'Yaptıkları rezil yayınlar, medya patronlarına kâr getiriyor'

'Yaptıkları rezil yayınlar, medya patronlarına kâr getiriyor'
Türkiye’nin en çok okunan internet haber sitelerinden T24’ün Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın, "haberciliğin adı 'darbecilik' oldu" dedi.

Atatürk sonrasında, Kemalizm’in toplum mühendisliğinden bahsedildiğini hatırlatan Akın, “Şimdi dindar nesil yetiştirmekten, ahlak reformasyonundan söz ediliyor. Kemalist icraatın başörtüsüne müdahalesiyle, bugün insanların ifade özgürlüklerine ve yaşam tarzlarına müdahale edilmesi arasında bir fark var mı?” diye soruyor.

Doğan Akın, Cumhuriyet gazetesi Ankara Haber Müdürlüğü’nün ardından geçtiği Milliyet gazetesinde haber müdürlüğü ve okur temsilciliği yaptı. Gazeteciliğin bağımsızlık, tarafsızlık ilkelerinden ödün vermeyen Akın, beş yıl önce T24 internet haber sitesinin kuruluşunda yer aldı. Genel Yayın Yönetmeni olarak T24’ü kısa zamanda, günde 200 bin ziyaretçi alan, prestijli bir haber sitesi haline getirmeyi başardı.

'ERDOĞAN’A ‘ŞEREFSiZ’ DiYEN YAZIYI GİRMEDiM'

*Siyasi yapıdan, askerden ya da sivil oluşumlardan bir baskı gördünüz mü?

Hayır, hiç görmedik. Bizim hakkımızda her şey denildi: Kemalist, liberal, cemaatçi, solcu, sağcı… Hiçbiri bizi ilgilendirmiyor. Gazetecilik bundan daha kıymetli bir şey.

*Bahsettiğiniz bu “kimliksizlik”, gazetecilik için belki de en değerli ‘kimlik’. Hiçbir yere angaje olmadan gazetecilik yapmak, Türkiye’de zor değil mi?

Zor… Hiçbir tarafın yayını olmayınca, her mahalleden eleştiri alıyorsunuz. Mustafa Balbay’ın günlükleri dosyasıyla birlikte bizi Taraf gazetesinin çatısı altında göstermeye başladılar. Balbay dosyasından 2-3 yıl sonra, Cihaner dosyasıyla tam karşı cepheden bir şey yayınladık. Orada Yeni Şafak gazetesi sahibinin reklam ihale konuşmaları, dönemin iki bakanı Hilmi Güler ve Osman Pepe’nin ihalelerle ilgili konuşmalarını ortaya koyduk. Önünüze bir dosya gelecek, siyasi süzgecinizden geçirerek onu yayınlayacaksınız… Bunu hiç yapmadık. Haberlere asla yorum katmadık. Yazarlarımız istediğini yazar; ama hakaret varsa, o yazıyı girmeyiz.

*Mesela?

Örneğin, Başbakan’a “Şerefsiz” demeye getiren bir yazı gönderimi vardı. Gönderen, bilinen birisiydi. “Böyle bir yazı yayımlanamaz. Değil bir siyasetçiye, bir insana bile ‘şerefsiz’ diyemezsiniz” dedim. Bir de soruşturmaların devam ettiği, 17-25 Aralık gibi süreçlerde, köşe yazılarının bazılarında kesin hüküm ifadeleri vardı. Onlara da bu soruşturmanın devam ettiğini ve iddia gibi verilebileceğini ifade ettik.

'HABERCiLiĞiN ADI ‘DARBECiLiK’ OLDU'

*Maddi olarak ne durumdasınız?

Ayda 30-40 bin lirayı geçmeyen bir reklam gelirimiz, 3-5 bin liralık da video gelirimiz var. Bazı yerler, medya dışında bizden video çekimi ister. O mütevazı prodüksiyon gelirimiz var. Hiç vergi ve prim borcumuz yok. Tek üzüldüğüm şey, buradaki ücretlerin mütevazı olması. Hak ettiklerinin çok altında alıyorlar. O ücretleri iyileştiremediğim için üzülüyorum.

