Yardım Kardeşliği

Yardım Kardeşliği
Ramazan ayında yardım gönüllüleri ihtiyaç sahiplerine koşuyor.her yerde hummalı bir çalışma var
Kim bilir hangi köşede sıcak bir aş için kıvranan, yardım eli arayan, kimse yok mu diye çaresizce inleyen hemşehrimiz, kardeşimiz var. Belki de çok yakında; yan binada, arka sokaktaki boyasız gecekonduda... Vermek… Eylemlerin en güzeli… Paradan, maldan, zamandan, bilgiden, beden gücünden, elinde avucunda ne varsa, ondan verebilmek... Yoksullar bir köşede boynu bükük bekliyorken ve ellerin, hep öne doğru çaresiz ama ısrarlı açılan esmer ellerin resmi bütün canlılığıyla duruyorken zihinlerde, çok mu zor tahmin etmek, dünya gizli ve açık verebilenlere hürmeten dönüyor. Bir vakitler, "Gerçek fakirler gizleniyor. Kime yardım edeceğimizi bilemiyoruz." derdi insanlar. Hem de açlığın dibe vurduğu büyük şehirlerde. Hangi kapının ardında bugün hiç çorba kaynamadı, bir çocuğun midesi açlıktan eziliyor, kim ne bilsin? Şimdi bir karşılığı yok bu serzenişlerin. Bir elini zengine, diğerini fakire uzatmış insanların sayısı gün geçtikçe artıyor çünkü. El açanlarla el uzatanları buluşturan köprülere benziyorlar. Üzerinden ekmeğin, ilaç kutularının, çocuk mamalarının, kışlık botların, okul defterlerinin geçtiği hayır yolu… BAŞVURULAR MEKTUPLA YAPILIYOR Mazisi iki buçuk yıl önceye uzanan 'Kimse Yok Mu Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği, o hayırlı yollardan, bir kıyıdan diğerine sevinç ve iç huzuru taşıyan köprülerden biri. Yardımlaşma nedir, gönüllü kime denir, mağduriyet nasıl bir şeydir anlamamızı kolaylaştıracak, eh sonunda da kalplerimizi yumuşatacak bir numune. Ramazandayız, en uygun zamandayız, eliniz ekmeğe uzanamayınca kimler gelir aklınıza? Kimse Yok Mu Derneği, yalnızca mektupla yapılmış yardım taleplerini kabul ediyor. Telefonun hükümsüz kaldığı bir alan. Yazı, vesika demek. Tasnif edilebiliyor, saklanabiliyor, yazarının samimiyeti hakkında ipuçları verebiliyor. İşte bu yüzden, derneğin mektup odası, ülkenin dört bir yanından gönderilmiş yaklaşık otuz bin mektupla dolu. Kimi okunmayı, kimi de klasörler içinde yardım sırasının kendisine gelmesini bekliyor. Sıralama, durumun vahametine göre yapılıyor. Dolaptaki sarı klasörlerden binlerce çığlığın yükseldiğini duymak için garip vehimler, hayaller içinde yaşayan biri olmak gerekmez. Mektup okumakla görevli dernek çalışanları, çok acil yardıma ihtiyacı olan kişileri hiç vakit kaybetmeden yönetim kuruluna bildiriyor. En çok yardım talebi İstanbul'un Ümraniye, Küçükçekmece, Bağcılar, Sultanbeyli ve Gaziosmanpaşa ilçelerinden geliyor. Yardımların ardından ilginç geri dönüşler de yaşanıyor; vaktiyle durumu çok iyiyken bir anda bütün mal varlığını kaybeden biri, harcamalarını belgeleyen fişler ve kendisini borçlu gösteren bir senet göndermiş derneğe. Yardım faaliyetleri yalnızca talep edenle vereni değil, aracı olanı da dönüştürüyor. Nitekim mektup okuyanlar, ilk günlerdeki ağlama krizlerini ve kâbusları atlattıktan sonra, kendi dertlerinin önemsizliğini görüp, bolca şükreder olmuşlar. ÖMRÜM YETERSE MEKTUP YAZACAĞIM Peki, mektup yazamayacak kadar zor durumda olanlar ne yapıyor? Derneğin mahzurlu bulduğu; ama engelleyemediği iki yol var; telefonla aramak ya da derneğe gitmek. "Bir gün bir kadın geldi kapıya, üstü başı perişan, yanında çocuğu. Başı