Sürgünde "Varlığın Yaratılış Gâyesi" (Sallallahu aleyhi ve sellem) ile Tanışan Cesur Yürek: Viktor Hugo...
Viktor Hugolar, Tolstoylar sizi bekliyor…
FİKRET KAPLAN
Viktor Hugo ve Lev Nikolayeviç Tolstoy gibi insanların gönlünde yer etmiş ünlü isimler, ömürleri boyunca yaratılışın gayesini çözmek için iz sürdüler.
Kitapların, filozofların ve bilimin akla açtığı yollarda tükettiler zamanlarını. Akıl ve kalbin med-cezirlerinde bir ‘medet’ ümidiyle dilendi durdular. Ne yazık ki, gayretleri hakikate ulaştıramadı onları...
Uğradıkları her menzilde aradıklarını kendilerine şerh edecek bir ümide rastlayamadılar. Kapılar bir bir kapandı yüzlerine... Ta ki bir vesileyle ‘Varlığın Yaratılış Gâyesi (Sallallahu aleyhi ve sellem) ile tanışana kadar…
Allah’ı Arayan Bir Garip Adam: Lev Nikolayeviç Tolstoy
Tolstoy, hayatın anlamı ve sırrı konusunda zihninde beliren sorulara cevap bulmak için tam yetmiş bir yıllık bir ömür tüketti.
“…Hayatımdaki hiçbir harekete akıllıca bir anlam veremiyordum. Bugün –yarın- hastalık ve ölüm, sevdiğim insanları ve beni yakalayacak ve geriye pis koku ve kurtçuklardan başka bir şey kalmayacak. Başarılarım, nasıl olursa olsun, er geç unutulacak ve ben hayatta olmayacağım. O halde bütün bu çaba niye? İnsanoğlu bunu nasıl göremez ve yaşamaya devam eder, bu şaşılacak bir şey doğrusu!”
Ömrünün son deminde, 1908 yılında, ‘Senin sorularına cevap veremem ama, sana ancak bu kitapla yardım edebilirim!’ diyen birisi, ünlü Rus yazarı Tolstoy’a, Abdullah El-Sühreverdi’nin Hindistan’da basılmış olan ‘Hz. Muhammed’in Hadisleri’ kitabını ulaştırdı. Bu bambaşka bir şeydi; ne felsefe ne de edebiyattı… Tamamen hikmetti. Çok etkilendi Tolstoy. Kitaptaki hadislerden bir risale tertip edecek kadar onlara vuruldu.
‘Muhammed’ adlı bu eserde Rus Yelena Vekilova ile Tolstoy’un mektuplaşmaları da yer almaktadır. Vekilova, bu yazışmalarda, iki oğlunun da babalarının dini olan İslam’a meylettiğini, Rus ve Hıristiyan olarak kendisinin ne yapması gerektiğini soruyordu Tolstoy’a.
Tolstoy:
“Eğer insan, seçme hakkına sahip olsaydı, aklı başında olan her bir insan, şüphe ve tereddüt etmeden Muhammediliği; tek Allah’ı ve onun Peygamberini kabul ederdi…
…O, insanı Allah saymıyor ve kendini de Allah ile bir tutmuyor. Müslümanların Allah’tan başka ilahı yoktur ve Muhammed O’nun peygamberidir. Burada hiçbir muamma ve sır yoktur.” sözleriyle hayranlığını ifade ederek cevap veriyordu.
82 yaşındaki bu yaşlı adam, yeni tanıştığı bu ruhu İstanbul’a gidip daha iyi öğrenmek arzusuyla 1910 yılının Kasım ayında yağışlı bir gecede, yanına küçük kızını da alarak evinden çıktı. Fakat ihtiyarlığın getirdiği sıkıntılar ve hastalık peşini bırakmadı. Yola devam edemedi. 1910 yılında mütevazi bir tren istasyonunda, İstanbul’a hareket etmek üzereyken hayata gözlerini yumdu.
Tolstoy’un arayışları ve hüzünlü öyküsünü bir sonraki bölümde işleyeceğimiz için şimdilik bu kadarını yeterli buluyoruz.
Sürgünde ‘Varlığın Yaratılış Gâyesi (Sallallahu aleyhi ve sellem) ile Tanışan Cesur Yürek: Viktor Hugo
“Ben bile kendimi tanıyamıyorum, kendi kendime yabancıyım. Kim olduğumu ve adımın ne olduğunu yalnızca Allah bilir.” diyerek arayışlarını tarif eden Viktor Hugo Fransa'nın en büyük şair, romancı ve oyun yazarı olarak kabul edilmektedir.
