"İşte Hz. Davud Aleyhisselam'a peygamberlikle beraber yeryüzünün halifeliği, müstesna bir surette ona verdiğinden; o geniş peygamberlik ve muazzam saltanata lâyık bir mucize olarak o kabiliyet ÇEKİRDEĞİNİ öyle inkişaf ettirmiş ki, çok büyük dağlar, birer nefer, bir şakirt (talebe), birer mürid gibi Hz. Davud Aleyhisselam iktida edip (uyup) Hz. Davud’un lisaniyle ve emriyle Cenab-ı Hakka TESBÎHAT ediyorlardı…” (Yirminci Söz)"
Abdullah Aymaz | samanyoluhaber.com
Ya Fazıl! Ya Müfazzıl! Ya Müfzıl! Ya Kadime'l Fazl!...
“Biz (Azîmüşşan), Andolsun ki, Davud’a ve Süleyman’a İLİM verdik. Onlar da ‘Bizi mümin kullarının çoğuna faziletli, üstün kılan (Fâzıl, Müfazzıl, Müfzıl ve Kadîme’l-Fazl olan) Allah’a HAMDOLSUN’ dediler.” (Neml Suresi, 27/15)
“Verdik” fiilinin başındaki ‘Lekad’ kelimesi muhakkak, şüphesiz mânasına geldiği gibi burada yemin mânâsına da gelir. Bu hususta Bakara Suresinde “Allah, Davud’a hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği İLİMLERDEN ona öğretti.” (2/251) buyuruluyor. Bunun üzerine onlar Allah’a verdiği fazl, fazilet ve üstünlük nimetine hamdettiler. Yani kendilerine verilen, mülk, saltanat ve hükümdarlık için değil de sırf fazl için şükrettiler.
“Süleyman Davud’a vâris oldu.” (Neml Suresi, 16) Bu varislik elbette peygamberlik ve hükümdarlıkla ilgiliydi. Davud Aleyhisselamın 19 oğlu vardı. Bu VERASET Süleyman Aleyhisselama nasip oldu…
Cenab-ı Hak Davud Aleyhisselama “Yâ Davud! Biz seni yeryüzünde Halife yaptık. O halde insanlar arasında HAK ve ADÂLET ile hükmet. Hevâ ve hevese uyma.” (Sâd Suresi, 38/26) diye ikazda bulunuyor.
Ayrıca: “Biz Davud’a hikmet, peygamberlik, isabetli karar verme ve merâmını güzelce ifade etme kabiliyeti verdik” (Sad Suresi, 38/20) ve “Ayrıca demiri yumuşattık (demiri şekillendirme gücünü verdik)” (Sebe Suresi, 34/10) buyuruluyor.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu hususu şöyle izah ediyor: “Davud Aleyhisselam'a verilen demiri hamur gibi yumuşatmak ve Süleyman Aleyhisselam'a verilen bakırı eritmek ve madenleri bulmak, çıkarmak; bütün maddî sanayi-i beşeriyenin aslı ve anasıdır, esası ve mâdenidir. İşte şu âyet işaret ediyor ki: ‘Büyük bir Resule, büyük bir halife-i zemine, büyük bir mucize suretinde, büyük bir nimet olarak demiri yumuşatmak ve tel gibi inceltmek ve bakırı eritmekle ekser umumî sanayiye vesile olmaktır.’ Madem bir Peygambere, hem Halife, yani hem mânevi hem maddî bir hâkime (bir hükümdara), lisanına hikmet ve eline sanat vermiş, Lisanındaki hikmete açıkça teşvik eder. Elbette elindeki sanata dahi terğib (rağbet, teşvik) işareti var. Cenab-ı Hak, şu âyetin işaret diliyle mânen diyor ki: ‘Ey Âdem oğulları! Dini emirlerime itaat eden bir kulumun diline ve kalbine öyle bir HİKMET verdim ki, herşeyi apaçık şekilde ayırıp halletme hakikatını göstersin. Eline de öyle bir sanat verdim ki, elinde bal mumum gibi demiri her şekle çevirsin. Halifelik ve hükümdarlığına mühim kuvvet elde etsin. Madem bu mümkündür, veriliyor, hem ehemmiyetlidir, hem ictimaî hayatınızda ona çok muhtaçsınız. Siz de tekvînî (Allah’ın koyduğu ve teknik ve teknoloji ve vesile olan fizik-kimya-biyolojiye ait yaratılış) kanunlarına ve emirlerime itaat etseniz, o hikmet ve o sanat, size de verilebilir. Zaman geçmesi (ilim ve fennin gelişmesi) ile yetişir ve yanaşabilirsiniz.
“İşte insanlığın sanat cihetinde en ileri gitmesi ve maddi kuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi, demiri hamur gibi yumuşatmak ve bakırı eritip kullanışa hazır hale getirmekle mümkün… Şu âyetler, bütün insanların nazarını şu hakikate çeviriyor ve şu hakikatin ne kadar ehemmiyetli olduğunu takdir etmeyen eski zaman insanlarına ve şimdiki tenbellerine şiddetle ihtar ediyor.
“Hem meselâ: Hz. Davud Aleyhisselamın mucizelerine dair ‘Ey insanlar, bize KUŞLARIN DİLİ öğretildi.’ dedi. (27/16) ve ‘Ey dağlar! Ey kuşlar! Onunla beraber tesbih edin, şevke gelip Allah’ın yüceliğini, terennüm edin.’ dedik.” (Sebe Suresi, 34/10) âyetleri delâlet ediyor ki: Cenab-ı Hak, Hz. Davud Aleyhisselam'ın TESBÎHATINA öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir edâ vermiştir ki, dağları vecde getirip bir muazzam fonoğraf misilli ve birer insan gibi serzâkirin (zikir meclisini idare eden baş zikircinin) etrafında halka tutup bir daire olarak TESBÎHAT ediyorlardı. Acaba bu mümkün müdür, hakikat mıdır? Evet hakikattir. Mağaralı her dağ, her insanla ve insanın diliyle papağan gibi konuşabilir. Çünkü, aks-i sadâ (yankı) vasıtasıyla dağın önünde sen ‘Elhamdülillah’ de. Dağ da aynen senin gibi o da ‘Elhamdülillah’ diyecek. Madem bu kabiliyeti, Cenab-ı Hak dağlara ihsan etmiştir; elbette o kabiliyet inkişaf ettirilebilir ve o çekirdek sümbüllenir.
“İşte Hz. Davud Aleyhisselam'a peygamberlikle beraber yeryüzünün halifeliği, müstesna bir surette ona verdiğinden; o geniş peygamberlik ve muazzam saltanata lâyık bir mucize olarak o kabiliyet ÇEKİRDEĞİNİ öyle inkişaf ettirmiş ki, çok büyük dağlar, birer nefer, bir şakirt (talebe), birer mürid gibi Hz. Davud Aleyhisselam iktida edip (uyup) Hz. Davud’un lisaniyle ve emriyle Cenab-ı Hakka TESBÎHAT ediyorlardı…” (Yirminci Söz)
Hz. Davud ve Hz. Süleyman konusuna devam edelim inşaallah…