dikti, asla yalvarmıyordu. Güvenlik görevlisine dedi ki; 11 aylık çocuğumu komşuya bıraktım. Yardıma ihtiyacım var." diye anlatıyor derneğin halkla ilişkiler görevlisi Halenur Çalışan. Mektup prosedürünün kimi zaman nasıl da işlevsiz kaldığını şöyle dile getiriyor: "Güvenlik görevlisine kesin talimat var, kapıya gelenlere yardım etmek yasak. İşlemlerin resmî yollardan ilerlemesi gerekiyor. Kadından durumunu anlatan bir mektup istedik. Çıkarken öyle bir cümle söyledi ki, birbirimize bakıp, 'Biz ne yaptık? Bu kadını nasıl gönderdik?' diye söylendik. Kadın, kırgın bir ifadeyle bize dönerek, 'Mektup yazıp getirecek kadar yaşarsak, geliriz.' dedi. Güvenlik görevlisi, arabasına atladığı gibi kadına yetişti, bakkaldan, ekmek, süt, bebek bezi aldılar. Kadın, 'Sağ olun' dedi ve uzaklaştı." Kapıya dayanan başka mağdurlar da var; ev sahibi dışarıya attığı için geceyi ormanda geçiren üç kız çocuğu sahibi bir aile… Aile reisi odun toplamak için uzaklaşınca kadın saldırıya uğruyor, neyse ki eşi yetişiyor, türlü perişanlık… Depremde hasar gören bir binada oturan ve tinercilerin baskınına uğrayan üç kadın… Şimdi bunlar kapıdan nasıl çevrilir? Dernekte mağdur telefonlarını cevaplayan Zehra Aygün, bir Ege şehrinden rica minnet otobüslere binerek kendilerine başvuran genç kızdan çok etkilenmiş: "Sabahın yedisinden beri bizi bekliyormuş kapıda. Çocuk Esirgeme Kurumu'nda yetişmiş, liseyi bitirmiş, memurluk sınavlarına girmiş. Bizden isteği, sınav sonuçları açıklanana kadar İstanbul'da başını sokacak bir yer. Ona, prosedürlerden söz edemezdim. Hemen muhasebe müdürüne durumu anlattım. İki-üç gün otelde kalabileceği parayı verdik. Akşam beni aradı. Meğer sınavı önceki gün kazanmış; para bulup da internete giremediği için öğrenememiş. Biz de sonuçları kontrol ettik, gerçekten de yüksek bir puanla kazanmıştı. Ankara'ya gidip belgelerini tamamlaması için gereken parayı da verdik. Şimdi bir sağlık kurumunda memur olarak çalışıyor." Bir hatıra da, derneğin yönetim kurulu başkanı Mehmet Özkara'dan. Altmış yaşlarında bir beyefendi, yanlış bir hayat tarzı yüzünden ailesini, evini, işini, arabasını kaybedince 'Kimse Yok Mu?' demiş. Küçük bir ev, bir tüp ve de çorap almak için bir miktar sermaye istemiş Başkan Özkara'dan. Kahvelerde çorap satıp, yorulduğunda da bir bardak çay içen bu yaşlı adam teşekkür için gelmiş derneğe; "Allah razı olsun, kendi yağımda kavruluyorum artık." Çarkın dönmesi büyük şehirlerde zor; fakat kırsal kesimde mağdura iki tane inek almak çoğu zaman sorunu çözebiliyor. TELEFON HAYAT KURTARABİLİR Mektup yazacak kadar vakti olmadığını düşünen ve derneğe gelme imkânı olmayan mağdurlar telefona sarılıyor. Aralarında, maddi imkânsızlık yüzünden intiharın eşiğine gelenler var. Dernekte telefonları cevaplayan Zehra Aygün ve Serpil Bölükbaş, mektup okuyarak başlamışlar işe. Yemek yiyemedikleri, sürekli ağladıkları günler geride kalmış, şimdi yardımların gerçekten ihtiyaç sahibi olanlara ulaşması için uyanık olmaya ve telefonun diğer ucundaki bunalımlı insanları ölümden döndürmeye çalışıyorlar. Serpil'in önünde 'Aciller' başlıklı bir liste var. İsimlerin karşısında dosya numaraları ve kimi notlar. Birinde, 'Çadırda yaşıyor' yazılı mesela. Nedir bunlar? Mektup gönderip de ne zaman cevap alacağını soran ve durumu acil olan kişiler. Kiminin hastası var, kiminin evi yanmış… "Vebal altında kalmaktan korkuyorum." diyor Serpil endişeyle; "Her şeyin hesabını vereceğimi düşünerek hareket ediyorum. Televizyonda haber izlerken yoksul insanlar gördüğümde içim titriyor. 