''Hangi sebeple olursa olsun, yalancı cennetlerine engel olunacak düşüncesi ve korkusuyla, bu hizmetin varlığından rahatsız olan bir zihniyet; yaşlı, kadın, çocuk, hasta, suçlu-suçsuz ayırmadan insanları, ecdatlarının kanı üzere kurulmuş kendi ülkelerinde yaşam hakkından mahrum ederek, karı-kocayı birbirinden, şefkat ve bakıma en muhtaç oldukları bir yaşta yavrularını, anne-babalarından ayırmışlardır. ''
Bir ömür boyu kendini iman ve Kur’an hizmetine adayan, kışta bahar tohumlarını atıp, ‘ben kışta geldim, siz bahar-âsâ bir mevsimde geleceksiniz.’ mesajlarıyla ümit vadeden Hz.Üstad(ra);
"Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var” dır, gerçeğini ifade etmektedir. (18.Söz)
Hz.Yakub’un (as) oğulları, Yusuf’u (as) kıskanıp kuyuya attıktan sonra ağlayarak, ‘Güzel babamız! bize inanmayacaksın ama Yusuf’u kurt yemiş!’ dediklerinde; Hz.Yakup, ‘artık bana düşen ümitvar olarak güzelce sabretmektir.’ Buyurmuştu. (Geniş mâlumat için Yusuf suresine bakılabilir.)
‘Fe sabrun cemil’, feryatsız, şikayetsiz, soğukkanlı ve mütevekkil bir şekilde bela ve musibetleri karşılamak, ye’se düşmeden sebeplere tevessül edip yardımı sadece Allah’tan beklemek demektir. Bir peygamber olarak Hz.Yakup (as) da, kendine düşeni yapmış; “sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a arz ediyorum. Hem sizin bilemediğiniz birçok şeyi Allah tarafından vahiy yolu ile biliyorum.” (Yusuf suresi, 86) ayetinde ifade edildiği gibi halini Allah’a arz etmiştir.
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de Bakara suresi 216. ayette; “...Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur. Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Buyurmaktadır.
Olup biten hadiseler karşısında, Allah’ın icraatına müdahale etmeye yetkimiz olmadığı gibi, O’ndan daha şefkatli olmaya da hakkımız yoktur. Yeter ki esbabda kusur etmiş olmayalım.
Yeryüzünde nice insanlar, hâlâ Allah’ı inkar ediyorlar, hakarette bulunuyorlar. Buna rağmen Cenab-ı Hak, onların başına hemen bela ve musibet vermiyor, rızklarını kesmiyor. Dünyada rahat yaşama fırsat ve imkanı veriyor. Biz arzu ediyoruz ki, zulmeden zalimlerin başına hemen taş yağsın, Allah ellerindeki imkanları alsın.
Allah (cc) Adil-i mutlaktır. Zerre kadar hayır ve şerri zayi etmemekte, emr-i İlahi ile Kiramen Katîbîn olan melekler, gözle görünmeyen kalem ve kameralarla kayda almaktadırlar. Allah imhal eder, mehil verir ama, ihmal etmez. Cezalandırmada Allah acele etmez. ‘Belki vazgeçer, tövbe eder, aklı başına gelir, zulmünün, hatalarının farkına varır’ diye mehil verir ama, neticede öyle bir yakalar ki, artık iflah etmez.
Ra’d suresi 34. ayette; “Onlara dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabı ise daha çok çetindir. Onları Allah’ın elinden kurtaracak kimse de yoktur.”
Yine Ra’d suresi 42. ayette; “Kendilerinden önce geçenler de (Peygamberlerine- inananlara) tuzaklar kurdular. Fakat bütün tuzaklar Allah’ındır (Allah’ın tedbiri, onların tuzaklarını boşa çıkarır). O, her insanın ne işlediğini pek iyi bilir. Yarın kâfirler de, bu dünyanın sonunun kimin olduğunu anlayacaklardır.” Buyurulmaktadır.
İbrahim suresi 3. ayette ise şöyle bir ikaz vardır: “Vay onlara ki, âhirete inanmalarına rağmen, bile bile dünyayı âhirete tercih ederler. İnsanları Allah yolundan çevirir de o yolu eğri büğrü göstermek isterler. İşte onlar haktan, doğru yoldan çok uzak bir sapıklık içindedirler.”
Bugün, helaket ve felaketlerin ruhları sardığı, büyük çoğunluk itibariyle kimlik yanılmasıyla insanların yalan, iftira ve isnadlarla yanıltıldığı, iman ve ahlâkın tahrip edilip dinin temeline dinamit konduğu bir dönem yaşanmaktadır. Buna rağmen budanan ağacın bakımı iyi yapıldığı takdirde, mükemmel meyve verdiği de muhakkaktır.
Başta Hoca Efendi olmak üzere bütün hizmet gönüllüleri, gayr-ı meşru bütün dünya lezzetlerini terk ederek, kalbi ölmüş, ruhu sönmüş bir milletin yeniden ihyası için büyük fedakarlıklarda bulunmuşlardır.