*Konu ücretlerden açılmışken… Son yazınızda da, iktidarın istediğini yazan köşe yazarlarının, bir ayda 20-25 muhabirin ücretini aldığını belirttiniz. ‘İktidar’ dediğimiz siyasal aygıtın basından istekleri ne zaman başladı?

Bu hep vardı. 12 Eylül öncesinde, sol-sağ ideolojik çatışması içerisinde vardı. Gazetelerin devletle ilişkileri yine vardı ve muazzam bir asker, devlet dili kullanılıyordu. Yıllarca sDiyarbakır Cezaevi’ni görmediler. Bugün de aynı şey var. “Reisimizi yedirmeyeceğiz” gibi yazılar yazılıyor. Eleştirinin adı ‘fitne’, haberciliğin adı ‘darbecilik’ oldu.

Geçtiğimiz 12 yıl içinde Türkiye’nin sorgulanmak, eleştirilmek istemeyen bir Başbakan’ı oldu. Tapelere yansıdığı haliyle, muhalefet liderinin TV’de altyazı olarak geçmesine ve muhalefet adaylarının TV’ye çıkmasına tahammül edemeyen; çok önemli bir İslamcı yazar olan Hidayet Şefkatli Tuksal, kendisini eleştirdi diye Star gazetesinde onun ne işi olduğunu sorgulayan bir Erdoğan’a tanık olduk. Bunun da çok mantıklı bir nedeni var.

*Nedir o?

12 yıl hiç kimse, Türkiye’de tek başına iktidar olmadı. Tansu Çiller’in medyaya baskı eğilimi yok muydu? Vardı. Hatta onlar da Öncü adında bir gazete kurma girişiminde bulundular. Fakat bu kadar kesin sonuçlar alabilecek bir siyasal gücü yoktu. O zaman sistem tersine işliyordu. Medya siyaseti vardı. Medya, hükümetler kurup yıkmaya çalışıyordu. Bu çarpıklık hep vardı. Baskı, diyorsunuz. Bizim neyimizi ellerinde tutarak baskı    yapabilirler ki?

'17 ARALIKTAN SONRA İKİ REKLAM VERENİMİZ AYRILDI'

*Reklam verenlerinize el çektirip, gelirinizi yok edebilirler…

Kestirebilirler, T24’ü evimizin salonunda yaparız. Ne yapalım? Baskı görmüyoruz; ama reklam verenlerimiz görünmekten çekiniyor.

*17 Aralık’tan sonra kaç reklam vereniniz çekildi?

İki. 17 Aralık’tan sonra görünmek istemediklerini söylediler. İnternette reklamlar mütevazı fiyatlara döner. Ayda 5 bin lira gibi. 10-15 bin liralık gibi bir kaybımız oldu.

'YAPTIKLARI REZiL YAYINLAR, MEDYA PATRONLARINA KÂR GETiRiYOR'

*Reklam verenler anlaşılabilir; ama bağımsızlık güvencesi veren patronlar sonradan niye geri çekiliyor? Nokta dergisi, +1 TV, Karşı gazetesinde bunu gördük…

AB’nin son iki Türkiye İlerleme Raporu’nda, ilk kez, Türkiye’deki ifade özgürlüğünün önündeki engellerden birisi olarak, medya dışı işleri de olan gruplar gösterildi. Medya patronlarının çoğu, korku ve baskıya yatırım yapıyor. Bir çoğunun işi, gazetecilik değil. Medya sahibi olarak diğer işlerinin önünü açıyorlar. Yıllardan beri bu ülkede, “Ben gazetemden, televizyonumdan zarar ediyorum” deniliyor. Etmiyorsunuz. O rezil yayınları yaptığınız için kazandığınız şeyler var!

*Erdoğan ve Demirören arasındaki telefon konuşmasında da bunu apaçık gördük.

O konuşmada Demirören, “Seni üzdük mü patron?” diyor, Erdoğan’a! Başbakan’ın azarları karşısında gereğini yapacağını söyleyen, ağlayan Demirören gazeteci mi sizce? Milliyet’i ne için aldıysa, o doğrultuda da kâr elde ediyor.

