Yazının başlığını “şımarıklık” koymuştum... Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasete ve siyasetçiye bakışını, yakın zamana kadar, ancak ve sadece bu sözcük tanımlayabilirdi.
Hadi “cuntalar” diye daraltalım...
Cuntalar, yakın zamana kadar, “şımarıklık” diyebileceğimiz bir tutumla, hem “varlıklarının” kabulünü sağladılar, hem de siyaset üzerinde amansız bir vesayet rejimi kurdular.
Bunu da, ellerindeki silahla, silahın verdiği masuniyetle sağladılar.
Lafı nereye getireceğim?
Özden Örnek’in darbe günlüklerinden söz ediyordum... İşin en önemli kısmını atlamışım.
Paşa, günlüklerinde, sadece Sarıkız ve Ayışığı darbe girişimlerini faş etmiyor, 28 Şubat’ı hayırlısıyla tamamlamış askerin haleti ruhiyesine ilişkin önemli bilgiler de sunuyor.
Günlükleri okuduğumuzda, “Demek ki, direkten döne döne yaşamışız” duygusuna kapılıyoruz...
Ürküyoruz...
Biricik vasfı silah taşımak olan birtakım generaller, oturmuşlar, “Ne yaparız da halkın seçtiği parlamentoyu iskat ederiz” diye, “şımarıkça” hesaplar yapıyorlar.
Bu “hesap” çerçevesinde birtakım siyasilerle, birtakım gazetecilerle, birtakım sivil toplum örgütleriyle müzakereler/pazarlıklar yürütüyorlar.
Bunu da, kendileri açısından “doğal hak” sayıyorlar...
Özden Örnek’in, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na atandıktan sonra yazdıkları, bana önemli bir “kırılma”yı hatırlattı...
Komutanlık, aynı zamanda, bir başka “vazife” için “fırsat” anlamına geliyor. Artık ve sadece komutanlık yapılmayacak, o doğal vazife için de mesai harcanacak. Nitekim, kuvvet komutanlığı dönemine ilişkin günlükler, hep şu sözlerle başlıyor: “Bugün de yoğun görüşmelerle geçti...”
Peki, bu “yoğun görüşmeler”de ne var?
Dahası, bu yoğun görüşmeler kimlerle ve hangi siyasi figürlerle yapılıyor?
Hemen söyleyelim: Bu yoğun görüşmeler, o doğal vazifenin yerine getirilmesi amacına dönük olarak yapılıyor.
Partnerler arasında da, birçoğunu basın ve siyaset dünyasından tanıdığınız isimler bulunuyor: Tuncay Özkan’ından Onur Öymen’ine, Rıfat Hisarcıklıoğlu’ndan Aydın Doğan’ına, Mustafa Balbay’ından Mustafa Özkan’ına, Rahmi Koç’undan İsmail Amasyalı’sına, Can Ataklı’sından Fikret Bila’sına, Kemal Yavuz’undan Mümtaz Soysal’ına, Kemal Anadol’undan Sinan Aygün’üne...
En ilginç görüşmeci, 28 Şubat sürecinde de yararlı çalışmaları bulunan eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı.
Karadayı’yla görüşmelerini şu sözlerle anlatıyor Özden Örnek: “Akşam tam çıkarken Genelkurmay eski başkanlarından Karadayı aradı. Bana hem nasihat, hem de mesaj verdi. (....) Hatta laf arasında, ‘hükümet sizi dinlemiyorsa, tekmeyi vurursunuz gider’ dedi. Söylediklerinde gerçek payı var...”
Karadayı’ya “Vurursunuz tekmeyi, gider” dedirten haleti ruhiye nedir?
Bunu, biraz yukarıda, “şımarıklık” olarak nitelemiştim ama şımarıklığın da ötesinde bir psikolojiye işaret ediyor... Daha doğrusu, tedavisi zor bir patolojiye...
Karadayı’nın ismi, şu sıra, “sorguya çekilecekler” arasında geçiyor.
Kamuoyu 28 Şubat’ı Çevik Bir’le Erol Özkasnak’a fatura ediyor ama Karadayı gibi akıl hocalarının varlığını çoğunlukla göz ardı ediyor.
Bu cümleden olarak, “Vurursunuz tekmeyi, gider” demiş, diyebilmiş birinin soruşturmadan muaf tutulması, pek de hakkaniyete uygun olmayacaktır...