Bir milletin uzun ömürlü olması, memleket ve milletin dünya kamuoyunda itibarının yükselmesi, eğitim yoluyla gelecek nesl-i cedidin kafasının aydınlatılmasına, kalbinin iman ve ahlakla donatılmasına bağlıdır.
Bu itibarla, tarihte olduğu gibi büyük fedakârlıklarda bulunan Anadolu insanı, nesl-i cedidin yetiştirilmesi mevzunda, gece gündüz koşturarak, küfür ve dalâlet yangınında yanmakta olan neslin; ‘Yok mu elimizden tutup bizi kurtaracak?’ feryatlarına karşı kulak vermiş, gözyaşları dökmüş, maddi-manevi imkanlarını seferber ederek, tatlı dil güler yüzleriyle dünya barışına katkıda bulunmaya çalışmış ve çalışmaktadırlar.
Dinin ruhuna aykırı, nesli ifsât edecek düşünce ve fikirlerin kapısının aralandığı bir dönemde bu kahraman eğitim gönüllüleri; son derece samimi, hasbî, fedakâr, inandığı, hak bildiği davasını hiçbir şeye alet etmeden, evvela ülkenin her bir köşesinde, sonra da bütün dünya kamuoyunda açtıkları eğitim kurumlarıyla, sevgiyle, şefkâtle insanlığın gönlünü kazanmaya ve ahiretlerini mamur etmeye çalışmışlardır.
Böylesine kahramanca ve fedakârca hizmet veren bu insanlar, renk, dil, din ayırmadan, insan olan herkese kendi konumu içinde değer vermiş; kavga, kin ve nefret yerine anlaşmayı, uzlaşmayı, müşterek noktalarda buluşmayı, sevgi, şefkat ve merhamet duygularını geliştirerek yardımlaşmayı esas almışlardır.
Ele geçirdikleri kuvveti kullanarak, milleti korkutup insanları baskı altına alıp ortalığı katıp karıştırmak, fitne ve fesat çıkarmak suretiyle, başta aile olmak üzere millet fertlerini birbirine düşürüp düşman haline getirerek değil; sevgiyle, aşk ve şevkle, kavl-i leyyin, tatlı dil ve güleryüzle, medenice, ikna yolunu kullanarak insanların ruhlarına girmeye çalışmışlar ve yaratılış gaye ve çizgisinde sulh-u umumiyi esas alarak hizmetlerini yapmışlardır.
Böylesine zor şartlar altında büyük fedakârlıklarla, dünyanın her yerine eğitim yoluyla insanlığın en muhtaç olduğu hizmeti götüren, boğaz tokluğuna çalışıp, hizmeti hiçbir şeye alet etmeyen, gece gündüz dünyayı barıştırma adına koşturan bu yiğitler, bu dünyada hepimizin misafir olduğunu ve mülkün gerçek sahibinin Allah olduğuna dikkatleri çekmişlerdir.
Bu halis, muhlis kahramanların mevcudiyetinden rahatsız olan yarasalar(!), menfaatlerinin ve çıkarlarının gereği olarak, geçici şan ve şöhretlerinin korunması adına, onların yolunu kesme ve engel olmaya çalışmış ve çalışmaktadırlar.
Hizmet gönüllülerinin ülkemizde ve dünyanın hiçbir yerinde illegal işleri olmamış, bulundukları bütün ülkelerde devletin ve halkın desteklerini alarak; kanunlara, mevzuata ve hukuka uygun bir şekilde hizmetlerini legal olarak yapmışlardır.
Hangi sebeple olursa olsun, yalancı cennetlerine engel olunacak düşüncesi ve korkusuyla, bu hizmetin varlığından rahatsız olan bir zihniyet; yaşlı, kadın, çocuk, hasta, suçlu-suçsuz ayırmadan insanları, ecdatlarının kanı üzere kurulmuş kendi ülkelerinde yaşam hakkından mahrum ederek, karı-kocayı birbirinden, şefkat ve bakıma en muhtaç oldukları bir yaşta yavrularını, anne-babalarından ayırmışlardır.
Yakın tarihte böylesi hiç görülmeyen bir zulümle, yuvaları parçalayıp masum insanlara verilen sıkıntıların yanında; memlekete ve millete en faydalı olacakları bir dönemde, geniş çapta zorunlu bir beyin göçüne sebep olmuş ve olmaktadırlar.
Evet zahiren acı, üzücü, dünya hayatı adına ciddi bir mahrumiyet ve mağduriyet olan bu göç, kader ve ahiret hayatı açısından değerlendirildiği takdirde, çok büyük hayırlar ve güzellikler hasıl edeceği, kim bilir belki milyonların ahiret hayatının kurtulmasına vesile olacağı unutulmamalıdır.
Böylesine hayır ve bereketlere vesile olacağına inandığımız bu hicreti, iyi organize etmeli, az dahi olsa bazı muhacirlerin mahrumiyet yaşamalarına fırsat vermeden, murad-ı İlahi istikametinde değerlendirmeye gayret edilmelidir.