Burada problem şu: Gazetecilik para kazanılabilecek bir iş. Sadece gazetecilik yapmak isteyen sermaye sahiplerinin önüne de bir duvar örüyorlar. Bakın, Aydın Doğan, Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na, “Adam gibi yapıldığında gazetecilik para kazanılacak bir iştir” dedi.

Aynı komisyona konuşan Dinç Bilgin de, “Helale haram kattık. Bankacılık işine girdim, sıfırlandım” itirafını yaptı. O komisyonda Dinç Bilgin, “Mehmet Barlas’a ayda 25 bin dolar veriyordum” da dedi. Yazdığı önemli bir dosyaya tanık olmadığım bir gazeteciden söz ediyoruz. Niye 25 bin dolar?

'ÜZERİNDE İKTİDAR BATMAYAN GAZETECİ'

*Niye?

Barlas’ı, ‘üzerinde iktidar batmayan gazeteci’ olarak tanımlıyorum. Evren’in de, Özal’ın da, Çiller’in de, Erdoğan’ın da yakını! 2000’li yılların başında Fethullah Gülen’le ilgili ‘devlet içinde çete’ tartışmaları yapılırken, onun hakkında bir yazı dizisi hazırlıyor. Savunup, bunu bir sendrom olarak görüyor. 14 sene sonra, bu sefer Tayyip Erdoğan’ın yanında yer ayıp, Gülen için “Sapı silik, darbeci, üfürükçü” diye hakaretamiz bir üsluba bürünebiliyor. Atış serbest olunca, Mehmet Barlas gibi hayatı boyunca üslubuna dikkat etmiş birisi bile, ‘Aferin’ alabilmek için ağzını bozabiliyor.

*Medyanın asla kaybetmeyenleri…

Ya da kayıtsızlıkları, kendilerine verilen imkânlarla satın alınmış medya elitleri. Bunun içinde genel yayın yönetmenleri, köşe yazarları, TV yöneticileri ve programcıları da var. Bu medya muktedirlerinin önemli ölçüde tetikçilik yaptıklarını, siyasi bir eleştiriyi ‘fitne’ saydıklarını, ihbarcılık yaptıklarını görüyoruz. Düşünün, bir parti kongresinde medyanın bir bölümüne akreditasyon uygulanıyor. Ertesi gün bütün medyada çıt yok!

'ÇIKARLARI OLMASAYDI, UTANILACAK BiR MAZi iNŞA ETMEZLERDi'

*Bu sessizliği, 28 Şubat’ta akreditasyon uygulamasını kıyasıya eleştirmiş, Ahmet Tezcan’a sordum. O bile “Medyayı toptan yok sayıyorum, olmayan şeye akreditasyon uygulansa ne olur, uygulanmasa ne olur?” gibi garip bir cevap verdi. Burada ‘gemileri yakma’ davranışı mı var, “Zaten teslim olmuşum. Kazanabileceğim kadarını kazanayım”?

Bir çıkarları olduğu kesin! Yoksa utanç duyacakları bir mazi inşa etmezlerdi. Zekâlarından bir kuşkum yok benim.

*27 Nisan e-muhtırasında, askeri eleştirip, Erdoğan’a destek verdiği için Olli Rehn’e demediğini bırakmayan Erdal Şafak, bugün Sabah gazetesinin başında. Beş yıl sonra da, bugün Erdoğan’ı kıyasıya övenleri, yerer halde görür müyüz?

Görmez olur muyuz? Herman Hesse, “Bütün dünyayı ele geçirmişsin de ruhun zarar görmüş bundan, neye yarar?” der. Kendi elleri ve doymadıkları iştahlarıyla yaraladıkları yerler iyileşir mi acaba?

Zapturapt altına alınamayan diğer tarafta da, etnik ve inanç temelli kışkırtma yapılıyor. Bunu da görmek zorundayız. Şehit cenazelerinden, başörtülü kadınların varlığına kadar kışkırtmalar yapılıyor buralarda. Sözcü, bugün Türkiye’deki en yüksek tirajlı beş gazeteden birisi.

Bugün

07 Eylül 2014 11:32
DİĞER HABERLER