'Acaba bizde kaydı var mı? Başvurmuş mu? Yoksa biz yardım edemedik mi?' diye telaşlanıyorum." Telefon kimi zaman da hayırlı bir haber vermek için çalıyor. Özellikle 'Kimse Yok Mu?' programından bir gün sonra Zehra ve Serpil, yardım severlerin telefonlarını cevaplamak için akşam geç saatlere kadar dernekte kalıyor. Kimi, mağdur aileye tekerlekli sandalye almak için arıyor, kimi eğitim masraflarını karşılamak için. KARDEŞ KADAR YAKIN BİR AİLE "İki yıl önce yine böyle bir ramazan akşamıydı. Annem dedi ki, oğlum mahallenin üst tarafında yaşayan bir aile var. Hadi, onları bir kontrol ediver." Gebze'nin hatırı sayılır işadamlarından Hüseyin Güccükşimşek, o akşam ziyaret ettiği ailenin bugün hâmisi… Muhtaç aileyi kendisine 'Kardeş aile' seçen işadamı 'ev demeye bin şahit ister' tek göz yere, iki oda, tuvalet, mutfak ekleyerek ve içeriye su getirerek işe başlamış. Üçü özürlü dört çocuk, işsiz baba, çaresiz bir anne iki yıldan bu yana, onun ve ilçedeki diğer hayırseverlerin yardımıyla hayata tutunmuş görünüyor. "En büyük sevincim." diyor Güccükşimşek, "Adem'in rehabilitasyon merkezine gittikten sonra yürümeye başlaması. Daha önce dizleri üzerinde sürünüyordu." 'Kimse Yok Mu?' programının özendirdiği 'kardeş aile' uygulaması, nasıl bir sorumluluk yüklüyor omuzlara? Görünen o ki, bir kez elinizi uzattıysanız bir daha çekemiyorsunuz. "Dün, gece on ikiye kadar onlardaydım." diyor Güccükşimşek, "Arkadaşlarla erzak taşıdık. Bazen işlerim yoğun oluyor, ziyaret edemiyorum; ama mesela son 20 gün içinde altı-yedi defa bir araya geldik." Ailenin evinin yıkılmaması için belediyeyle görüşmek, fırından günlük ekmeklerini ücretsiz almalarını sağlamak, odun-kömür ve kırtasiye yardımı için kaymakamlığı devreye sokmak, aile reisine uygun bir iş bulmak ve arkadaşlarını da bir aileyi kardeş edinme konusunda teşvik etmek, hepsi de işadamının sorumlulukları arasında. "Neden bu kadar yardımseversiniz?" diye sorulmaz insana; ama itici gücü merak ediyoruz. Ayakkabı boyayarak harçlığını kazanan küçük bir çocuk çıkıp geliyor maziden. "Oradan buraya geldim ve geriye döndüğüm anda işte bu aileyi gördüm." Sultan Süleyman'a kalmayan dünya, biraz daha zamaneleşiyor işadamının dilinde ama öz aynı öz: "Sakıp Sabancı'ya kalmamış bu dünya bize kalır mı? Her şeyimiz var Elhamdülillah. Sonrası nedir? Ne olacak?" Hüseyin Güccükşimşek 'kardeş aile'sinin dışında altı aileye daha yardım ediyor. Şimdilerde evleri kışa hazırlamakla meşgul. Tuğlaları bir arkadaşından, kumunu diğerinden temin etmiş; işçiliği kendisi üstlenmiş, kamyonu ise emre âmâde her zaman… Yardımseverlik iç huzuru vermekle kalmıyor, yüreği de yufkalaştırıyor olmalı; "Çorba içerken bir anda o kadar aile geliyor ki aklıma. Eşim akşamları soruyor, 'Sana ne oldu?' Açıklamak çok zor. Geçen gün, bir arkadaşım geldi, 17 koli hazırlamış, 'Bunları dağıtır mısın?' dedi. 