Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kendisini eleştiren gazetecilere ve müttefiği Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) haricindeki muhalefet partilerinin milletvekillerine "virüs" dedi. Erdoğan'ın "virüs" benzetmesinin yeni gözaltı ve tutuklamaların işaret fişeği olabileceğini belirten T24 yazarı Mehmet Y. Yılmaz endişesini şu soruyla dile getirdi: "Bunu sordum diye acaba şimdi ben de 'virüs gibi yok edilecekler' kervanına dahil olur muyum?"
Muhalefete "virüs" demek, hayra alamet değil
Ülkesinde muhalefeti ve işini yapan gazetecileri "virüs" diye tanımlayan bir yönetici, demokratik bir ülkenin yöneticisi olabilir mi?
Akıllı telefonunda, internet üzerinden bireysel ya da toplu mesajlaşmaya olanak veren bir uygulaması olmayan kaç kişi kalmıştır acaba?
Benim bildiğim iki kişi var, annem ve Hıncal Abi. (Uluç)
Kendimi dünyanın merkezi zannetmiyorum ama benim çevremde böyleyse, en uçtaki örnek bilemedin beş kişiyi sayabilir, hadi on olsun.
Herkes böyle en az üç – dört grubun üyesi ve gruba bir kere dahil edildiğinizde de çıkmanız genellikle çok ayıp karşılanıyor; kırgınlıklara bile yol açabiliyor.
Memleketimizde 50 milyondan fazla akıllı telefon kullanıcısı var, belki daha da fazladır, benim internetten bulabildiğim sayı bu. Buradan hesaplamaya çalışın isterseniz, ülkemizde kaç tane WhatsApp ya da benzeri sosyal medya grubu var? Milyonu geçiyor olmalı.
Ve bir mesaj dolanıp duruyor: Devlet, bu gruplarda neler paylaşıldığını artık görebilecek, onun için eski grupları kapatıp, grupları yeniden kurun!
Bunun ne kadar uygulanabilir bir konu olduğunu Füsun Sarp Nebil, 11 Nisan günü T24’teki yazısında açıkladı. Okumadıysanız, buradan ulaşabilirsiniz.
Ben konunun dedikodu kısmıyla ilgiliyim.
Gerçi çok dedikodu da sayılmaz çünkü torba yasanın içine atılan bazı maddeler ile sosyal medya servislerine sahip olan şirketlere yönelik bazı yaptırımlar da var.
Şu anda Türkiye’deki rejimin, sosyal medya hesaplarının içinde cirit atmak gibi bir hayali olduğuna kuşkumuz yok zaten.
Onun için yapamıyor olsalar bile bu hesaplara girip, muhalifleri tek tek avlayacaklarmış gibi bir havanın yaratılmış olmasına da farkındaysanız itirazları yok.
Bu konularda söz söyleyebilecek hiçbir yetkili çıkıp da "Bu da nereden çıkıyor kardeşim, bir demokraside bunu bize nasıl yakıştırırsınız, ayıptır yahu" demiyor.
Hatta sessiz kalıp, bu durumu kabullenmek gibi bir tavır içinde olmaktan rahatsızlık da duymuyorlar.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, muhalefete ve kendisin eleştiren gazetecilere "virüs" dedi.
Memleketin ezici çoğunluğu telefonlarının dinlendiğine, mesajlarının takip edilebildiğine inanıyor ve ülkeyi yönetenler bundan hiç rahatsız olmuyor.
* * *
Otoriter rejimleri ayakta tutan en önemli unsur, suskunluk kültürüdür.
İnsanların, başlarına gelen her şeyi olduğu şekilde ve seslerini çıkarmadan kabullenmelerini sağlayacak araç da korkudur.
Korku – suskunluk kültürünü destekleyen önemli bir unsur, devletin güvenlik güçlerinin elinin nerelere kadar uzanabileceğin ilişkin olarak toplumda yayılan ve çoğu zaman yetkili kişiler tarafından da abartılan dedikodulardır.
Ülkemizde bununla yetinilmiyor tabii.
Sadece son günlerde yaşadıklarımız bile kendi başına demokrasinin geleceği açısından büyük tehdit.
YÖK Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikle, üniversitede kalabilmiş muhalif üniversite hocalarının kamu görevinden çıkarılabilmelerinin yolu açılıyor mesela.
Koronavirüs de bahane edilerek cezaevlerindeki kalabalığı azaltmak için katiller, hırsızlar bırakılıyor, haklarında iddianame bile yazılmamış gazeteciler, insan hakları savunucuları tutuklu olarak cezaevinde kalmaya devam ediyorlar.
Ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bakın önceki günkü kabine toplantısında ne dedi: "Bir dönem kendilerini ülkenin tek sahibi sanan, hâlâ da aynı kibirli tavırla hareket eden bu hastalıklı zihniyet sahiplerine diyorum ki; düşün artık milletin yakasından. Her darbenin, her vesayetin arkasında siz vardınız, her kaosun, her kargaşanın arkasında siz vardınız.
Milletin değerlerine, mukaddesatına, onuruna yapılan her saldırının tetikçisi sizdiniz. Yıllardır yaptığınız işin adı gazetecilik değil şeamet tellallığıdır. Ama artık bu devir sona erdi. Ülkemiz sadece Koronavirüsten değil aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden de inşallah kurtulacaktır."
Cumhurbaşkanı farkındaysanız, somut bir kişiden ya da gruptan söz etmiyor.
Muğlak ifadelerden onu siz çıkaracaksınız.
Bunlar gününe göre de değişebilir tabii.
O gün için kimin söylediğinden-tutumundan hoşlanmıyorsa, o Erdoğan için "hastalıklı zihniyet sahibi" olabiliyor.
Ülkesinde muhalefeti ve işini yapan gazetecileri "virüs" diye tanımlayan bir yönetici, demokratik bir ülkenin yöneticisi olabilir mi?
Muhalefetin ve özgür basının olmadığı, virüs gibi görülüp, yok edildiği rejim, nasıl bir rejimdir?
Bunu sordum diye acaba şimdi ben de "virüs gibi yok edilecekler" kervanına dahil olur muyum?