Dünyada en çok tanınmış yazarların başında da gelen Victor Hugo, ilk romanı ‘Notre Dame'ın Kamburu’ ile edebiyat alanındaki başarısını ortaya koydu.
1843 yılında Victor Hugo'nun başından onu çok etkileyen bir olay geçti. Kızının bir kaza sonucu boğularak ölmesi onu hayatın anlamı ve gayesi üzerinde derince düşünmeye sevk etti. İnsanlar niçin yaşardı? Bu hayatın bir gayesi var mıydı? Bu arayış ve ruhi çalkantılar içinde ünlü sanatçı 1851 yılına kadar herhangi bir eser vermedi.
Hugo, 1851 yılındaki hükümet darbesinden sonra sürgüne gitti. Sürgün her zaman zor bir hayattır; fakat Hugo da Dostoyevski, Campanella ve Cervantes gibi devrilip kalmadı orda. Büyük eserlerinden Sefiller’i bu sürgün yıllarında yazdı. Kızının ölümünden sonra 17 yıllık bir ruhi uyanışın bu sürgün hayatında yazıya dökülmesidir Sefiller…
Rehber’imizin kendisini Sefiller romanındaki Jean Valjean'la özleştirmesi boşuna değildir. Amansızca takiplerin, gözaltıların, sorgulamaların ve işkencelerin birbirini takip ettiği Sefiller…
Victor Hugo eşi Adele Foucher'in 1868'de vefat etmesi üzerine düzenlenen cenaze törenine de sürgünde olması sebebiyle katılamadı.
Bu sürgün yıllarında Victor Hugo’nun hayatını tamamen değiştirecek olan başka bir hadise gerçekleşti. O da ‘Varlığın Yaratılış Gâyesi olan Hz. Muhammed ile (Sallallahu aleyhi ve sellem) tanışmasıydı. Hayatı yeniden bir anlam kazanmıştı adeta.
1855 yılında sürgündeyken yazmaya başladığı ve hala Fransa'nın gerçek anlamdaki tek destanı olarak kabul edilen "La Légende des Siécles" (Yüzyılların Efsanesi) adlı eserinde ‘Mahomet’ başlıklı şiirle Hugo duygularını dile getirdi. Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) büyüklüğünü, karakter ve vasıflarını, veda hutbesini, Azrail’in müsaade isteyerek Efendimiz’in yanına girmesini ve Allah’ın onu istediğini tebliğ ettikten sonra ruhunu kabzetmesini heyecanlı ve tesirli bir lisanla anlattı.
Fakat, Tolstoy’un ‘Muhammed’ adlı kitabı nasıl saklanmış ve basılması engellenmişse, 1859 yılında Brüksel’de basılan "La Légende des Siécles" (Yüzyılların Efsanesi) adlı eserin ilk baskısında bulunan ‘Mahomet’ adlı şiir yine halkın etkilenebileceği korkusuyla sonraki baskılarda kaldırıldı. Ancak Hugo’nun ölümünden yüz yıl kadar sonra 1985 yılında Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi tarafından tekrar yayımlandı.
İşte Viktor Vugo’nun duygularını dile getirdiği eşsiz şiiri:
Mahommet (Muhammed sav)
Vazifesinin yakın olduğu içine doğmuştu
Metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyordu
Yolda gördüğü kimselerle selamlaşıyordu
Her gün sanki biraz daha yaşlanıyordu
Oysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalında
Durup su içen develeri izliyordu arada sırada
Böylece, deve güttüğü zamanları hatırlıyordu.
Sanki Cenneti görmüş, İlahi Aşkı bulmuştu
Sanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştu
Alnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdi
Kaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindi
Boynu, gümüş bir testinin boğazıydı sanki.
Tufanın sırlarını bilen Nuh'un havası vardı.
Ona danışmaya gelenlere, adil davranırdı
Kimi itiraf eder, kimi güler ve inkâr ederdi
Sessizce dinler, en son konuşurdu kendisi
Ağzından dua ve zikir hiç eksik olmazdı
Çok az yer, karnının üzerine taş koyardı.
Boş durmaz, koyunlarını sağıp oyalanırdı
Oturur yere, elbiselerini kendi yapardı
Artık genç değildi, eski gücü de kalmamıştı
Yine de, herkesten daha fazla oruç tutardı
Altmış üç yaşında, bir ateş sardı vücudunu
Kutsal Kitap Kur'an'ı bir kez daha okudu
Sonra, sancağı, Said'in oğluna teslim etti.
