Zaman Gazetesi yazarı Ali Ünal, "itiraf mı, Yoksa?.." başlıklı köşe yazısında yandaş medyadaki bazı yazarların AKP'ye yönelik yazılarındaki değişime vurgu yaptı.
Son dönemde yandaş medyadaki bazı yazarların AKP'yi eleştirmesine dikkat çeken Zaman Gazetesi yazarı Ali Ünal isimlerini verdiği yazarların daha önceki düşüncelerine de köşesine taşıyarak "Bunlar samimî ikazlar mı, yoksa aldatmanın bir başka tarzı mı?" sorusuyla herkesi düşünmeye sevk etti.
İşte Ali Ünal'ın "İtiraf mı, yoksa?.." başlıklı o köşe yazısı:
Son zamanlarda H. Karaman’dan, A. Taşgetiren’den, Dilipak’tan, Cevat Akşit Hoca’dan, Yusuf Kaplan’dan hükümete ikazlar geliyor. Bunlar samimî ikazlar mı, yoksa aldatmanın bir başka tarzı mı? Niyet okuma yapmayacağım elbette, sadece gerçekleri nazara vereceğim:
H. Karaman, yıllar önce şu fetvayı veriyordu: “Halkımızın geleneğinde, hem de bugün içinde yönetildiği söylenen demokrasilerin tabiatında mevcut olan “halkın hakimiyet, denetim, takip, tenkit, yola getirme, iktidardan düşürme, buyurma” vazife ve salahiyetlerini kullanması, hem buhranlardan çıkmak, hem de yeni buhranların içine düşmemek için vazgeçilemez şarttır. Yaşları, başları, ahlâk ve kişilikleri ne mahiyette ve durumda olursa olsun seçilmiş veya atanmış kimselere mutlak güven ve itaat caiz değildir; halk uyanarak, şuurlanarak, sivil örgütler oluşturarak, denetim ve katılımın mekanizmalarını kurarak hem yönetime katılacak hem de (halkın) gücünü kullanan yöneticileri (seçilmişleri ve atanmışları) denetleyecektir.”
Bu çok doğru sözleri söyleyen birinin Polis raporlarına ve savcılık fezlekelerine yansıyan onca yolsuzluk, rüşvet, ayrıca, toplumda ve iktidarda bataklık halini almış kirlenmişlik, zulüm, tonlarca yalan ve iftira karşısında ilk ayağa kalkan kişi olması gerekmez miydi? Karaman, yaşadığımız bir yıllık süreçte tam tersi tavır takındı; fetvasının aksine seçilmişlere ve atanmışlara güvendi ve bütün dünyaya açılmış bir sivil toplum kuruluşu olan masum bir Cemaat’i, fetvasında yapılması gerektiğini ifade ettiği vazifeleri yapmaya çağıracağına, kendisini bu atanmışlar uğruna feda etmeye çağırdı.
Zamanında okumadım; fakat bu süreçte yaptığım araştırmalarda gördüğüm üzere, AKP iktidarlarına yolsuzluk suçlamalarını yıllardır en fazla yapan iki isim Taşgetiren ve Dilipak olmuş. Hattâ Dilipak, başka şeyler de yazmış; “Para, kadın, koltuk ihtirası; piyasaya kız yetişmiyor yahu!” demiş. AKP’den 40 milletvekilinin zina kasetleri olduğunu seslendirmiş. Topyekün kirlenme ve dolayısıyla topyekün temizlenme ihtiyacından sözetmiş. Ama aynı Dilipak, süreçte en militan biçimde AKP’nin yanında ve masum, temiz Cemaat’in tamamen aleyhinde durdu.
Cevat Akşit Hoca, Millî Gazete kendisiyle röportaj yapıncaya kadar konuşmuş muydu bilmiyorum; Hoca, geçen akşam müfrit iktidar yanlısı bir kanalda idi; orada neler söyledi, onu da bilmiyorum. Gelecek günlerde samimiyeti test edilecektir. Yusuf Kaplan, Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili önemli bir hatırasını ve önem verdiği bir rüyasını kendisinden dinlemiştim. Dershaneler konusunda da Cemaat’in, dershanelerin yanında durmuştu. Sonra birden döndü; şu anda yazdıkları benim için asla inandırıcı değil.
Son zamanda âdeta zımnî itiraf mahiyetinde yazılıp söylenenlere, ancak “hüsn-ü zan adem-i itimat” açısından bakılır. Bir insan bir defa açıktan yalan söylemiş, iftira atmış, bile bile hakkın karşısında, haksızlığın yanında durmuşsa güvenilirliğini yitirmiştir. Ayrıca, yazılanların inandırıcı olması için yapılmış bütün yolsuzlukların, zulümlerin, atılmış yalan ve iftiraların da üzerine gidilmesi gerekir; Erdoğan’ın da eleştirilere dahil edilmesi gerekir. Sözkonusu yazılanlara, onları yazanlara adem-i itimadımla kendi açımdan şöyle bakıyorum: (1) Ya söz konusu yazıları yazanlar, korkunç boyutlardaki yozlaşmanın, kirlenmenin, yolsuzluğun karşısındaki suskunlukları, daha da öte, bunların sorumlularına verdikleri onca destek karşısında kendilerini kandırmak, vicdanlarını rahatlatmak istiyorlar. (2) Veya, sürecin böyle gitmeyeceğini, AKP’nin, bizzat oluşturduğu batakta boğulup gideceğini görmeye başladılar ve yavaş yavaş geleceğe yatırım yapıyorlar. (3) Ya da şöyle düşünülüyor: Çürümüşlük, toplumda da, iktidarda da had safhada. Kaçak saray da, kısmî bir sarsıntı meydana getirdi. Seçimlerden önce veya hemen sonrasında Öcalan’ın salınma ihtimali büyük; iktidar, PKK’ya mahkûm. Önümüzde 17–25 Aralık var ve muhalefet, bu aradaki bir haftayı Hırsızlık–Yolsuzluk Haftası olarak anmaya hazırlanıyor. Ayrıca, Cemaat’in, derece derece bütün cemaatlerin üzerine geliniyor ve gelinecek. Seçimler de yaklaşıyor ve AKP’de de, en başta Erdoğan’da da elbette sıkıntılar var. Öyleyse, bazı ağızlardan veya kalemlerden çıkacak kısmî itiraf mahiyetindeki ikazlarla insanların, halkın bir defa daha gazı alınacak; “Bakın, biz ulemamız ve aydınlarımızla kendimizi sorguluyor ve denetliyoruz” imajı meydana getirilecek. Meclis’te de 4 bakan soruşturuluyor; tamamı veya 2’si, 3’ü Yüce Divan’a sevkedilse yolsuzlukların üzerine gidildiği imajı verilecek, tabiî doğrudan Erdoğan’ı ve ailesini ilgilendiren 25 Aralık gündemden düşecek; Yüce Divan’a sevk olmasa, “İşte soruşturduk, ciddî bir şey çıkmadı” denip, yolsuzluklar yine örtülecek. Dolayısıyla sonuç fazla değişmeyecek.
Mü’min, bir defa ısırıldığı delikten ikinci defa ısırılmaz.