Yargı Reformu Strateji’ ve ‘Yargı Reformu Eylem Planı’, Adalet Bakanlığı tarafından sessiz sedasız açıklandı. Şunu belirtmek gerekir ki, Yargı Reformu, son yılların en önemli reform projesi olmuştur. Eğer bu reform projesi gerçekleştirilebilirse, Türkiye’de ‘mülkün temeli’ sağlamlaşacak ve insanımız Allah’tan sonra sığınacağı adalet kapısına ulaşacaktır.
Şimdi, siyaset çevresiyle, yüksek yargı kuruluşlarıyla, üniversiteleriyle ve medyasıyla hepimizin bu çok önemli reform programını desteklemesi lâzımdır. Yargı Reformu Stratejisi incelendiğinde, iyiniyetle ve büyük emek verilerek hazırlanmış bir metin olduğu görülüyor. Evvelâ şunu belirtmeliyiz ki, bu strateji genel olarak çok olumlu ve iyi hazırlanmış bir stratejidir.
Keşke, Prof. Dr. Sami Selçuk gibi bir hukuk bilgesinin görüşleri de alınsaydı... Zira Prof. Selçuk, yıllardır ‘Yargı Reformu’ üzerinde çalışmış ve eserler yayınlamıştır.
Bu seri yazımızın girişinde, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, yargı reformu çalışmalarını başlatan ve devam ettiren adalet bakanları Cemil Çiçek, Mehmet Ali Şahin ve Sadullah Ergin’i candan tebrik ediyoruz.
***
1996 Ağustosu’nda, yani bundan 13 yıl önce, Yeni Türkiye Dergisi olarak, bugüne kadar yapılmış en kapsamlı yargı reformu çalışması olan 1200 küsur sayfalık ‘Yargı Reformu’ sayısını hazırlamış ve Türk Yargısı’nı mercek altına almıştık.
Adalet Bakanlığı’nın değerli müsteşarlarından eski Yargıtay Genel Sekreteri Uğur İbrahimhakkıoğlu burada yayınlanan yazısında yargının içinde bulunduğu durumu şu çarpıcı tespitlerle anlatıyordu: “Sonuçta geldiğimiz nokta, fertlerin adalet ihtiyacına cevap vermeyen, yetersiz, hantal, dengesiz bir mevzuat yükü ve son derece ağır işleyen bir yargı mekanizmasıdır. İnsanlar mahkeme kapılarında âdeta sürünmektedirler. Adalet teşkilâtı her bakımdan yetersiz, sahipsiz ve bakımsız kalmış, personel kendi kaderine terkedilmiştir. Dövülmüş, kurşunlanmış, yaralanmış, sakatlanmış, hakarete uğramış, zorla ırzına geçilmiş, evi-barkı yakılıp yıkılmış, malları ve paraları çalınmış, dolandırılmış mağdurlar, başlarına gelen bu felâket ve uğradıkları bu haksızlıklara karşı hukukun yeterli himayesini görememekte; devletinden ümit kesmekte, kaderine küsmekte, ülkesinden soğumakta, içindeki adalet kavramını kaybetmektedir.” Ve ilâve ediyor: “Adalet hizmetlerinin ifasında açıklık, basitlik, yeterlik, sürat ve hakkaniyeti sağlamak, artık devletin ve iktidarların başlıca görevi hâline gelmiştir.”
***
Yazarın bu tespitleri, aradan geçen uzun yıllara rağmen fazla iyileşme gösterebilmiş değildir. Merhum Özal, yargıya çok önem vermiş ve yanlış yargı sisteminin, Türkiye’nin önündeki en önemli engel olduğunu görebilmişti. Bu sebeple, Özal’ın başbakanlığı döneminde bir yargı reformu uygulaması başlatmıştık. Başbakanlık’ta bir mevzuatı geliştirme birimi kurup onbinden fazla kanun ve mevzuatı elden geçirip değiştirmiş ve dijital ortamda düzenlemiştik. Bu dönemde özellikle usûl kanunlarında değişiklik yaparak adalet mekanizmasını süratlendirmeye çalışmıştık. İktidarımızın ilk yıllarındaki bu reform çalışmaları, ne yazık ki istenildiği şekilde devam ettirilemedi. Buna mukabil, adliyelerin durumu düzeltildi ve adalet personeli için lojmanlar yapıldı.
Gerek Özal, gerekse Erdoğan dönemlerinde yargının fizikî ihtiyaçlarının karşılanması için ‘adalet sarayları’ inşa edilmiş, ‘hâkimevleri’ ve ‘lojmanlar’ yapılmış; hâkimlik ve savcılık mesleği mensuplarına, diğer mesleklere oranla -yeterli olmasa da- daha iyi malî imkânlar sağlanmıştır. Ancak, ulaşılan nokta âdil ve tatminkâr bir adalet mekanizmasının
fersah fersah gerisindedir.
***
‘Yargı Reformu’ başlığı altında yazılacak çok şey var. Lâkin, bunlardan birisi var ki hepsinden daha önemlidir: Zihniyet değişikliği ... Ne yazık ki, Türkiye’de hukukçuların ve yargı mensuplarının beyinleri ‘zorba devlet (Prof. Sami Selçuk) ideolojisi’ ile yıkanmıştır. Yargı mensubu, tarafsız bir zihniyetle ideolojisini mahkeme kapısında bırakacağı yerde, kendi subjektif değer yargısıyla ‘devletin menfaatini’ (!) korumaya kalkışır. Onun için önemli olan hukuk ve adaletin uygulanması değil, ‘Cumhuriyetin korunması’dır. Halbuki bu tutumuyla Cumhuriyete, demokrasiye, hür düşünceye ve en önemlisi de hukuk ve adalete ne derece ters düştüğünün farkında bile değildir.
Bu arada toplum olarak da değişmeli, herşeyden önce ihtilâfsız bir toplum olmanın yollarını aramalıyız. Nizasız (çekişmesiz) yargı ve tahkim yöntemleri ile adalet sisteminin yükünü hafifletmeliyiz. Daha sonra adalet çarkının dönmesini hızlandırmalı ama bunu yaparken de hakkaniyetten kıl payı ayrılmadan hukukun etkinliğini sağlamalıyız. Hukuk eğitimini yenilemeliyiz.
Bilmeliyiz ki, ‘adalet terazisi bu kadar sikleti çekmiyor’. ‘Kanun Devleti’nden ‘Hukuk Devleti’ne ve oradan da ‘Hukukun Üstünlüğü’ne; ‘İhkâk-ı Hak’tan ‘Yargıya Güven’e; ‘Cebîn Adalet’ten, Mecelle’nin deyimiyle ‘hakîm, fatîn, fehîm, müstakîm, emîn, mekîn, Hâkim’e ulaşmalıyız. Artık milletimiz, ‘Allah hekime de, hâkime de muhtaç etmesin’ dememeli...
‘Yargı Reformu’nu mutlaka gerçekleştirmeliyiz.
(Bu konuya devam edeceğiz).