Onlara: "Artık aranızdan ayrılma vakti geldi
Allah birdir, hep onun yolunda savaş" dedi.
Mahzundu, bakışlarında, yurdundan zoraki
Sürülen yaşlı bir kartalın hüznü vardı sanki
Yine, her günkü vaktinde mescide geldi,
Ali'ye tabi olanlar da arkasından geliyordu
Ve kutsal sancak rüzgarda dalgalanıyordu.
Benzi soluktu, döndü ve kalabalığa seslendi
"Ey insanlar, ömür bitiyor, hayat gelip geçici
Biz, karanlıkta birer zerreyiz, yüce olan O'dur
Ey insanlar, O'ndan başka rehberim yoktur
Onsuz bir değerim olmazdı."
Bir zat O’na : "Ey müminlerin gerçek Sultanı!
Seni dinler dinlemez, herkes inandı sözüne
Sen doğduğunda, bir yıldız doğdu gökyüzüne
Kisra Sarayının üç kulesi birden devrildi" dedi.
O da: "Melekler ölümümü müzakere etti;
Vakit tamam, dinleyin! Eğer herhangi birinize
Bir kötülük yaptıysam, çıksın herkesin önünde
Ben ölmeden, gelsin hakkını alsın şimdi;
Kime vurmuşsam, o da bana vursun" dedi.
Ve uzattı usulca asasını oradan geçenlere.
Yaşlı bir kadın, bir koyunu kırpıyordu eşikte
Ona: "Tanrı yardımcın olsun!" diye seslendi.
Bakışlarında bir hüzün vardı, oldukça bitkindi
Dalgındı; birden, şöyle dedi: "Herkes duysun!
Allah benim adımı andı! Bundan emin olun
Topraktan insan, nurdan bir peygamberim
İsa'nın getirdiği dini tamamlamaya geldim.
Ashabım, ben sabır taşıyım, İsa tatlı dilliydi.
Zira her şafak, doğacak güneşin müjdecisi
İsa benden önce, ama ne Tanrıdır ne de oğlu
O, gülü koklayan Bakire Meryem'den doğdu.
Unutmayın, ben de etten kemikten bir faniyim
Kuruyan bir balçıktan başka bir şey değilim;
Şu dünyada başıma gelmeyen şey kalmadı;
Çektiğim çilelere, yol olsa, dayanmazdı
Baskı ve işkenceden, şu bedenim çok çekti;
Ve eğer işlediğimiz her bir günahın bedeli
Korkunç bir haşere olsaydı, o karanlık mezarı
Bize dar eder, cehenneme çevirirdi orayı.
Tekrar tekrar bedenlenir cehennem ehli
Ve kurtlar yeniden kemirir tüm bedenlerini
Böylece, defalarca tükenir ve yeniden dirilir
Cezalarını çekince de, yeniden huzura erişir.
Ben, kutsal savaşların mütevazı meydanıyım
Bazen bir efendi bazen de bir köle gibiyim
Kelamım, tıpkı çöldeki kum ve kuyular gibidir
Bir sözüm korkutuyorsa, bir diğeri müjdecidir;
Ey inananlar! Çektiklerimi görüyorsunuz işte!
Karşıma alıp, insanı aldatıp yeniden delalete
Sürüklemek isteyen o dehşet saçan iblisleri
Engellemeye çalıştım, bağladım o pis ellerini
Çoğu zaman, Yakup gibi, karanlıklar içinde
Çarpıştım durdum, görmediğim kimselerle;
Fakat insanlar beni özellikle öldürmek istedi
Bana karşı sürekli kin ve kıskançlık besledi
Ben ise, asla, Hak davamdan vazgeçmedim
Onlarla savaştım, ama kimseden incinmedim
Savaş boyunca: "Bırakın yapsınlar!" diyordum
Kanlar içinde tek yaralı ben olayım istiyordum
Varsın hepsi vursun bana, zaten durmazlar ki
Zira sağ ellerine Ayı, sol ellerine Güneşi
Versem de, düşmanlarım vazgeçmezdi asla
Yine de saldırırlardı bana şu çileli yolculukta
Fakat ne olursa olsun geri adım atmadım
Zira bu kutsal dava uğruna tam kırk yıl savaştım
İşte, böyle geçen bir ömrü nihayet tamamladım
Şimdi Allah'a gidiyorum, dünyayı geride bıraktım.