'Hayır!' dedim. Sen de benimle gelip görmelisin, nerelere gidiyor bu paketler. Birlikte altı aile dolaştık, yedincisinde, 'Ben gidiyorum, daha fazla dayanamayacağım.' dedi." GÖNÜLLÜLER ORDUSU 'Kardeş Aile' 'Kimse Yok Mu Derneği’nin projelerinden yalnızca biri ve hemen her şehirde Gebzeli Hüseyin Güccükşimşek gibi nice gönüllü var. Derneğin 'gönüllüler koordinatörü Sakine Köse'ye, "Gönüllülük nedir?" diye soruyoruz. "Dernek çalışmaları daima, bu esasa dayanır." diyor Köse, "Gönüllülük, kişilerin bilgi, beceri ve zamanlarını kendi istekleriyle ve çıkar gözetmeksizin kullanmalarıdır." Gönüllülük başvurusunu derneğin web sitesinden (www.kimseyokmu.org.tr) yapanlar çoğunlukta; fakat eş-dost tavsiyesiyle başvuranlar da var. Bu sene üniversiteye başlayacağı için çalışmalarını hafta sonuna kaydıran Didem Çağlayan da internet üzerinden gönüllü olan kuzeni vasıtasıyla katılmış çembere ve o da başka bir kuzenin gönüllü olmasına vesile olmuş. Şimdi Filistin ve Lübnan'a gidecek paketlere etiket yapıştırıyor, hafta sonları ise Üsküdar Prestij Mağazasında derneğin tanıtımı için çalışacak. Ramazan boyunca iftar çadırlarında görev alacak gönüllülere en çok ihtiyaç duyulan iki birim, 'Sosyal İnceleme' ve 'Lojistik Merkezi'… Sosyal İnceleme gönüllüleri, mektupta yazılan bilgilerin doğruluğunu anlamak için mağdurlara habersiz ziyaretler düzenliyor. Kimi zaman bilgilerin yanlış olduğu kimi zaman da mağdurun mektupta anlattığından daha muhtaç olduğu ortaya çıkıyor. Sosyal İnceleme gönüllüsünün görüşleri ve komşudan alınan bilgiler mektupla örtüşüyorsa yardım kararı çıkıyor. Dernekte bu işle ilgili sadece bir görevlinin çalıştığı düşünülürse gönüllülüğün ne kadar önemli bir müessese olduğu anlaşılabilir. Üstelik gönüllüler, sadece derneğe bilgi vermekle kalmıyor, hem mağdur aileye yardım ediyor hem de derneğe bağışta bulunuyor. Acil hasta varsa hastaneye götürüyor, evde yiyecek yoksa gıda yardımı yapıyorlar. Sakine Köse'nin gönüllülerle ilgili enteresan tespitleri var: "Gönüllü başvuruları Filistin kampanyalarında artış gösteriyor. Çalışanlar çok özverili. Mesela, hafta içi iş temposundan yorgun düştüğü halde, her cumartesi gününü sosyal incelemeye ayıran bir çiftimiz var. Çalışan kadınlar da ev hanımlarına kıyasla daha çok vakit ayırabiliyor. 'Bir pazarım var, o da sizin olsun.' diyorlar. Ev hanımları, gönüllü olduktan sonra vakitlerini daha iyi tanzim edebiliyor. VAKTİNDE YOKLUK ÇEKENLER Gönüllülerin hayat hikâyelerine baktığımızda, birçoğunun vaktiyle maddi yokluk çektiğini gördük." Sakine Hanım, sadece muhtaçların değil, yardım etmek isteyen insanların da bazen çekingen davrandığını tespit etmiş. Buna göre, yardım almak için sessiz bir bekleyiş içinde olanların karşısında yardım etmek isteyen sessiz bir kitle var. Ya kime başvuracaklarını bilemiyor ya da cesaret edemiyorlar. "Yardım etmenin mutluluğunu yaşatmak için onların elinden tutmamız gerekir." diyor Köse ve hoş bir anısını paylaşıyor bizimle: "Yakınımızda yaşayan bir hanım annesini kaybettikten sonra ruhsal sıkıntı yaşıyor. Arkadaşı ona diyor ki, 'Bak, hemen yanında Kimse Yok Mu Derneği var. Oraya git, başkasının derdiyle dertlenirken kendi sıkıntını unutursun.' Hanım, on yaşındaki kızıyla birlikte sosyal inceleme gönüllüsü olarak çalışmaya başladı ve bu arada inanılmaz bir sevinç yaşadı. Boğulma tehlikesi atlattığı için katı gıda alamayan kızı, ziyarete gittikleri evlerden birinde, bebeğin makarna yediğini görüyor. Eve dönünce o da yemeğe başlıyor. Meğer çocuk iki yıldır psikolojik tedaviye cevap