Yargı bağımsızlığı artık hayalden ibaret

Yapılan uygulamaların darbe dönemlerinde yapılanlara benzediğini belirten Ertuğrul Günay “Bu uygulamalar ileride telafisi imkansız ve açıklaması zor mağduriyetlere yol açıyor” dedi.

Yeni Asya Gazetesi OHAL sürecinde yaygınlaşan hak ihlalleriyle ilgili Eski Kültür ve Turizm  Bakanı ve aynı zamanda hukukçu olan Ertuğrul Günay ile bir röportaj yaptı.. İşte Yeni Asya Gazetesi'nde Ülker Yılmaz Çaba'nın gerçekleştirdiği röportaj  

Ertuğrul Günay, son dönemlerde yaşanan gözaltı ve tutuklamaları, KHK’lar ile yapılan ihraçları, kurulan OHAL Komisyonu’nu, ByLock’un delil sayılıp sayılamayacağı, yargı birimlerinin bu uygulamalara karşı tavırlarını ve yetkili kurumların yaşanan bu süreçteki sessizliklerini değerlendirdi. Sorularımızı cevaplayan Günay, “Şimdi, bir darbe girişimi önledikten sonraki süreçte yapılan uygulamaların, darbe dönemi yargılamalarına benzemesi büyük bir talihsizliktir. Bu uygulamalar ileride telâfisi imkânsız ve açıklaması zor mağduriyetlere yol açıyor” ifadelerini kullandı. 

20 Temmuz 2016’dan bu yana devam eden OHAL uygulamalarını evrensel hukuk kriterleri ile temel hak ve özgürlükler açısından değerlendirir misiniz?

Türkiye, 15 Temmuz 2016’da karanlık ve kanlı bir darbe girişimi yaşadı. Böyle bir olaydan sonra, bir süre için Olağanüstü Hal ilânı doğal kabul edilebilir. Ancak, üzerinden bir yıl geçtikten sonra OHAL’in halen ve aynen devam etmesi ve bu süreçte çıkarılan kararnamelerin, OHAL ilânını gerektiren olay ve durumların dışına taşması kabul edilemez. Kaldı ki bu kararnameler, anayasa hukukunun, özünü korumak için yıllardır güvenceler oluşturmaya çalıştığı temel hak ve özgürlükleri zedeleyen, kullanılmaz hale getiren düzenlemelere ve uygulamalara yol açtı. Bu uygulama Türkiye’nin halen yürürlükte olduğunu varsaydığımız Anayasa ilkelerine de, evrensel hukuk kurallarına da aykırıdır.

Darbe dönemi yargılamalarına benzemesi büyük bir talihsizlik

Darbeciler ve terör örgütüyle mücadele gerekçesiyle yürütülen soruşturmalardaki gözaltı ve tutuklamalarda masumiyet karinesi, suç ve cezanın şahsîliği, savunma ve âdil yargılanma haklarına riayet ediliyor mu?

Türkiye, çok partili sisteme geçtikten sonra defalarca darbelere ve bu yolda girişimlere maruz kaldı. Darbe süreçlerinde hukukun temel kuralları çiğnendi, adaletli yargılama ilkesiyle bağdaşmaz uygulamalar yaşandı. Şimdi, bir darbe girişimi önledikten sonraki süreçte yapılan uygulamaların, darbe dönemi yargılamalarına benzemesi büyük bir talihsizliktir. Bu uygulamalar ileride telâfisi imkânsız ve açıklaması zor mağduriyetlere yol açıyor.

Ergenekon ve Balyoz gibi dâvâlarda yoğun şikâyetlere konu olan delilsiz ve uzun tutuklamaların ‘FETÖ’ soruşturmalarında çok daha yaygın şekilde tekrarlandığı gözleniyor. Sizin yorumunuz nedir?

Türkiye, hiçbir dönemde siyasî yargılamaları tam adalet içinde, yansız ve tümüyle hukuka uygun yapmayı başaramadı. Her dönemin sonunda da bu tutumun geride tortuları kaldı ve adalet mekanizmasına güven sarsıldı. Oysa bunu başarmış olsaydık, şimdi tüm toplumun her koşulda güveneceği bir hukuk devletimiz olurdu.

KHK ihraçları hakkındaki görüşünüz neler düşünüyorsunuz?

KHK İhraçları, darbe dönemlerinin, 27 Mayıs’ın 147’leri, 12 Eylül’ün 1402’likleri gibi, hukuk tarihimizin ayıpları arasında ve onları sayfa sayfa aşarak şimdiden yerini almış görünüyor.