Greklerin Hermès'i, Yahudilerin de Lévi' yi
Desteklediği gibi siz de hiç bırakmadınız beni
Çektiğiniz bu sıkıntılar, mutlaka son bulacak
Bu soğuk, ıssız geceye elbet Güneş doğacak
Müminler, asla ümidinizi kesmeyin O'ndan
Zira Kronnega dağlarını aslan yuvası yapan,
Denizleri incilerle, karanlıkları da yıldızlarla
Donatan Allah, elbet sizleri de koymaz darda.
Sonra: "O'na inanıp teslim olun " diye ekledi
İnanmayan, ancak, inkâr da etmeyenlerin yeri
Cennet ile cehennemi ayıran duvarın üzeri
Kararmıştır kalpleri, günah işlemek tek işleri;
Hiç kimse tamamen günahsız değildir belki
Ama çabalayın ki, Allah cezalandırmasın sizi
Namaz kılın, bütün azalarınız değsin yere
Zira o dayanılmaz cehennem ateşi, sadece
O'nun için yere kapanmayan bedenleri yakar
O, kapkaranlık dünyayı, masmavi gökle açar;
Misafiri sevin, dürüst olun, adaletle hükmedin
Yüce katında türlü türlü nimetler var sizin için
Yedi göğü geçmek için altın eğerli atlar,
Ve yıldırımları geride bırakan hızlı arabalar
Huriler, tertemiz, hep ter ü taze ve neşeli
İncilerden yapılmış köşklerde oturur her biri
Cehennem ateş ehlini bekler, vay hallerine!
Ateşten ayakkabıları olacak ve giydiklerinde,
Sıcaklıkları kazan gibi beyinlerini kaynatacak
Cennet ehli ise, pek neşeli ve gururlu olacak."
Biraz durdu, hep ümitli olmalarını öğütledi
Sonra, ağır adımlarla yürümeye devam etti
Ardından : "Ey insanlar! Size sesleniyorum
Vakit saat doldu, ebedi bir âleme gidiyorum
Belki bu sizinle son görüşmemiz, acele edin
Beni tanıyan herkes gelip son kez dinlesin
Bir hatam olduysa, yüzüme söylesin" dedi.
Kalabalık sessizce sağa sola açılıp yol verdi
Gitti ve Ebufleya Kuyusunda sakalını yıkadı
Biri ondan üç drahmi istedi, çıkardı verdi
"Şimdi, mezara bırakmaktan daha iyi" dedi.
Herkesin, bir güvercininki gibi ışıl ışıldı gözleri
Bakıp, kendilerini hep kollayan o yüce insana,
Ağlıyordu halk; evine kadar eşlik ettiler ona
Birçoğu gözünü bile kırpmadan orada bekledi
Bütün geceyi dışarıda taşların üzerinde geçirdi
Ve ertesi sabah, günün ağardığını fark edince
"Ben artık kalkamıyorum, dedi, Ebubekir'e
Kitap'ı alıp yanına, sen kıldıracaksın namazı."
Eşi Aişe de o sırada cemaatin arkasındaydı
Ebubekir okuyor, Muhammed ise dinliyordu
Nihayet, okuduğu ayetleri usulca bitiriyordu
O, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyordu
Ve, Ölüm Meleği çıka geldi akşama doğru
"İçeri girebilir miyim" diye müsaade istedi
"Gelsin" dedi. Dünyaya açtığı o ilk günkü gibi
Yine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri,
Ve, Melek O’na : "Allah seni bekliyor" dedi
Memnuniyetle, dedi. Şakakları şöyle bir titredi
Bir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti.
Victor Hugo’nun vasiyetinde belirttiği şu sözleri ise üzerinde düşünmeye değer:
“Fakirlere 50 bin frank bırakıyorum. Mezarlığa, yoksullara ayrılmış araba ile götürülmemi istiyorum. Herkesin benim için dua etmesini istiyorum. Hangi mezhebin kilisesi olursa olsun, hiçbir dini merasim yapılmasını istemiyorum, Allah’a inanıyorum!”
Evet, O Sultanü’l Enbiya (Sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün mutlaka hakiki manasıyla kalplere girecek; herkesin mahbubu ve sevgilisi olacaktır. O’nun sinelere nakşedilmesi adına neler yapılsa, neler ortaya konulsa yine de yeterli olmaz.
Zira dünyada kim bilir daha nice Viktor Hugolar ve Tolstoylar bu mahbubu, bu sevgiliyi arıyor…
Gelecek bölüm: Tolstoy’un arayışları ve bir tren istasyonunda biten hazin öyküsü…