vermiyormuş." Derneğin Lojistik Merkezi de toplanan giysilerin ve ilaçların tasnifinde gönüllülere ihtiyaç duyuyor. Şu günlerde, doktor ve eczacılar Filistin'e gidecek ilaçların envanterini çıkarmakla meşgul. İSTENMEDEN VERMEK LAZIM Konyalı gönüllü Ayşe Kanat ise, bir ekmeğe muhtaç olmanın ne demek olduğunu iyi bilenlerden. Marangozluk yapan babası felç geçirdiğinde 10 yaşındaymış. Üç kardeşi ve o sırada hamile olan annesiyle hiç tanımadıkları insanlardan yardım almanın nasıl bir şey olduğunu hiç unutmuyor. Bir buçuk-iki yıl sonra tükenen yardımların ardından başlayan zor günleri de… "Babam 10 yıl felçli yattı. Kilometrelerce yol yürüyerek hastaneye erzak götürdüğüm olurdu. Ayakkabı alamazdık. Annem ayağımıza su geçmesin diye poşetler giydirirdi. Pencerede camımız, evimizde çeşmemiz hatta tuvaletimiz bile yoktu." Ayşe Kanat bugün, mermer makinesi imalatı yapan ve mermer ocakları işleten eşi sayesinde rahat bir hayat yaşıyor. Ancak eski günler unutulur mu? "Bundan sonra ben de ihtiyaç sahipleri için çalışacağım. İnsanları yardımlaşma konusunda organize etmek için koşturacağım." Yardım kampanyaları düzenleyen ve okullar açan Kimse Yok Mu Derneği için gönüllü çalışan Kanat'ın şu sözleri bir kenara not edilmeli: "Vereceksen, istenmeden vermelisin. Gerçek ihtiyaç sahipleri isteyemiyor çünkü. Mal, mülk, zenginlik, sağlık, hepsi de emanet. Bir gün gelir gidebilir. Ben şimdi birilerine el uzatayım da yarın ola ki bana bir şey olduğunda Allah bana birilerini vesile etsin. Bana ya da çocuklarıma. Kimi sağlıkla, kimi yoklukla kimi de varlıkla imtihan oluyor." Dernek tarafından 29 tır gıda yardımının gönderildiği Filistin ve Lübnan'da hazırlanan iftar çadırlarıyla ramazan boyunca yemek verilecek. Bunun dışında Filistin'e 12 bin paketlik kumanya gidiyor. Endonezya'da açılan çadırdan ise 1000 kişiye her gün öğle ve akşam yemeği verilmeye devam ediliyor. Pakistan'a da gıda yardımları sürüyor. Yardım için başvurular mektupla yapılıyor. STV’de perşembe günleri yayınlanan Kimse Yok Mu programının sunucusu Ceren Abdullah, artık hayata daha çok tutunmaya ve Allah’a 100 kere değil bin kere şükretmeye başlamış. BİRÇOK AİLENİN MANEVİ DESTEĞE İHTİYACI VAR Kimse Yok Mu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Özkara, "İki buçuk yıl sonunda, insanların sadece maddi değil manevi desteğe de ihtiyaç duyduğunu fark ettik." diyor. İçki ve kumar yüzünden dağılmak üzere olan ailelere rehber öğretmenler ve gönüllü psikologlarla gidiyorlar. Ziyaretler, telefonlaşmalar ve yardımlar bazen yıl boyunca sürüyor ve bu süre sonunda yuvaların yeniden kurulduğunu görmek dernek çalışanlarının en büyük mutluluğu oluyor. Manevi yardım sağlamak için bir psikolojik destek birimi kurmayı düşünen Özkara, her ilde bir şube açmak için de çalışmalara başlamış: "Şube için Türkiye'nin her yerinden yoğun talep var. Önümüzdeki hafta Samsun ve Trabzon'a gidiyoruz. Sadece illerde değil, İskenderun, Akşehir, Salihli, Ödemiş, Çorlu ve Gebze gibi büyük ilçelerde de şube açacağız." Derneğin hedefi büyük: "Türkiye'de yoksul insan kalmayıncaya kadar çalışmak." Bu bile onlar için yeterince iddialı değil, amaçları, dünya üzerinde 'Kimse yok mu?' diyen insan kalmayıncaya kadar çalışmak. Türklerin yoğun yaşadığı Avrupa ülkelerinde şube açma fikri de bu amaca hizmet edecek. Aradan geçen