hasetlerini hala aşamamışlardır:
Kardeşlerin “Zaten daha önce kardeşi de çalmıştı.” ifadeleri, muhtemelen yıllar önceki bu olaya bir göndermedir. Bu söz, onların içindeki haset duygusunun hâlâ canlı olduğunu gösteriyor. Aradan geçen uzun zamana rağmen içlerindeki o güçlü duygu azalmamıştır. Bugün de çağrışımlara dayalı yapılan bir kısım suçlamalara rastlıyoruz. Hiç alâkası olmayan iki şey arasında, sırf zahiri benzerlikten, bir kısım çağrışımlar- dan dolayı irtibat ve iltisak (ilişki/bağ) kuruyor ve olmadık zulümler işliyorlar.
Aynı memleketten olma, aynı soy ismi taşıma, aynı aileye mensup olma gibi hukukta ve ahlakta asla yeri olmayan irtibatlar kuruyorlar. Masum insanları suçluyor, o da yetmezmiş gibi, suçun şahsiliği prensibine aldırmaksızın sağda solda suçlu arıyorlar. Aslında özelde bu sûre, genelde de bütünüyle Kur’ân-ı Hakîm, günümüzdeki hâdiseler nazara alınarak okunsa, insanlık tarihinde değişen çok bir şeyin olmadığı rahatlıkla görülecektir. Evet Hazreti Yusuf, Bünyamin ve kardeşleri arasında geçenler aynıyla olmasa bile misliyle bugün de yaşanmaya devam etmektedir.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi)
Günümüzde yaşanan süreçte de buna benzeyen ne kadar çok şeyler yaşanmaktadır! İktidarın Hizmet insanlarına karşı uyguladıkları ve bırakın İslâm’ı, hiçbir dinde izin verilmeyecek ve evrensel insan hakları ve hukukuna aykırı oldukları çok açık ve net olan bu çok büyük zulümlere Türkiye’de yaşayan Müslümanların ve aynı zamanda insan hakları ve hukukuna saygılı olduklarını iddia edenlerin sessiz kalmalarının ve hatta destek vermelerinin arkasında da buna benzer bahaneleri bulmak mümkündür.
Bazı Risale-i Nur cemaatleri, Risalelerin sadeleştirilmesi ve Hizmet’in kullandığı metot ve yöntemleri bahane ederek bu zulümlere taraftar olmuşlar, bazı Müslüman gruplar benzer bahanelere sığınarak ve toplumdaki bazı kesimler de hala doğruluğu ispatlanmamış ve üstelik geçen zaman içerisinde bunların yalan olduklarına dair birçok deliller ve kanıtlar ortaya çıkmasına rağmen, cemaat üzerine atılan bazı iddialara sığınmışlar, kendilerini bunlara inandırmışlar ve maalesef haset, kıskançlık ve çekememezliklerini böylece perdeleyerek bu zulümlere ortak olmuşlardır.
Türkiye’de çok büyük zulümlerin yaşandığı ifritten süreç on yılı aşmasına rağmen ve yapılan zulümler hiç hız kesmeden ve kadınları, çocukları ve bebekleri de kapsamasına rağmen hala vicdanlar harekete geçmiyor.
Bu yaşananların ne dindarlıkla ne de insanlıkla izahı mümkün olmamasına rağmen, insanlar bütün bunları ya sessiz sessiz izliyor ya da desteklemeye devam ediyorlar.
Bu kadar yapılan zulümler karşısında vicdanlarının dayanabilmesi için, Hizmet ve Hizmet insanları aleyhine ortaya atılan her şeye hemen dört elle sarılıyor ve onlar da hız kesmeden Hizmet ve Hizmet insanlarını karalamaya ve suçlamaya ve bunların propagandasını ve çığırtkanlığını yapmaya devam ediyorlar.
Maalesef, bütün bunların uzun bir zaman boyunca yaşanmaya devam etmesi, İman ve Kur’an hizmetinden ve bütün insanlığın faydasına çalışmaktan başka bir dertleri olmayan Hizmet insanlarına karşı bütün bir toplumda şiddetli bir düşmanlığın beslenip artmasına yol açmıştır. Ve maalesef bu durum, en basit meselelerde bile bir araya gelemeyen toplumdaki yığınların tek ortak hareket ettikleri bir mesele haline gelmiştir.