Nice mağdur, mazlum, mahkum, çocuk, kadın, hasta ve yaşlı insanlar vardır ki, şeytan saltanatının kurbanı olmuşlardır. Bu masum insanların, meşru yollarla hakları aranmalı, müdafaaları yapılmalı, demokratik hak ve hukuklarını elde edebilmeleri için destek verilmelidir.
Dünya gaye-i maksat yapılıp ahiret unutulursa, musibetler karşısında kadere taş atılırsa, vazifeler ihmal edilip ceyyid ve cedid nesiller beyin felcine uğratılırsa, o zaman mes’uliyet yakamızı bırakmayacaktır.
Herkes bulunduğu ülkelerin dilini mutlaka öğrenmelidir. Efendimiz (sav) dil öğrenmeyi Hz. Zeyd bin Sabit (ra) şahsında ümmetine teşvik buyurmuşlardır. Mü’minler bu yolla, insanların dünyaya gönderiliş gayelerini, hal ve sözleriyle, tavır ve davranışlarıyla, muhtaç olan insanlara anlatmalı ve herşeyi yaratıp emrimize veren Rabbimizi tanıtmalı ve sevdirmelidirler.
Ehl-i iman da, o ülke insanlarına ait fazilet, kültür ve sanat gibi insanlığa yararlı, terakkisine vesile olan güzelliklerden, kendi benliğini, kimliğini kaybetmeden istifade etmeli; herkesin canını, malını, namusunu, kendi canı, malı, namusu kadar değerli kabul edip, başkalarına saygıda kusur etmeden korumalı ve güven telkin etmelidirler.
Ülkemizin kıymet ve değeri kalbimizde müsellem, bununla beraber bir mü’min için, inancını rahat yaşadığı Allah’ın mülkü olan her yer vatanıdır. Allah (cc), mü’minler için yeryüzünü mescit, Mekke-i mükerremeyi kıble, Medine-i münevvereyi minber ve kainatın yaratılış vesilesi Efendiler Efendisi Hz.Muhammed’i (sav) de, kainat ve insanın yaratılış gayesini anlatan bir hatip, dünya ve ahiret mutluluğuna insanları kavuşturan bir rehber ve bir lider olarak tayin etmiştir.
İbrahim suresi 11. ayette; “Müminler yalnız Allah’a dayanıp güvenmelidirler” buyurulmaktadır.
Kendilerini Allah’a davet ettikleri için kavmi tarafından sıkıntı çekmeyen resul, peygamber yoktur.
“Resuller, (yer yer sıkıştıklarında) Allah’dan yardım ve zafer istediler. Neticede her inatçı, zorba zalim hüsrana uğradı. İş bununla bitmeyecek, ardından o zorba cehenneme girecek. Orada kendisine kanlı, irinli, su içirilecek, yutmaya çalışacak ama, boğazından geçiremeyecek. Ölüm her yandan ona geldiği halde yine de ölmeyecek. Bunun arkasında da pek şiddetli bir azap daha vardır.” (İbrahim suresi 15-16-17)
“Bunalmaları sebebiyle, her ne vakit cehennemden çıkmak isterlerse, gerisin geriye oraya itilirler ve kendilerine:
‘Çıkmak yok! İster istemez, bu yakıcı azabı tadacaksınız!’ denir.” (Hac suresi, 22)
“İman edip makbul ve güzel işler yapanları ise Allah, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir. Orada altın bilezikler ve incilerle bezenirler. Orada giyim kuşamları da ipekten olacak.” (Hac suresi, 23)
“İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar yok mu? Allah onlardan râzı, onlar da Allah’tan râzı oldular. Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!” (Tevbe suresi, 100)
“Bunlardan önce Medine’yi yurt edinip imana sarılanlar ise, kendi beldelerine hicret edenlere sevgi besler, onlara verilen ganimetlerden ötürü içlerinde bir kıskanma veya istek duymazlar.
Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler.
Her kim nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, işte felah ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır.
Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek müminler):
‘Ey kerim Rabbimiz, bizi ve bizden önceki mümin kardeşlerimizi affeyle! İçimizde müminlere karşı hiçbir kin bırakma!
Duamızı kabul buyur ya Rabbenâ, çünkü Sen raufsun, rahîmsin!’ derler.” (Haşir suresi, 9-10)
Müslümanlar, liyakatlarını ispatladıkları müddetçe daima üstün geleceklerdir. Dünyanın varisliği, Tevhide bağlı, şirkten ve tefrikadan uzak olan, en güzel ve sağlam işler yapan kullara aittir.
“(Habibim) De ki: “Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti. Çünkü bâtıl, yok olmaya mahkûmdur.” (İsra suresi, 81)
Hayır ve şer işlemeye müsait yaratılan insan, misafir olduğu, her an ayrılması muhtemel dünya hayatında, ciddi bir imtihana tâbî tutulmaktadır.
Allah(cc), insan için ‘akla kapıyı açıp iradesini elinden almamıştır’. Hayra davette peygamberler, şerre davette şeytanlar tavsif edilmiş, intihap, tercih, insan akıl ve iradesine bırakılmıştır. Onun için sorumlu insandır, dolayısıyla hayatını bu sorumluluk şuuruyla tanzim etmelidir.
Mehmet Ali Şengül