zaman, dernek çalışanlarına hizmetin bölgesel ya da mevsimlik olmadığını göstermiş. Kamu Yararı Statüsü kazandıktan sonra çalışmalarına hız veren dernek, önümüzdeki dönemde, Lübnan'a bir, Filistin'e dört okul açmayı düşünüyor. Amaç, giysi ve gıda yardımına doyan ülkelere kalıcı yardım götürmek. Yurtdışında da şubeler açmayı planladıklarını belirten Özkara, bu projede Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref'in sözlerinin de etkili olduğunu belirtiyor. Pakistan'a on tane okul açtıkları ve sürekli gıda yardımlarında bulundukları için dernek yöneticilerini kabul eden Müşerref, "Pakistan'a da şube açın. Burada ilk gönüllünüz ben olurum." demiş. Şu sıralarda Filistin, Pakistan, Lübnan, Endonezya ve Türkiye'de iftar çadırları açmak için kolları sıvayan Özkara, yardım etmek isteyenleri bir hususta uyarıyor: "Kamu yararı statüsü kazandığımız için Turkcell ve Avea faturalı hatlarına yapılan 5 YTL'lik bağışların tamamı derneğe kalıyor. Hayırseverler, telefon firmalarının bu işten kazançlı çıkacağını zannederek yardımdan geri durabilir. Ayrıca bir kişilik iftar bedelinin 4, bir paket kumanya bedelinin ise 50 YTL olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim." ATA YADİGÂRIDIR, FİLİSTİN’E FEDA OLSUN! Bine yakın sivilin hayatını kaybettiği Lübnan'da enkaz altından boynunda emziğiyle cesedi çıkarılan bebekler yansıdı fotoğraf karelerine. Şimdilerde yaralarını sarmaya çalışan ülkenin yardım çağrılarına Türkiye duyarsız kalmıyor. Evladını bağrına basarak hüzne boğulan ya da doğmamış çocuğuna kurduğu hayalleri solan Anadolu insanı elinde avucunda ne varsa bağışlıyor. Yapılan bağışların arasında öyleleri var ki gözleri dolduruyor. Boynundaki kolyeyi çıkarıp verenler, yüz yıllık ata yadigârı Reşat altınını gözü yaşlı teslim edenler ve borçlarına rağmen tüm takılarını bağışlayan taze gelinler. Serpil öğretmen, Ümmühan ve bir geleneğe son veren gelin, fedakârlıklarıyla anılacak üç ayrı hikâyenin kahramanı... Kenarları nakışlı tülbende sardığı ata yadigârı Reşat altınını, sakladığı yerden çıkarırken kızının gelinlik giyeceği gün geldi hayaline. Çünkü annesinden devraldığı hatırayı kızına devredecekti. Neredeyse bir asırlık gelenek sebebiyle ailenin kızlarına gelin olduklarında takılan 100 yıllık Reşat altını son olarak kendisine verilmişti. Gözleri dolu dolu "Ortada böyle bir felaket, aç ve evsiz insanlar varken bunu saklamanın manası yok. Biz burada rahatız; ama onlar değil. Bunu al ve ihtiyaç sahiplerine ulaştır." dedi eşine. Bunu söylerken Lübnan'da çıkarılan bebek cesetleri gösteriliyordu ekranlarda. Aynı günlerde bir başka şehirde yardım kampanyasını öğrenen Ümmühan, boynundan annesinden hatıra yüzüğünü, adının kazındığı altın levhayla birlikte taşıdığı kolyesini çıkarmış ve derneğin yolunu tutmuştu. Kolyeye dolanan saç tellerini bile fark etmeden. Memur maaşıyla geçinen Serpil öğretmen ise düğününde takılan 6 burma bilezik, 1500 dolar ve 1000 Avro'ya yakın parayı üzerlerindeki kırmızı kurdeleleri bile çıkarmadan teslim etmişti. Üstelik 10 milyara yakın borcuna aldırmadan. Yapılan bağışların hepsi Kimse Yok Mu Derneği’nde, Lübnan ve Filistin'e gönderilmek üzere bir araya getirildi. İçlerinde bebek bileziğinden, sünnet düğününde takılmış çeyrek altınlara kadar türlü takılar bulunuyor.
03 Ekim 2006 08:11
DİĞER HABERLER