Son dönemde, özellikle 16 Nisan sonrasında yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından ne durumdayız? Yargının hür ve bağımsız olduğunu söyleyebilmemiz mümkün mü?

Türkiye’de yargının -göreceli de olsa- bağımsız olduğu dönemler oldu. Tümüyle tarafsız olduğu dönemler olduğunu düşünmüyorum. Ancak, şimdi çok daha vahim bir durumla karşı karşıyayız. Bir hukuk uygulayıcısının, bir yargıç ya da savcının hukukî kararı nedeniyle mesleğinden, hatta özgürlüğünden yoksun bırakıldığı bir ortamda artık, hukuk kitaplarında okuduğumuz bir yargıdan söz edemeyiz. Bu ortamda bağımsızlık ve tarafsızlık artık mazide kalan bir hayalden ibarettir.

Muhbirlik yeniden ortaya çıkardığımız hortlaklardır 

İhbar ve Bylock iddialarına dayalı, delilsiz ve uzun tutuklamalar için ne düşünüyorsunuz? “Terör örgütüne üye olma” suçlaması ve buna dayalı tutuklama kararları için ihbar ve Bylock yeterli olur mu?

Hafiyelik ve muhbirlik bizim istibdat dönemlerinde icat ettiğimiz, darbe dönemlerinde de hep yeniden ortaya çıkardığımız hortlaklardır. Yurttaşlık bilinci gelişmiş onurlu insanların bu tür yöntemlere itibar etmeyeceğini düşünüyorum. Tabiî itibar edenler olduğunu da hepimiz biliyoruz. Bylock konusu, 15 Temmuz’dan sonra tanıştığımız yeni bir kavram. Tekniği hakkında hiçbir bilgim yok. Ama -hukukçu olarak-sadece bu mekanizmayı kullanmanın değil, kullanma sırasında yasalarda yazılı bir suça katılmış olup olmamanın aranmasının daha doğru olduğunu söylemek isterim.

6 aylık bir gecikmeyle işbaşı yapan OHAL Komisyonu hakkındaki yorumunuz? 

OHAL Komisyonu, uluslar arası hukuk denetimini savsaklamak için uydurulmuş siyasî bir mekanizmadan ibaret olarak görünüyor.

Hukukçuların suskunluğu ibret verici bir olay olarak anlatılacak 

Yargı uygulamalarının böylesine yoğun tartışıldığı bir ortamda bilhassa AYM’nin tavır ve yaklaşımı ile hukuk camiasının suskunluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son yıllarda yaşadığımız olaylar, devlet kurallarının, yasaların, hatta Anayasa’nın hiçe sayılması karşısındaki teslimiyet ve suskunluk, Türkiye’de kurumların olmadığını bize öğretti. En vahim olan budur. Oysa, çağdaş devlet kurallarıyla ve kurumlarıyla yönetilir; varlığını, saygınlığını ve devamlılığını bununla sağlar. Türkiye’de hukuk devletinin kuralları ve demokrasinin bunca yıllık kazanımları çiğnenirken, yüksek yargı organlarının, üniversitelerin, hukuk fakültelerinin suskunluğu, hatta suskunluktan öte tabasbusu, ileride kitaplarda Türkiye demokrasi tarihinin ibret verici sayfaları olarak yer alacaktır. Fikret merhumun ünlü Sis şiirinden iki mısrayla durum özeti yapmak isterim:

“Ey cevf-i esatire düşen hatıra: namus

Ey kıble-i ikbale çıkan yol: reh-i pa-bus!

MGK, MİT, Hükümet yargıyı yönlendiremez 

Hukuk devletinde hür, bağımsız ve tarafsız yargı organlarının yetki alanındaki süreçlerin MGK ve MİT gibi kurumlarca yönlendirilmesi söz konusu olabilir mi?

Hukuk tarihimiz bu konuda ayıplıdır. 27 Mayıs öncesi ve sonrasında, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta benzer süreçler yaşadık. Bütün bunlar “hukuk devleti” anlayışının kâğıttan kafaya, sözden uygulamaya intikal etmemiş olmasının sonuçlarıdır. Hukuk devletinde, MGK, MİT, Hükümet yargıyı yönlendiremez; yargı onları, kuruluş yasalarına ve görevlerinin gereklerine uygun davranmaları konusunda denetleyebilir.
13 Ekim 2017 11:19
DİĞER HABERLER